Karikatür: Mustafa Özberk
Şehircilik bir bilimdir; bu nedenle üniversitelerin mimarlık fakültelerinde
“Şehir ve Bölge Planlama” bölümleri de vardır. Gençler bu eğitimi görebilmek
için “şifresiz” sınavlarda yeterli puanları almak zorundadır. Derslerini
başarıyla tamamlayan mezunlara “şehirci” denir. Uzmanlıkları ise kent ve bölge
ölçeğindeki sayısız “veri”ye dayanarak arazilerin kullanım kararlarının “doğru”
belirlenmesine mesleki önderlik etmektir.
Siyasetçilerin bu gerçeği göz ardı ederek, şehirciliğin ve mimarlığın
reddettiği şatafatlı imar önerilerini “işte bizim çözümümüz” diyerek oy
toplamaya çalışmalarını dünya bile tanımlayamıyor... Çünkü başka hiçbir ülkede
siyaset, şehirciliğe bu denli umarsızca müdahale etmiyor; siyasetçi kendini bu
denli pervasızca şehircilerin ve mimarların yerine koymuyor!..
Bu nedenle bizdeki talihsiz durumun tanımını yapmak da bize düşüyor: Kent
topraklarını bilime ve toplum çıkarına göre değil, siyasi ve ekonomik rantlar
için kullanmayı amaçlayan “imar diktatörlüğü...”
‘Seçim Beyannamesi’yle de çelişiyor
Peki, bu bilim düşmanı diktatörlük “sadece bizde” yaşandığına göre
Başbakan’ın, şehirciliğin en temel ilkelerini bir kenara iten “İstanbul’a
Anadolu ve Avrupa yakalarında iki yeni şehir” sözünü nasıl tanımlayacağız?
Yanıtını öneriyi alkışlayanlara bırakarak, beyannamedeki 5 ana başlığa göz
atalım:
Başbakan’ın açıkladığı AKP seçim beyannamesinin ilk başlığı “ileri
demokrasi”. Bunun şehircilikteki karşılığı, imar kararlarında “katılım”cılık ve
özellikle ilgili meslek kuruluşları ile akademik kurumların görüş ve önerilerini
gözeten bir “planlama süreci” değil midir?
Nitekim aynı süreç demokratik ülkelerde “buyurgan değil, katılımcı planlama”
olarak yaşama geçiriliyor... Bu nedenle meslek odaları da “kentsel talan”a dönük
planlara durmadan dava açmak zorunda kalmıyorlar...
Kenti değil, sadece emlak rantını hedefleyen planlara açılan davalar için “iş
yapmamızı engelliyorlar” diyen Başbakan’ın beyannamesindeki “buyurgan
şehircilik” anlayışı, ileri demokrasi ile acaba ne kadar bağdaşıyor?
Oysa hemen tüm uzman kesimlerin eleştirdiği önerileri yerine, “İstanbul için
ilgili tüm mesleki ve demokratik kuruluşlarla akıl akıla vererek çözümler
üreteceğiz” deseydi, o “ileri demokrasisi”ne de şimdiden en büyük katkıyı
yapmış; hele İstanbul’un ihtiyacı, “kalan her yeri imara açmak” değil, “kentsel
restorasyon”dur diyebilseydi; eski belediye başkanlığı görevine de yakışır bir
“beyan”da bulunmuş olmaz mıydı?
Üretimsiz ekonomi!
Seçim beyannamesindeki ikinci başlık; “Büyük Ekonomi”.
İstanbul’un mevcut dokusunu “sağlıklaştırmak” dururken, koca kenti bir kenara
bırakarak “yeni inşaat alanları” yaratmak anlamına gelen “iki yeni şehir”
önerisi, büyük ekonominin temelindeki “üretim”i özendirmek yerine, yine “arazi
rantı” yaratmayı yeğlemektir.
Aslında “konut fazlası” olduğu belirtilen İstanbul’da, “büyük ekonomi” adına
yeni konut pazarlama alanları peşinde koşmak, “rant ekonomisi”nin
güçlendirilmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Üçüncü başlık ise; “Güçlü Toplum”. Bu öngörüdeki “güçlü” sözü ile “toplum”
arasındaki ilişkiyi kurmakta zorluk çektiğimden, değerlendirme yapamıyorum.
Kastedilen “zengin toplum” ise “çözümü emlak pazarı”nda değil, yine üretim
ekonomisinde değil midir?
Beyannamede “Marka Şehirler”in hedeflendiği dördüncü başlık ise kentlerimizin
eşsiz kimlik değerlerine “Fransız kalma”nın açık göstergesi… Çünkü “marka kent”,
“pazarlama kültürü”nün yarattığı bir söylem... Uygarlık kültürünün deyimi ise
“kimlikli kentleşme”dir.
İstanbul’un ve tüm tarihi kentlerimizin “asıl marka”sını yaratan eski
semtlerini ve kültürel değerlerini yaşatmaya öncelik vermeyen bu öneriyi
planlama sınavlarında bir öğrenci dile getirse, o anda “sıfır” alır. Çünkü
özellikle tarihi kentlerimiz için kimliğin ve çekiciliğin temeli bin yıllara
dayalı uygarlık ve kültür birikimleridir. Bu zenginliklerle bezeli semtlerimizi
sağlıklaştırmayı bir kenara bırakıp, onları bir de “uydu kentler” yaratarak
metrukleşmeye terk etmek, şehircilik bir yana, nasıl bir “muhafaza”kâr
anlayıştır?
Beyannamenin 5’inci ve son başlığı olan “Lider Ülke” hedefine gelince...
Erdoğan, kim bilir kaç kez gittiği “lider ülke”lerde gördüklerini düşünsün;
hangi gelişmiş ülke, kentlerinin geçmişten gelen asıl kimlik değerlerini bir
kenara iterek, onlara “ölümcül rakipler” yaratan yeni ve uydu şehirler peşinde
koşuyor; hangisinin yöneticileri, tarihsel dokularını “kentsel dönüşüm” adına
AVM’lere ve rant projelerine “arsa” haline getiren sözde şehircilik
uygulamalarını, üstelik “seçim kazanmak” için savunabiliyor?
Sözün kısası, Başbakan’ın seçim beyannamesindeki “bilim dışı imar
öngörüleri”, İstanbul’u ve diğer kentlerimizi “daha da kimliksiz”leştirecek;
dahası kuşaktan kuşağa yaşam kaynaklarını “yeni rant yapılaşmalarına teslim
edecek” hedefleri özetliyor.
“Kente karşı suç” niteliğindeki bu hedeflere, kimi “muhalefet”(!)
kesimlerinin “ama bunu daha önce biz önermiştik” demeleri ise hazindir.
Kentleşmenin temel ilkelerine ne denli yabancı bir siyaset kültürüyle baş
başa kaldığımızın yürek burkan göstergesidir.
|