b>Mevzuat, anlayış ve örgütlenme yenilenmeli
Küresel iklim değişimi, giderek artan yerel kirlilik ve afetler, ülkemizde sürdürülebilir gelişme için büyük risk oluşturmakta. Örneğin, İstanbul'un ciddi bir depremden etkilenmesi durumda, büyük sayılarda can kaybının yanı sıra, tahmini ekonomik kayıp Türkiye'nin sosyo-ekonomik istikrarına büyük bir tehdit oluşturur. Benzer şekilde iklim değişiminden dolayı kuraklık, ani seller, yıldırım çarpması, tarımsal üretimin düşmesi, susuzluk, orman yangını, göçler, sıcak hava dalgaları, haşereler, nehir ve göllerde kurumalar giderek hem sayı, hem de şiddet bakımından artmakta. Küresel iklim değişikliği günümüzün en önemli çevre ve kalkınma sorunu olarak, tüm dünyada olduğu gibi ülkemiz için de öncelikli konular arasında yer almalı.
Yiyecek gıda ve içecek su kalmadığında diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar anlamsız kalır. Bu nedenle grubumuz sürdürülebilir gelişmeyi, "gelecek nesillerin ihtiyaçlarından fedakârlık etmemelerini sağlayacak şekilde günümüz ihtiyaçlarının karşılanması, sosyal maliyetler de dikkate alınarak zamanında önlemlerin alınması ve uyum çalışmalarının yapılması" şeklinde temel hedef olarak ele aldı. Bu bakış acısı ile günümüzde hükümetler tarafından acil olarak ele alınması gereken afet yönetiminin geliştirilmesine, çevre kirliliğinin önlenmesine, doğal kaynakların korunmasına yönelik önerilerimizin bir kısmı aşağıda özetlenmiştir.
Kriz yönetiminden risk yönetimine geçilmeli: Ülkemizin afetlerin neden olduğu yıkım ve yara sarma sarmalından çıkabilmesi için, artık reaktif değil proaktif politikalar geliştirip uygulamalıyız. Tek başına uygulanan kriz yönetimi; tepkisel, eşgüdümsüz, hedef kitle yanlış, etkisiz, zamansız, güven vermez ve afetin felakete dönüşmesine neden olur. Türkiye kriz yönetiminden risk yönetimine geçerek afetlere müdahale ve iyileştirmeden çok afetin oluşmaması, zararlarının azaltılması, hazırlık, tahmin ve erken uyarı konularını öne almalı.
Ülke genelindeki kriz merkezleri, 'Afet Yönetim Merkezleri'ne dönüştürülerek, risk yönetimi çalışmalarının da yapıldığı 365/24 esasına göre iş gören merkezler oluşturulmalı.
Planlama, uygulama ve teknik düzeydeki çok başlılığı ortadan kaldırmak için, 'Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü doğrudan Başbakana bağlı 'Afet Yönetimi Üst Kurumu' olarak yeniden yapılandırılmalı.
Sivil savunma AB'de olduğu gibi 'Sivil Koruma'ya dönüştürülmeli, 'İtfaiye Genel Müdürlüğü' ve İstanbul'da 'Deniz İtfaiyesi' kurulmalı. 'Gönüllülük Sistemi' geliştirilmeli.
Günün şartlarına cevap veremeyen 7269 sayılı Umumi Afetler Kanunu yerine acilen 'Afet Çevçeve Yasası' çıkarılmalı.
İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanunu'nun afetlere hazırlıkla ilgili maddelerinin uygulanması için cezai yaptırımlar getirilmeli.
Sel-akarsular
Türkiye'de şiddetli yağışların sel afetine dönüşmesi risk yönetimi ve şehir planlaması ile engellenmeli: Küresel ısınma, plansız yerleşimler, yetersiz altyapı vb. nedenlerle, sayısı ve şiddeti her gün artan sellerle yüzleşiyoruz. Artık sel vb. felaketlerle mücadelede sadece yapısal ve mühendislik yaklaşımlar yetmez; yanı sıra, sel yatağı zonları, rölekasyon ve yeniden iskân, özel kullanım ve yapı izinleri, nehirlere ait sulak alanların geri verilmesi, afet yönetimi ve sel sigorta gibi yapısal olmayan yöntemlerin de gerektiği gibi kullanılması şart.
Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler, elverişsiz tarım yöntemleriyle toprakların yoğun şekilde kullanılması, akarsu ve derelerin yatakları içinde veya mücavirindeki taşkın riski taşıyan alanların iskâna açılması, daha önce inşa edilmiş taşkın tesislerinin üzerlerinin kapatılması, açık mecraların kapalı mecralara dönüştürülmesi sonucunda büyük boyutlarda sel zararlarına neden olunması engellenmeli. Heyelan, sel ve çığ yataklarındaki yerleşimler de en kısa zamanda daha uygun yerlere taşınarak zarar/riskler ortadan kaldırılmalı. Bundan sonra, şehirler imar, vb. planlar hazırlanıp yenilenirken, sel, çığ ve heyelan yatakları ayrıntılı bir şekilde belirlenip buralarda yapılaşmaya kesinlikle izin verilmemeli.
Kyoto Protokolü
Acilen Kyoto Protokolü'nün önerdiği politikaların da ötesinde önlemler yürürlüğe konulmalı: BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ve onun öncelikli adımı olan Kyoto Protokolü, tüm dünyada sürdürülebilir kalkınmanın etkin bir şekilde hayata geçirilebilmesinin en önemli araçlarından biri. Kyoto Protokolü'nü imzalamayı beklemeden enerji verimliliğinin artırılması şart.
Yenilenebilir enerji (güneş, biokütle, su, dalga, rüzgâr, jeotermal, gel-git) kullanımına ilişkin olanaklar geliştirilmeli.
AB enerji vizyonu ile ters düşmeyen bir enerji vizyonu benimsenmeli.
Tehlikeli bir şekilde artan enerji ve emisyon yoğun sektörlerden vazgeçilip, enerji ve emisyon yoğunluğu düşük, ancak katma değeri yüksek sektörler desteklenmeli.
Çift taraflı sayaç sistemine geçilip, konutların kendi elektriğini üretmesi teşvik edilmeli.
Metan emisyonlarının geri kazanılması, sera gazı yutaklarının korunması ve yaygınlaştırılması gibi politika ve önlemler uygulamaya konulmalı, iklim değişikliğine bağlı sağlık etki değerlendirmesi bir politika haline gelmeli.
Türkiye, Kyoto ötesi sürece hazır olmak için acilen konumunu belirleyerek müzakerelere başlamalı, Kyoto'ya taraf olarak yeni anlaşmalar pazarlık masasında yerini almalı.
TBMM Küresel Isınma Araştırma Komisyonu Raporu, 23. yasama döneminde kabul edilerek raporda yer alan önerilerin yürürlüğe girmesi sağlanmalı.
Enerji üretim ve tüketim alışkanlıklarında köklü değişikliklere neden olabilecek mali önlemler alınmalı: Karbon içeren fosil yakıt tüketiminden yenile bilir kaynaklara dayalı enerji tüketimine talep yöneltilmesi için 'Karbon Dioksit Vergisi' getirilmeli. Sağlanan gelir, küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlerde mali bir kaynak olarak kullanılmalı.
Toplu taşımacılık özendirilmeli, taşıt vergileri, araçların yakıt düzeyini etkileyen teknolojik özelliklere göre yeniden düzenlenmeli.
Farklı enerji türlerine farklı özel tüketim vergisi ve KDV uygulanmalı, katı ve sıvı atık vergileri de çeşitlendirilmeli.
Kuraklıkla mücadele
Acilen yerel yönetimlerin 'Kuraklıkla Mücadele Planları' hazırlayıp uygulaması sağlanmalı: Yoğunlaşan nüfus ve sanayi, iklim değişimi, kuraklık, kirlilik ve su havzalarındaki yapılaşma nedeniyle ülkemizde su kalitesi, arz ve talebi değişmekte. Ülkemizde kuraklık, geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük problemlere neden olabilecek.
