b>Özelleştirmeler, yakamızdan düşmediği gibi, gündemden de düşmüyor bir türlü. Türkiye'nin en gözde ve paha biçilmez arazilerinin Amerikalılara mı, Araplara mı verileceği tartışılıyor. Bu kamu zenginliklerinin Amerikan dolarlarına mı, Arap riyallerine mi değiştirileceği fark etmez aslında. Sermayenin vatanı da dini de olmazmış; ha Batı'dan gelmiş, ha Doğu'dan; ha Hıristiyan olmuş, ha Müslüman. Önemli olan özelleştirmelerden, bu satış furyasından gördüğümüz zararın farkına varmak. Sonuçta, bizim zenginliğimiz, geleceğe aktarmamız gereken değerlerimiz, ortak faydamız satılan. Bunu anlayabilecek yönetimlere de kavuşabilecek miyiz bir gün?
Ne taraftan baksak, kamu taşınmazlarının ve arazilerinin satılması, geleceğimizi ipotek altına almak oluyor. Bitmek bilmeyen iç ve dış borçlarımızın kapatılması için kamuya ait taşınmazların satışı, zaruri gösteriliyor. Elimizde avucumuzda ne varsa borçlar kapatılmak üzere satılıyor. Ertesi gün gazeteler, bu taşınmazların değerinin çok altına satıldığını yazıyor. Ve nedense borçlar bir türlü kapanmıyor.
Bu taşınmazlar, rantın yükseldiği yerlerde, kentin merkezinde, Zincirlikuyu'da, Maslak'ta bulunuyorsa, korumak değil de bir an önce bozdurup bozdurup harcamak gerekiyor. Mesela, dünya mirası olarak koruma altına alınmış olan, bunun için kendine özel bir yasası, koruma kurulları olan Boğaziçi'nin siluetini sonsuza dek bozacak Zincirlikuyu'daki Karayolları'na ait arsaya yapılacak kuleler. Peki bu arsayı kaça satsak bir Boğaziçi edebilir? O Boğaziçi'ne bir bedel biçilebilir mi?
Boğaziçi dediğimiz, içinden deniz geçen coğrafi alan, tarihi, kültürel ve kentsel sit alanı, kimseye ait değil, o hepimizin. Boğaziçi, henüz onu görmemiş olan insanlar için de yani insanlık namına korumamız gereken ve dünyada bir eşi daha olmayan bir değerler bütünü. Bu coğrafyada yaşamakla gurur duymamız gereken bir kültür ve kimlik havzası aslında; kokusuyla, rüzgarıyla, küçük iskeleleri ve meydanlarıyla, erguvanlarıyla, mehtabıyla, iskeleye inen dar sokakları, o sokakları çeviren evleriyle, kiliseleri ve camileriyle, hisarlarıyla... korumamız gereken bir değer, nedense her yanını bozmakla mükellef olmuşuz...
Geleceğimizi harcıyoruz
Diyorum ki kaça satsak biz bunları, kaç paraya bozdursak da harcasak Boğaziçi'ni, Atatürk Orman Çiftliği'ni, Haydarpaşa Garı'nı, Tophane doklarını ve diğerlerini... yani elimizde avucumuzda olan her şeyi, yeni "eğilimlere" uyarlasak, yani pazarlasak, alışveriş merkezleri, rezidanslar, oteller yapsak kime kazandıracak? Yeni sahiplerine tabii ki. Peki kamu olarak biz ve çocuklarımız ve onların çocukları ve onların çocukları ne kazanacak? Hiç. Evet, hiç. Bozdurup bozdurup harcadığımız yalnızca arsa değil, tarih ve kütür değerlerimiz, toplumsal bilincimiz, geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği...
Ekonomiyi gayrimenkul pazarlayarak döndürmek bir eğilim oldu bu sıralar hem yerel hem merkezi yönetimler tarafından. Ama bu işin dünyanın hiçbir yerinde böyle dönmediği, özelleştirmelerin ciddi tepkilerle karşılaştığı, kamu yararının asgari düzeyde göz önüne alınmak zorunda kaldığı açık.
Bizde ise durum tuhaflığını koruyor. Biz özel sektöre, hatta yabancı şahıslara arsa arazi satıyoruz. Hem de pek çok imtiyazla. Sonra yabancılara yapılan satışlar yasal kotaları aşınca da kara kara düşünüyoruz. Nedenini anlamak çok güç değil aslında, sonuçlarını tahmin etmek de.
Hazır yiyene dağ dayanmaz demiş atalar. Bu kez çok doğru söylemişler işte. IMF ya da Türkçesi ile Uluslararası Para Fonu'na (UPF) kaptırdığımız ekonomiyi toparlıyamıyoruz bir türlü. Ben ekonomist değilim. Ama satmakla ekonominin kurtulmayacağım bilmek için alim olmaya da gerek yok sanırım.
Ebru Firidin ÖZGÜR
|