br />
Bir koleksiyon sergisi
- Arter’in bir müze olmadığını, olmayacağını ve mekânın bir üretim
merkezi olacağını söylediniz basın toplantısında. Yine de bir koleksiyon
sergisiyle açıldı mekân, bununla neyi anlatmak istediniz?
Arter’i bir koleksiyon sergisiyle açtık, çünkü bir öykü anlatmak istiyorduk.
Bu koleksiyon bir ara durak, süreç içerisinde ürettiğimiz sergilerle hem yeni
çalışmalarla hem aile koleksiyonundan eserlerle genişleyecek. Arter’i,
sanatçıların özgüveninin desteklenmesi, aidiyet duygusuyla yeni üretimlere
girişecek şekilde cesaretlendirilmeleri, onlara kaynak ve alan sağlayan bir
çekim merkezi, tohumlama alanı olarak kurguladık. Hazır sergilere karşı durmaya
çalışacağız ve sanatçıların kendi projelerini yaratmalarına önayak olacağız.
Sanatçılar karşısındaki en büyük tehlikelerden biri de desteğin sürdürülebilir
olmayışı, biz sürdürülebilir ama müdahaleci olmayan bir destekle böyle bir
güvence sunacağız.
Müzeler kompleksi
- Gelelim, uzun zamandır planlanan ‘müze kompleksi’ne... Duyduğumuz
kadarıyla Haliç’te açılması düşünülüyor.
Biliyorsunuz ki, Sadberk Hanım Müzesi, Koç ailesinin evlerinin müzeye
dönüştürüldüğü bir mekân. Müzede Türk-İslam eserleri ve Anadolu medeniyetleri
koleksiyonu yer alıyor. Büyükdere’deki bu tarihi iki yapıda, çağdaş müzecilik
yapmak zor, yangın tehlikesi var, sigorta primleri yüksek, bakımı ve eserleri
muhafaza etmek zahmetli, dolayısıyla müze kadrosu da güç koşullar altında
çalışıyor.
Hedefimiz, bu koleksiyonları da çağdaş sanat koleksiyonuyla birlikte merkezi
bir yere taşıyarak, üç ayrı yapı oluşturup, bir müzeler kompleksi yaratmak. Bunu
yaparken de performans mekânları, salonları, kafeleri, eğitim alanları ve heykel
bahçesiyle bir kompleks yaratmak ve aynı zamanda mimari hayatımıza da sembol bir
yapı kazandırmak istiyoruz. Haliç kıyıları uygun görünse de, o yeri henüz
bulabilmiş değiliz, görüşmelerse hâlâ sürüyor.
Yeni kuşak işadamları
- Türkiye’de son dönemde kültür sanat alanında yatırımların artması,
yeni mekânların açılması, koleksiyonculuğun rağbet görmesi, müzayedelere ilginin
yoğunlaşması birbirini tetikleyen girişimler olarak dikkat çekiyor...
Bugünkü sürecin başlangıcını hasbelkader bir “oyuncu” olarak sahnede olduğum
İKSV’nin genel müdürüyken 1995’te yine Rene Block küratörlüğündeki 4. Bienale
dayandırıyorum. Büyük bir eşik atladığımız o dönem, aynı zamanda İstanbul’a
dışarıdan bir odaklanmanın yoğunlaştığı bir süreçti. 1990’ların sonunda
yurtdışında yapılan ‘İstanbul’ temalı sergilere bakacak olursak ciddi bir artış
görürüz, o artış daha sonra da buraya yansıdı.
Bugün yaşanan bu sirkülasyon da salt moda gibi algılanmamalı. Kamuoyu önderi
konumunda olan, belli bir birikimi edinmiş uluslararası etkileşimdeki yeni nesil
işadamlarımızın girişimlerinin bunda büyük payı var. Onlar da kültür sanat
üzerinden bırakılan izin herhangi bir ticari girişimden daha büyük anlam
taşıdığını gördüler.
Öte yandan Akbank Sanat, Yapı Kredi, Garanti Platform, Borusan Müzik Evi’nin
çağdaş sanatla ilişki kuracak şekilde kendini kurgulamaya çalışıyor olması,
İstanbul’u daha da önemli bir merkez haline getirecek. Taksim’le Galatasaray
arası ne kadar açık bir alışveriş merkezine dönüştürülmeye çalışılıyorsa o
akıntıya karşı Galatasaray-Tünel arasındaki bölge üretime açık bir direnç
noktası olacak.
|