azının başlığına bakıp da "Şehiriçi otoyol da olur mu, bu da ne demekmiş?" diye garipsemeyin. Tam tersine, garipsemek yerine merak edin ve nasıl böyle bir şeyin olabileceğini düşünün.
Dünyada yıllardır büyük şehirlerin hepsinde olduğu gibi bizim ülkemizdeki büyükşehirlerde de nüfusun ve de nüfus yoğunluğunun getirdiği bir trafik sorunu vardır. Şehirlerde özellikle iş yerlerinin bulunduğu bölgeler günün belli saatlerinde çok yoğun bir trafik ile karşı karşıya kalmaktadır. İşe gidiş ve geliş saatleri de çoğunlukla her işyerinde aynı olduğundan, sürekli olan trafik sorunu her geçen gün daha çekilmez bir hal almaktadır.
Artan nüfus yoğunluğu ve bu yüzden ortaya çıkan insan selini bir yerden başka bir yere taşımak için yerel idareler çeşidi uygulamalar yapmaktadır. Gelişmiş ülkelerde bu uygulamalar, ağırlıklı olarak raylı sistem taşımacılığı ve diğer toplutaşım yöntemleri şeklinde olmaktadır. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ise şehirde yaşayan halkın çok önemli bir bölümü ulaşımını özel araçlar ile sağlamaktadır. Ortalama bir arabanın uzunluğunun 4 metre, eninin ise 1,75 olduğu düşünüldüğünde, kişilerin şahsi ulaşımları için karayolunda işgal ettikleri alanın araç başına 7 mı civarında olduğu söylenebilir.
Örneğin İstanbul için özel araçlarda seyahat eden kişi sayısı yaklaşık 1,7 olarak düşünüldüğünde, bu değerin, 50 kişi taşıyan ve yaklaşık 301112 alan kaplayan bir otobüs ile karşılaştırılması bizlere birçok şeyi hemen anlatabilir. Bunu, daha büyük ama yüzlerce, hatta binlerce insan taşıyan raylı sistemlerle karşılaştırmak ise her gün çektiğimiz sıkıntının, harcadığımız paranın nasıl da boşa giden bir para olduğunu gösterir.
Kısırdöngüyü durdurmanın yolu
Yerel yönetimlerin toplutaşımaya, özellikle de raylı sistemlere yeteri kadar yatırım yapmamaları, çok büyük oranda karayolu ile yapılan hem özel hem de toplu taşımayı olumsuz etkilemektedir. Bundan dolayı oluşan trafik sıkışıklığını çözmek için daha büyük yollar, daha fazla alt ve üst geçitler yapmak ise şehirleri içinden çıkılması çok zor bir duruma, adeta içe doğru kıvrılan bir sarmal haline getirmektedir.
Bu kısırdöngüyü durdurmanın bir yolu insanların ulaşım yapmamalarını sağlamaktır ki, bu, günümüz koşullarında tamamen geçersizdir. İkinci yol tersine göçü sağlamaktır ama bu da büyük ölçekli bölge ve ülke planları ile ancak orta vadede mümkündür. Diğer bir yol ise daha fazla, daha büyük yollar yapmaktır ki, bizim yerel yönetimlerimizin içine düşüp yaptıkları hata budur. Bir diğer yöntem de sağlıklı bir ulaşım planı yapıp; bütçe, ulaşım ihtiyacı ve ulaşım planı yaparak, mümkün olan en az kaynağın karayoluna aktarılması şartıyla raylı sistemlerin şehirde yer almasını sağlamaktır. Tüm diğer gelişmiş ülkelerde yapılan uygulamalar yüz yılı aşkın bir süredir bu şekildedir.
Nüfusu artmayan yerleşimlerde karayolu yatırımı yapmak mantıklı görünebilir ama nüfusu artan yerler için, eğer yerleşime özgü çok tipik bir durum yoksa bu yöntem kesinlikle doğru değildir.
Bu noktada tekrar yazının başlığına dönersek, şehiriçi otoyollar, bizim yerel yönetimlerimizin yıllardır yaptıkları bu tür uygulamalar sonucu şehirlerimizde ortaya çıkmış olan yollardır. Bunun en belirgin son örneği ise geçtiğimiz ay Ankara'da açılışı yapılan ve daha bir ay bile geçmeden bir kişinin öldüğü Kuğulu Altgeçitleri ve Kavşaklarıdır.
