Her sınavın sonucu amacına göre başarılı ya da başarısız olarak
değerlendirilir. Sermaye eğer daha karlı olanı nasıl ele geçirebildiği açısından
sınava tabi tutulursa, sonuçta son derece başarılı olduğu görülür. Ancak karlı
olanın önümüze sürülmesinin sonuçlarından etkilenen yaşam, mavi gezegenin
değişen iklimi, savaşlar, sokaklarda oynayan çocuklar, penceresinde sardunya
büyüten sakinler, toplumsal eşitsizlik, parçalanma ve giderek yitirdiğimiz bir
anlayış, kamusal alanın ortak yaşam alanı olduğu anlayışı açısından
değerlendirildiğinde ise kesinlikle sınıfta kalacaktır.
Yeni yatırım
alanları açısından bakıldığında kentlerin giderek parçalandığı, belli grupların
kullanımına sunulmak üzere özelleşen küçük parçalara bölündüğü görülüyor. Önce
konut alanlarında başladı: 1980’lerin ortalarında ülke içinde ülke olan
‘country’lerin, ‘villa’ların inşa edilmesinden
sonra kapalı siteler, rezidanslar derken, insanların ikamet ettiği yerler
'başkalarının giremediği' alanlar haline geldi ve ayrıcalıklı
bir yaşam biçimini hak eden seçkin kişilerin yerleştiği alanlar olarak
pazarlanmaya başladı (Firidin Özgür, 2006). Böylece toplumdaki herkesin içinden
yürüyüp geçmeye hakkı olan sokak olgusu, bir kamusal alan olarak işlevini,
değerini ve kimliğini yitirmeye başladı. Hemen hemen eş zamanlı olarak kentin
merkezindeki alışveriş olgusu boyut değiştirmeye başladı. İlk alışveriş
merkezi 1988 yılında Ataköy’de inşa edildi ki bunlar
da günümüzde bir “yaşam alanı” diye etiketlenme serüvenine katıldı, tıpkı
dışarıya kapalı konut alanları gibi. Bugün İstanbul’da 60’dan fazla çeşitli tarz
ve türde AVM bulunuyor (Özaydın, Firidin Özgür, 2009). Bunlar
da tabii ki sokağın karşısına dikiliverdiler: güvenlikli, kapalı, korunaklı ve
içe dönüktüler. Sokak bir kez daha kentin merkezinden dışlandı. İnsan bir
AVM’den çıkmadan bütün bir gününü geçirebilir: sinemaya gider, alışverişini
yapar, vitrinleri gezer, yemeğini yer, marketine uğrar ve arabasına binip evine
gider. Böylece sitelerinde ya da rezidanslarında oturup arabalarıyla AVM’lerden
yararlanan ve aslında toplum içinde azınlığı oluşturan bir kesimin kabul ettiği
bu karlılığı önceden hesap edilerek paketlenmiş yaşam biçimi ve tercihlerin
bütün kenti biçimlendirme konusunda oldukça etkili olduğu görülüyor. Bu yaşam
biçimi kente teğet geçer, kamusal alanları özelleştirirken, aslında kamusal
olmayan, giriş kontrollü ve belli kesimlere hitap eden parçalanmış bir takım
ortak alanların yaratıldığına tanık olmaktayız.
Özelleşen
mekanlar…
1990’lardan itibaren yeni inşa
edilen mekanların geleneksel kamusal alanların karşısına bir alternatif olarak
çıkmasından sonra, 2000’lere geldiğimizde doğrudan kent
merkezindeki bazı sokakların özelleştirilmeye başlandığı bir döneme girdik.
Yukarıda bahsedilen kamusal benzeri mekanlar insanlara hem iklim koşullarına hem
de kentteki olası ‘kötülüklere’ karşı bir korunaklılık hissi verirken, tercih
edilen yerler haline geldiler, ancak tabii ki bütün insanlar kamusal alanlardan
çekilmemişlerdi. Kentin barındırdığı çeşitliliğin doğası gereği hala kentin
alışveriş sokakları, caddeleri, eğlence mekanları dolup taşıyor. Ancak
kendiliğinden oluşan bu yerler, büyük sermaye için değil, küçük yatımcılar için
karlı hizmet alanları olarak kalıyor. Merkezde, yeni yatırım için boş alanlar
bulunmadığından ya yıkılıp yenisi inşa edilerek toplumsal maliyetine rağmen yeni
yatırımlara girişilecek ya da kamusal bilegeldiğimiz mekanlar özelleştirilecek.
Kaldı ki kentin merkezinde tarihi kimliğe sahip alanların bir kimlik öğesi
olarak pazarlanabilir bir nesneye dönüştürülme potansiyeli barındırması,
yatırımcı için bir fırsat sunuyor, işini kolaylaştırıyor.
