Foto: Hızır Hacısalihoğlu / AA
Derelerin Kardeşliği Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan ve
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Nevzat Özer, yazılı birer açıklama
yaparak, bilimsel raporlardan ve tecrübelerden ders alınması gerektiğine dikkat
çektiler ve 1950'li yıllardan sonra hızlanan afetlerde insan faktörünün
etkilerinin sorgulanmasının önemini vurguladılar.
Derelerin Kardeşliği
Platformu Dönem Sözcüsü Ömer Şan, bundan sonraki felaketlerde
can ve mal kaybının önlenmesi için ortaya konan bilimsel raporlar ve
tecrübelerden ders alınması gerektiğini ifade etti. Şan, yaptığı yazılı
açıklamada, derelerin sıkıştırılmaya çalıştırıldıkları daracık alanlara hiçbir
zaman sığmayacağını, zaman içerisinde bu tür felaketlerle intikamını alacağını
belirterek, şöyle devam etti: ''Özellikle Doğu
Karadeniz Bölgesi son dönemlerde dünya genelindeki küresel ısınma hareketleriyle
birlikte oldukça fazla yağış alan bir bölge haline geldi. Lokal şiddetli
yağışlar bu gibi sel ve heyelanlar ile taşkınlara neden olmaktadır. Bölge,
topoğrafik yapısı, dik ve sert yamaçları, bitki örtüsü, aldığı yağış oranı ve
toprak yapısı nedeniyle zaten her dönem heyelan riski altında olan bir
bölgedir.''
Özellikle son 50 yıldır bölgedeki yerleşim alanlarının
gelişmesi, yeni tarım alanlarının açılması ve insanın doğal yapıya müdahalesini
göz ardı etmemek gerektiğini vurgulayan Şan, şunları kaydetti:
''Dere
yataklarında, vadi boylarındaki kontrolsüz yapılaşma, açılan yeni çay tarım
alanları, kontrolsüz şekilde yapılan yollar, dere yataklarının ıslah çalışmaları
ve hafriyat dökülmesi nedeniyle daraltılması, vadi boylarındaki taş ocakları ve
HES inşaatları nedeniyle doğal yapıda oluşturulan tahribatları da dikkate
aldığımızda felaketin boyutlarını oldukça net olarak görebiliriz. Zaten sert ve
kayaç bir yapıya sahip bölgede yüzyıllar boyunca oluşan doğal bitki örtüsünün
yok edilmesi, toprağın bütünlüğü ve dik yamaçlarda birbirine olan bağını
kesmenin sonucu olarak şiddetli yağışların ağırlığını kaldıramayacağı kaçınılmaz
bir gerçektir. Yaşanan felaketin son olmayacağını bilerek bundan sonraki
felaketlerde can ve mal kaybının önlenmesi için ortaya konan bilimsel raporlar
ve tecrübelerden ders alınmalıdır. Doğal yaşam alanlarımıza verilen geri
dönüşümsüz zararların bir an önce durdurulması gerekmektedir.''
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Özer: İnsan faktörünün etkileri
sorgulanmalı
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi Nevzat
Özer, Doğu Karadeniz'de son yaşanan afetin ne bir başlangıç ne de son
olduğunu belirterek, ''Afetlerin 1950'li yıllardan sonra hızlandığı, bölgedeki
doğal özelliklerin yüz binlerce yıldır bu şekilde olduğu gerçeğinden hareketle
insan faktörünün etkileri sorgulanmalıdır'' dedi.
Özer, yaptığı yazılı
açıklamada, bölgeyi etkisi altına alan yağışların yine üzücü felaketlere
dönüştüğünü, şiddetli yağmurun neden olduğu sel ve heyelanın Gündoğdu beldesinde
13 kişinin hayatını kaybetmesine, önemli miktarda mal kaybına, evlerin, iş
yerlerinin, tarım alanlarının sular altında kalmasına neden olduğunu anımsattı.
Bölge için bu afetlerin ne bir başlangıç ne de son olduğunu belirten Özer,
şunları kaydetti: ''Yeşil örtünün tahribi,
ormansızlaşma, açılan arazi yolları, yanlış tarım uygulamaları, çarpık
kentleşme, dere yataklarının ıslah edilmemesi gibi nedenlerle sık sık sel ve
heyelanların yaşanması kaçınılmazdır. Yanlışımızdan dönmediğimiz ve önlem
almadığımız sürece bu tür felaketlerin sonu gelmeyecek, aksine daha sık
aralıklarla ve daha şiddetli olarak karşımıza çıkacaktır. Bu afetlerde
hayatlarını kaybeden insanlarımızın ve akıp giden canlı verimli topraklarımızın
telafisi mümkün değildir. Toprak üretilemeyen bir kaynaktır ve oluşumu için
binlerce yıl gerekmektedir.''
Özer, Doğu Karadeniz bölgesinin jeolojik,
topografik, iklim, toprak yapısı gibi özellikleriyle bu tür afetlere açık bir
yer olduğunun bilindiğine dikkati çekerek, görüşlerini şöyle aktardı:
''Ancak afetlerin 1950'li yıllardan sonra hızlandığı, bölgedeki doğal
özelliklerin yüz binlerce yıldır bu şekilde olduğu gerçeğinden hareketle insan
faktörünün etkileri sorgulanmalıdır. Biz sel ve heyelanların Karadeniz insanının
kaderi olmadığını düşünüyoruz. Kaderi olmadığı gibi bunlara doğal afet de
diyemiyoruz. Yeter ki herkes, özellikle ülkeyi yönetenler bu sorunun önemini
kavrasın, bu işin üzerine ciddiyet ve içtenlikle eğilsin.''
Özer,
2000'li yılların en stratejik iki ürünü olan su ve toprağın ne yazık ki
felaketlerin nedeni haline geldiğini vurgulayarak, heyelan sel ve taşkınların
önlenmesi ve zararların azaltılması için şu önerilerde bulundu:
''Doğal
ormanlardaki yasal ve yasa dışı kesimler önlenmeli, bölge ormanları sahip
oldukları fonksiyonel değerleri ile koruma amaçlı orman olarak
değerlendirilmelidir. Çaylık alanlardaki genişleme durdurulmalı, yüzde 50'den
fazla meyilli arazilerdeki çay alanlarının ormana dönüştürülmesi teşvik
edilmelidir. Köy yollarının güzergah seçimi heyelanlar dikkate alınarak
yapılmalıdır. Çay bahçelerinde fazla suyu akıtıcı kanallar yapılmalıdır. Dere
yatağı, menfez, köprü gibi yapılar, 100 yılda bir gelecek maksimum debi
hesaplanarak yapılmalıdır. Taş ocakları etkin bir şekilde denetlenmelidir. İlin
heyelan haritası çıkarılmalı, sel ve heyelanların yerleşim alanları ve
altyapılarla ilişkisini düzenleyen master plan hazırlanmalıdır. Bu planda afet
bölgesi olarak belirlenen alanlar devletçe boşalttırılmalıdır. Hiçbir şekilde
imar, mera ve orman affı yapılmamalıdır.''
|