Yılın ilk aylarıydı; Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Aşağı Katıklı ve Dikmen
köylerini sulayan “Ödük Çayı”nı kullanacak HES’ler için Valiliğin
“bilgilendirme” toplantısında konuşan AKP Milletvekili Muzaffer Gülyurt’un
dereleri savunanlara “su akar Türk bakar” demesi üzerine Atatürk
Üniversitesi’nden Doç. Dr. Dilaver Düzgün şunları söylemişti: “HES, bölgenin
organik tarım cazibesini ve suya bağlı oluşan vejetasyonunu yok edecek; nadir
bitki türleri kalmayacak, hayvancılık bitecek, halk fakirliğe sürüklenecek.”
(Cumhuriyet-17 Mart 2010/ÇED Köşesi)
Başbakan da milletvekilinin sözünü pek sevmiş olacak ki Rize’nin İkizdere
vadisini “sit” ilan ederek HES’leri önleyen Trabzon Koruma Kurulu’na kızarak
dedi ki: “Yıllarca ‘Su akar Türk bakar’ mantığıyla yaklaştık ama artık sularımız
boşa akmasın.” (Cumhuriyet-24 Ekim 2010)
Bandırma’daki Doğalgaz Çevrim Santralı’nın açılışında söylenen bu sözlere
karşı, kimse demedi ki; “Sayın Başbakan, su eğer akarsa ‘akarsu’ olur; HES’ler
akarsularımızın yarattığı bereketi ve doğal yaşam kaynaklarını yok edecek; yani
Türk, artık akarsusuz vadilerin çölleşmesine bakacak!”
Nitekim Erzurum’daki toplantıda da HES’lere karşı “Serdarlı Platformu”ndan
Gürsel Engin, ‘Türk bakar’ aşağılamasına karşı şunları söylemişti: “Bizim karşı
olduğumuz, yüzyıllardır bu toprakları yurt edinmiş insanların yok sayılmasıdır.
Bölgemize hayat veren dereler tarımsal yaşam kaynağımızdır. Bu vadi kültürel
mirasımız, geçmişle bağımız, manevi sığınağımızdır.”
‘Adı güzel’ yasa!
Başbakan dünya cenneti “akarsu”lu vadilerimizi korumaya alan “sit” kararına
çatarken, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın “doğal sitleri kaldıran” yasa tasarısı
TBMM’ye sunulmasın mı?
Hem de “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” gibi, adı
güzel, kendi berbat bir düzenlemeye alelacele “ek madde”ler konarak...
Bakanlığın bu tasarı üzerinde uzun süredir çalıştığını ve AB’nin “müzakere”
gündemindeki “çevre” konusunda “duyarlılığımızı”(!) kanıtlama amacıyla
düzenlendiğini biliyoruz...
Ne var ki ilgili sivil kuruluşlar, odalar ve üniversiteler şöyle dursun,
doğal sit alanlarını saptayan ve ilan eden koruma kurullarının bağlı olduğu
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bile eleştirdiği maddelerde, “tabiat” alanlarımız
tümüyle Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlanırken, bu alanların “korunması”(!) da
bürokratlardan oluşan kurullara bırakılıyor.
Böylece, iktidarın “bu akarsuya HES’ler kurulacak”; ya da “bu ormanlık kıyıya
oteller dizilecek” gibi istemlerine “evet” demediği anda görevi sona erecek
üyelerle korunacak Türkiye’nin tabiatı!
Sadece ‘adı güzel’ yasa tasarısını gelecek yazılarda daha ayrıntılı
irdeleyeceğiz.
Şimdilik şunu anımsatalım: “Su akar Türk bakar” sözü asla doğayla yaşayan,
üretken atalarımızın olamaz… Sular “özgürce” akarlarsa, bereketli “akarsu”lar
olurlar. Bu nedenle asıl “atasözü”müz şu değil midir: “Suyun yavaş akanından,
insanın yere bakanından kork...”
|