Sıra
sokaklara geldi…
Sokakların özelleşmesi, dışarıya kapalı konut
alanlarından sonra, Fransa sömürgesinden Türkiye’de bile kaçamayan Cezayir’in
öyküsü ile başladı 2004 yılında. İstanbul’un en canlı ve çeşitli kamusal
alanlarından birinde, Taksim Beyoğlu hattında kendi halinde bir sokak olan
Cezayir Sokağı’nın adı Fransız Sokağı’na değiştirilerek bir
‘kültür nüvesi’(!) olarak özelleştirildi. Oldukça çeşitli bir kitleye hizmet
edecek birbirinden farklı ve birbirini destekleyen işlevlerle, kentlilere zengin
bir seçme şansı sunan Beyoğlu hattı, tam da barındırdığı bu çeşitlilik
dolayısıyla belli bir kesim tarafından tehditkar bir kimliğe sahip. Dolayısıyla
harcama (ya da tüketme) kapasitesi daha yüksek olan kesime hitap edecek
‘tekinsiz kalabalığın’ oluşturduğu tehlikeden uzak, ‘nezih bir atmosfer’
yaratılması, bunun için ‘seçkin’ Fransız kültürünün kullanılması fikri, son
derece yaratıcı bir düşünce olarak değerlendirilmiş olmalı. Böylece, belki de
ilk kez böylesi canlı bir kamusal alanda bir sokağın ‘kapısı’ oldu. Güvenlik
için arama yapan cihazlar sokağa bir kapı oluşturdular. Kimileri bu nezih ortamı
alkışlarken, kimileri yapay ve özenti buldular. Ancak burada asıl mesele bir
sokağın belli bir gelir düzeyindeki kişilere hizmet edecek şekilde yeniden
düzenlenmesiydi. Soylulaştırma olgusu, literatürde daha çok konut alanlarıyla
örneklenen tanımından çıkıp, eğlence mekanlarına da bulaşmış oldu.
Son 5
yılın tekil örneği olarak kalan Fransız Sokağı, gelen tepkilerden olacak, üst
baş arama araçlarından kısmen arındırılmışken, geçenlerde bir hafta sonu
gazetelerden birinde yine bir sokak kapatma hikayesi, yine Beyoğlu’nda karşıma
çıkınca irkildim. Bu kez Tomtom Sokak söz konusu. Yine bir ‘nezih’ mekan sunumu,
yine güvenlik, yine belli bir kesime hitap etme söylemi, bu hikayenin de özünü
oluşturuyor. Bu kez Fransız ve Türk kültürlerini buluşturmaya hizmet etmek gibi
bir kılıf bulmaya bile gerek görülmemiş. Öylesi doğallıkla anlatılıyor ‘proje’,
hem de eşi bulunmaz bir hizmet sunumu olarak. Sigara yasağının da etkisiyle
insanların açık mekan kullanma talepleri, bir sokağın daha fazla getirili hale
getirilmesi arzusuyla birleşince ortaya çıkan parlak fikirlerden birisi daha!
Yine kapıları olacak sokağın ki insanlar içeride (!) güvenle takılabilsinler, bu
kez isteyen rock müzik dinlesin, isteyen sakin bir ortamda ‘nezih’ bir
restoranda yemeğini yesin, isteyen fasıl dinlesin, diye açıklanmış projenin
gayesi, ayrıca sokağın üzeri kapatılarak, ısıtma yapılacakmış. Şimdi bir de
sokakları ısıtmak gibi bir sorunla karşı karşıyayız. (Cumhuriyet, Hafta Sonu
Eki, sy. 12, URL1, URL 2) Bu kez yine Beyoğlu Belediyesi bir sermaye sahibi
grupla işbirliği içinde sokakların özelleşmesine göz yumuyor, ortak oluyor.
Pekiyi, o sokakta yaşayanlar, sokağın kimliği ve belleğini oluşturanlar ne
olacak?
Tarih, kimlik, kamusal alan üzerine…
Günümüz tüketim toplumu yeni mal ve hizmetler yaratarak, bunu insanlara
gereksinim olarak sunuyor ve böylece yeni karlı yatırım alanları oluşturuyor.
Satın aldığımız her şey, kar güdüsü ile biçimlenmiş bir sürecin sonunda bize
ulaşıyor. Giydiğimiz kotlar ve botların bize ulaşması sürecinin ardında açlık ve
sefalet (Davis, 2007) öyküleri yatıyor. Metalaştırılma
hususunda söz konusu olan kentler olduğunda, kentin kamusal mekanlarının bir
tüketim nesnesi haline getirilmesi de dikkat edilmesi gereken bir sürece işaret
ediyor. Öyle ki bu süreç, toplumun benliğini, yaşamını ve kimliğini doğrudan
etkilemektedir. İnsan, kendini kullandığı mekanlar ile anlamlandırır, yaşama
biçimini oluştururken, mekana kimliğini veren biraz da işte o kullanıcılar,
orada yaşayanlar, orayı yaşatanlar olur.