Yerel yönetimler su bütçesi hazırlamalı. Kuraklığı meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik yönü ile izlemeli ve gerektiğinde erken uyarı ile su tasarrufu, vb. önlemlerin gecikmeden yürürlüğe girmesini sağlamalı.
Her su yılının başı 1 Ekim'de yürürlüğe girmek üzere, vatandaşların, ulusal ve yerel yönetimlerin, kurum ve kuruluşların ve diğerlerinin kuraklık nedeniyle ortaya çıkabilecek olan problem ve etkilerinin zararlarını azaltmak için atılması gereken adımları tanımlayan 'Kuraklıkla Mücadele Planları' hazırlanmalı.
İçme ve sulama suyu, sınırı aşan sular, ekolojik göçler, çölleşme, yok olan yaban hayatı, meralar, tarım alanları ve tarımsal üretim, azalan hidroelektrik üretimi gibi büyük problemler ile karşı karşıya olan ülkemizde de kuraklık, afet mevzuatına dâhil edilmeli.
Acilen 'Su Çerçeve Yasası' çıkartılmalı: Azalan su varlığımız, havzalar arasında projelerle taşınmamalı, su yerinde değerlendirilmeli. Suyu daha az tüketen bitkilerin yetiştirilmesine dikkat edilmeli.
Tarımda vahşi sulama ve büyük yağmurlama sistemleri yerine damla sulama gibi mikro sulama sistemlerinin kullanımı teşvik edilmeli. Rüzgârlı ve yağışlı havalar ile birlikte gündüz sulama yasaklanmalı.
Bitkilerin su ihtiyacını doğru belirleyebilmek için her ilçeye en az bir tane 'tarımsal meteoroloji istasyonu' kurulmalı. Drenaj suları doğal arıtımla yeniden kazanılmalı. Su kullanım planlaması doğal varlıkların su ihtiyacını da gözetmeli.
Sanayinin suya gereksinimini en aza indirecek teknolojiler desteklenmeli. Sürdürülebilir üretim ve tüketim teşvik edilmeli. Suyun sanayide kullanımında kapalı su devre sistemleri geliştirilmeli, buna rağmen çıkacak atık sular da arıtımla geri kazanılmalı.
Kentlerde su kullanımında bütün tasarruf önlemleri alınmalı, şebeke su kayıpları engellenmeli. Ülkemizde denetimsiz açılan kuyuların, taban suyu düzeyinin hızla azalmasına yol açacağı, zemin çökmeleri ve akabinde yapısal hasar ve taşkınların artma tehlikesini beraberinde getireceği gözden uzak tutulmamalı.
Hidrolojik ve meteorolojik hizmetler bir an önce tek bir çatı altında toplanmalı ve meteorolojideki devlet tekeli kaldırılmalı: Şu an DMİ asli görevlerini iyi bir şekilde yerine getirememekte ve meteorolojideki devlet tekeli yüzünden gelişmiş ülkelerdekine benzer şekilde ülkemizde özel meteoroloji sektörü de gelişememektedir. Ayrıca, Türkiye'de meteoroloji karakterli veya hidro-meteorolojik olayların sık sık birer afete dönüşerek gelişmiş ülkelere nazaran çok daha fazla insan ve ekonomik kayıplara neden olması ile birlikte, geçerli çözümler de geliştirilememektedir. Bu nedenle, "Türkiye geneli, Türk hava sahası ve denizlerinde can ve mal güvenliğini sağlamak ve ulusal ekonomiyi kuvvetlendirmek için meteorolojik, hidrolojik (su) ve iklimle ilgili tahminler ve uyarılarda bulunmak; meteorolojik, hidrolojik ve iklim verilerini ve veri tabanlarından üretilen bilgileri kamu ve özel sektöre ait kurum ve kuruluşlar, kamuoyu, özel ve tüzel şahısların kullanımına sunmak" şeklinde görevlendirilmiş ve organize edilmiş DMİ, DSİ ve EİEİ yerine 'Hidrometeoroloji Enstitüsü' gibi tek bir teknik kurum oluşturulmalı.