Aslında buradaki sorun başkadır. Burada esas olarak karar verilmesi gereken konu şehir merkezlerinin kimler için olduğudur: Yayalar için mi, araçlar için mi? Eğer araçlar içinse, ortada çok ciddi bir anlayış sorunu vardır. Dünyanın gelişimi süresince neredeyse her şehir merkezinde yayalar gözetilerek bu alanlar tasarlanmıştır. Diğer durumda, eğer yayalar içinse, neden bu kadar çok araç, bu kadar geniş yollar yapılarak şehir merkezlerine sokulmaktadır?
Durum çok karışıktır, giderek de karışmakta ve her gün içinden çıkılması daha da zor bir hal almaktadır. Bunlar dışında da birçok sorun göze çarpmaktadır. Öncelikle, Ankara'da bir yol kade-melenmesi sağlıklı bir şekilde yapılmış olarak görülmemektedir. Çok geniş caddeler, bulvarlar hatta otoyol niteliğindeki yollar çok dar olanlarla doğrudan bağlanabilmekte, bunların trafik yoğunluğu ilişkileri doğru bir şekilde öngörülememektedir.
Ulaşım planlaması olmayınca...
Bir diğer sorun da yeterli nitelikte bir ulaşım planlamasının yapılmamış olmasıdır. Geçtiğimiz günlerde ulaşım plancılarının açıkladığı bir rapora göre de 2010 yılı, Ankara trafiği için kiliüenme noktası olabilecektir.
Yol genişletme ve trafiği akıcı hale getirip trafik sorununu çözme uğruna şehrin özellikle anayollarının kenarlarında yaya kaldırımları yok edilmiştir. O kadar ki, bazı yerlerde kaldırımlar ortadan kalkmış, kesintiye uğramış ya da yayaların geçemeyeceği kadar daraltılmıştır. Bu tür uygulamalar Ankara'nın özellikle son yıllarda genişletilen yollarında ve henüz açılan Kuğulu altgeçitlerinde açıkça görülmektedir. Yapılan bu uygulamalar, aslında yukarıda sorduğumuz sorunun cevabını vermektedir. Yerel yönetim, şehir merkezini, araçların öncelikli olduğu bir bölge olarak görmekte ve bu doğrultuda değerlendirmektedir. Bunun benzer bir örneğini de Atatürk Bulvarı'nı ve Kızılay Meydanı'nı geçtiğimiz yıllarda tamamen araçlara ayırma ve yayalara kapatma girişiminde görmekteyiz.
Cezayı yayalar çekiyor
Unutulmamalıdır ki şehir merkezleri en çok yayaların hakkıdır ve yayalara göre düzenlenmelidir. Günümüzde ise, şehiriçi ulaşımı toplutaşımaya yeteri kadar yönlendirmemiş olmanın cezasını yaylar çekmektedir. Maalesef, yayalar bu cezayı hem zaman ve işgücü kaybı olarak, hem sağlıksız bir çevre içinde yer alarak, hem de bazen karşıdan karşıya geçerken sakat kalarak veya daha da kötüsü ölerek ödemektedirler.
Yerel yönetimlerin asli görevi şehirlerdeki trafik sorununu çözmek değil, şehir halkının yaşayabileceği (!) bir şehir ortaya çıkartmaktır. Bu görevi de yaya kaldırımlarını koruyarak, yeşil alanları koruyup, onlara yenilerini ekleyerek yapmalıdır. Trafik sorununun çözümü ise öncelikle özel araç kullanımının azaltılması ile mümkündür. Şehirlere toplutaşıma sistemlerini getirip, şehir halkını bunları kullanmaya yönlendirmek trafik sorununun tek çözümüdür. Bu sadece yerel yönetimlerin değil ülke yönetiminin de bir önceliği olmalıdır. Yıllardır otomotiv iş kolunu ülkenin çekici kuvveti olarak görüp, halkı özel araç sahibi olmaya teşvik etmek ve bunun için gereğinden fazla uygun koşulları oluşturmak da çok doğru değildir.
Özel araç trafiğini sorunsuz hale getirmek uğruna; yeşil alan, yaya yolları, meydanlar ve yayaların kent içindeki dolaşımı gibi şehirleri şehir yapan olguları ortadan kaldırmak, onları zedelemek veya azaltmak yanlıştır ve ileride daha da vahim durumlara sebebiyet verecektir.
Son olarak; bilinmelidir ki şehirleri şehir yapan araçlar değil, insanlardır, yayalardır!
|