Kentsel mekan bir kez oluştu
mu, orası artık yalnızca mülk sahibinin değildir. Estetik ve bilişsel açıdan,
bir davranış ortamı olarak tüm kentlileri etkiler. Özel mülklerin sınırları,
kamusal alanın başladığı yerdir. Dolayısıyla artık söz konusu olan şey artık
kamusal mekandır ve kamusal mekan yalnızca o anda yaşayan kullanıcılar değil,
gelecek kuşakların da mekanı olacaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, kentsel
mekanın oluşum ve dönüşüm sürecine yaklaşırken çok daha ince eleyip, sık
dokunması, bilimsel altyapı açısından kent planlama ve mimarlık disiplinlerinin
bu süreç içinde yer alması gerekir. İşin normali budur, ancak burada işler bu
şekilde yürümüyor.
Kamusal mekanların özelleşmesi,
“artık bu sokaktan değil, diğerinden geçin” diyen yatırımcının ve buna en basit
anlamıyla izin veren yerel yönetimin göremediği bir sürece işaret eder:
kullanıcıların bölünmesi yoluyla birileri için bir sokak artık iç mekan haline
gelirken diğerlerinin dışarıda kalması, kamusal alanın kamusal olmasının ardında
yatan neden-sonuç ilişkilerini öldürür. Bu yalnızca kentsel mekandaki
geçirgenliğin azalması değil, kişilerin özel malı olmayıp, herkesin yaşamının
bir parçası olan bir kamusal alanın özelleştirilmesi, kentsel belleğin, anıların
ve nihayet orada yaşayanların hayatlarına bir müdahale anlamı taşımaktadır.
Tarihi kimliğe sahip mekanların da boş yatırım alanları gibi bu süreçten
payını kendince aldığı bir aşamadayız. Yeni yaşam tarzı sunuyoruz diye
birbirinin neredeyse aynı özelliklere sahip kapalı siteler ya da rezidanslar
gibi, sokaklar da barındırdıkları tarihi kimliğin nakde dönüştürülebilir
olmasıyla, kullanıcılar açısından parçalanıyor. Son 20 yıldır yaşadığımız ve
yukarıda ana hatları ile özetlenmiş olan bu süreç, ileride bütün sokakların ve
giderek meydanların özelleşmiş alanlar haline geleceğine mi
işaret ediyor?
Bu durumda dönüp yerel yönetimlere bakmak gerekiyor.
Yerel yönetimler, kamu adına iş gören kurumlar olarak, kentin düzeninden sorumlu
yetkili mercilerdir. Kentsel arsa üretimi gibi mevcut arsaların ve yapıların
kullanım biçimlerinin belirlenmesi de kent planları aracılığı ile yine yerel
yönetimin sorumlu olduğu bir alanı oluşturuyor. Diğer görevlerine burada
girmiyorum. Ancak bu kentsel mekanın nasıl kullanılacağına karar verme meselesi,
aynı zamanda kamusal mekanların kullanım biçimi ve özelliğini de belirliyor.
Uzun lafın kısası, tüm kentliler adına iş gören yerel yönetimlerin kamusal
mekanların özelleştirilmeleri konusunda hassasiyet göstermesi bir yana, bunu
teşvik etmesi ve buna ortak olması pek anlaşılır değil. Yoksa belediye, tüm
kentliler için değil yalnızca yatırımcılar için mi iş yapıyor?
Ebru Firidin Özgür / Yrd. Doç. Dr., Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama
Bölümü
Kaynaklar:
* Dönmez, Sinem
(2009), Beyoğlu’nun içinde yeni Beyoğlu”, Cumhuriyet, Hafta Sonu Eki, 28 Kasım
2009, cumartesi, sy. 12
* Davis, Mike (2007), Gecekondu Gezegeni, Metis
yayınları, İstanbul
* Firidin Özgür, Ebru (2006), Sosyal ve Mekansal
Ayrışma Çerçevesinde Konut Alanlarındaki Yeni Eğilimler: Kapalı Siteler,
Çekmeköy, İstanbul Örneği, Doktora Tezi, MSGSÜ FBE, İstanbul.
* Karaman,
Aykut, Firidin Özgür, Ebru (2008), Urban Projects in Istanbul, A Critical
Assessment on Critical Developments” Urbanistica PVS, Decembre 2008, p: 15-20,
Roma, Italy
* Özaydın Gülşen, Firidin Özgür, Ebru (2009), “Büyük Kentsel
Projeler Olarak Alışveriş Merkezleri”, Mimarlık, 347, s: 83-88, Mayıs-Haziran
2009, Ankara.
URL1: http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=12659585,
erişim tarihi: 5 Aralık 2009
URL2: http://saraysoytarisi.blogspot.com/2009/10/mika-group-seni-seviyoruz.html,
erişim tarihi: 5 Aralık 2009
|