ültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa İsen, bir gazeteye İstanbul'un tarihi yarımadasında yapmayı planladıkları değişiklikleri anlatmış. Prof. İsen'in söylediklerinden, değişikliklerin öyle küçük işler değil, son derece önemli ve yarımadanın dokusunu baştan aşağı farklı kılacak projeler olduğu anlaşılıyor.
Meselâ, Gülhane Parkı, Topkapı Sarayı'nın bahçesi haline getirilecek ve saray denizle bütünleştirilecekmiş. 19. asırda, Sultan Abdülâziz zamanında demiryolu inşası sırasında yıkılan sahildeki köşkler yeniden inşa edilecek, Sarayburnu'ndaki demiryolu atölyeleri kültür merkezi olacak, eskiden Saray'a ait olan sahildeki binalar restorasyondan geçirilip Saray'a verilecekmiş.
Prof. İsen, bütün bu projelerin yanısıra bir başka işten daha sözediyor: Sirkeci Garı'nın kültür merkezi haline getirilip vapur iskelelerinin kaldırılmasından ve Saray ile deniz arasındaki yolun yeraltına çekilmesinden...
Sözün kısası, Kültür Bakanlığı, Sur-ı Sultani denilen Topkapı Sarayı'nın çevresini baştan aşağı değiştirmeye karar vermiş ve işe başlamış...
Komisyon da yok, proje de...
Değişikliğe konu olan yer sıradan bir tarihi bina yahut şehrin kenar mahallelerindeki herhangi bir meydan falan değil, Topkapı Sarayı ve çevresi; yani imparatorluğun dört buçuk asır idare merkezi olmuş bir yer...
Böylesine tarihi bir mekânda bu derece önemli değişikliklere karar verildiği takdirde yapılması gereken ilk iş nedir? Değişikliklerin tarihçilerden, arkeologlardan, şehir planlamacılarından, sanat tarihçilerinden ve diğer uzmanlardan oluşacak bilimsel bir heyet kurup ciddi araştırmalardan sonra belirlenmesi ve mekânın önemi ile uygun ulusal, hatta uluslararası bir proje yarışması açılması değil mi?
Ama, Kültür Bakanlığı bunların hiçbirini yapmadı ve ortaya birdenbire "Topkapı Sarayı Bütünleştirme ve Sur-ı Sultani Kapsamında Düzenleme" isimli bir proje çıkardı. Konuyla şimdi hem başbakanın, hem de bakanın yakınında bulunan bir mimar, Hilmi Şenalp alâkadar oluyor!
İstanbul'un en merkezi yerlerinin bile bugün tatsız ve zevksiz bir varoşu andırır hâle gelmesinin başta gelen sebebi, "Ben yaptım, oldu" mantığıyla girişilen bu gibi işler; paldır küldür yapılan böyle faaliyetlerin en gözönündeki örneği de, 40 küsur seneden buyana şehrin göbeğinde bir çirkinlik zirvesi gibi vârolan Bayezit Meydanı'dır.
Önceleri şehrin en hoş meydanlarından biri olan Bayezit, "Büyük Yapılar Proje Bürosu"nun kimselere danışmadan ve kendi başına aldığı bir kararla o yıllarda büroda çalışan bir mimara teslim edilmiş ve neticede bugün hâlâ tartışılan bir zevksizliğe kurban edilmiştir.
Mimarlar Odası nerede?
Ben, hemen her konuda görüş bildirmesine artık alışık olduğumuz Mimarlar Odası'nın sadece İstanbul'da değil, tarihimizin yüzlerce senelik diliminde de son derece önemli bir yer işgal eden Topkapı Sarayı ile çevresi ile ilgili hükm-i karakuşi misali bu proje hakkında bugüne kadar neden tek bir söz bile etmediğini merak ediyorum.
Türkiye'nin "kuş alanları" ile ilgilenen, İller Bankası'nın tasfiyesi hakkında bildiri yayınlayan, "küresel sermaye grupları" ve "işgal" gibi kavramlarla yakından alâkadar olan ve Maltepe Başıbüyük'teki imar plânını değiştirmek için bile dava açan Mimarlar Odası'ndan Sur-ı Sultani konusunda her nedense çıt bile çıkmıyor!
Prof. Dr. Mustafa İsen'in Sur-ı Sultani projesi ile ilgili olarak söyledikleri, İstanbul'u ve şehrin tarihi dokusunu biraz olsun bilenlerin tüylerini diken diken etmeye kâfidir. Zira, Saray çevresinde kimselere sormadan, danışılmadan, detayları açıklanmadan ve yangından mal kaçırırcasına birkaç eşdost mimarın eline teslim edilecek olan bu projenin sonuçlarından geriye dönüş, çok zordur.
Sur-ı Sultani denilen bölge "Sayın bakanım, gelin şurayı eski haline getirelim, Sultan Aziz'in yıktırdığı köşkleri yeniden yapalım. Sirkeci Garı'nı kapatıp yolu da yeraltına aldık mı, harika olur" mantığıyla pattadanak karar verilemeyecek derecede önemli bir mekândır, kimsenin aklına eseni yapabileceği bir aile mülkü değildir ve böyle bir proje, Başbakan'ın evinin civarına mescid yapmaktan çok daha ciddi ve bilgi gerektiren bir iştir.
|