Sel başta olmak üzere, çığ, fırtına, kuraklık, don, vb. afetlerin yönetimi çalışmalarında; mevcut gözlem şebekesinin modernize edilerek kapasitesinin artırılması, afet öncesi süreçte erken uyarı sistemlerinin ülkemizde etkin bir biçimde uygulanmasına imkân sağlayacaktır. Bu nedenle, Türkiye'de sismik, hava kirliliği, orman yangınları, hidro-meteorolojik gözlem ağı da tek elden geliştirilmelidir.
Ormancılık, yangınlar
Orman yangınları önlenmeli ve ormancılık geliştirilmeli: Küresel ısınma ve özellikle sahil şeridinde yükselen rant ile birlikte ülkemizde orman yangınları giderek artmakta. Orman yangınlarının engellenmesi için risk yönetimine önem verilmeli ve ormancılık geliştirilmeli.
Erken müdahale için ormanı tanıyan memurlar, orman bekçileri, yangın gözetleme kulelerinin sayısı, uydu ve haberleşme imkânları arttırılmalı, müdahale ekipleri güçlendirilmeli.
Enerji nakil hatlarından kaynaklanan yan gınların önüne geçilmeli. İnsan kaynaklı yangınların önlenmesi için ciddi eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri yapılmalı.
Riskli günlerde orman alanı içinde piknik yasaklanmalı ve dışarıda anız vb. yakma yasağını ihlal edenlere caydırıcı cezalar getirilmeli.
Kanunlarımız, ormana yapılan müdahalelere izin veren maddelerden arındırılmalı. Yakılan alanlar 2B niteliğine düşürülmeden mutlaka yeni dikimlerle ve kök mantarı uygulayarak yeniden yeşil alan konumuna getirilmeli.
Orman kadastrosu bitmeli, orman sınırları daraltılmamalı, orman arazilerine verilen endüstriyel yatırımlara dair tahsisler kaldırılmalı, orman köylülerinin durumu iyileştirilmeli.
Mono kültür ağaçlandırma yapılmamalı, endemik türler korunmalı, kent ormancılığı ve orman fidanlıkları desteklenmeli. Orman arazileri, vasıflarını kaybetmiş olsa bile her koşulda orman olarak korunmalı.
Orman Kanunu'ndan 2B maddesi çıkartılmalı ve 2B hukukunun dayanağını teşkil eden Anayasa'nın 169/son fıkrası kaldırılmalı. Maden Kanunu değişikliği ile ortaya çıkan ve Turizmi Teşvik Mevzuatı ile yaratılmış ormanları tehdit eden hükümler değiştirilmeli.
Maden Kanunu bütünüyle gözden geçirilmeli, doğal varlıkları, yaşamı, tarihi ve kültürü yok sayan anlayış değiştirilmeli.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu içinde yer alan koruma kurulları ile ilgili teşkilatlanma maddeleri yeniden düzenlenerek bu kurulların ağırlıklı olarak bilim insanlarından oluşmaları sağlanmalı.
Gıda güvenliği
Gıda güvenliği güvence altına alınmalı: Küresel iklim değişimi, hızla artan nüfus, tarım alanlarının yanlış kullanımı, erozyon ve su kaynaklarımızın azalması ile birlikte gıda güvenliğimiz de tehlikededir.
Gıda güvenliğimizi sağlayabilmek için gerekli toprak ve su koruma yöntemlerine ek olarak yerel nitelikli bitkisel ve hayvansal gen kaynakları korunarak geliştirilmeli ve bağımsız bir tohumculuk altyapısı oluşturmalı.
Tohumculuk Kanunu'nda çiftçi aleyhine olan hükümler düzeltilmeli, Tohumculuk Enstitüsü yeniden açılmalı, tohumlarımız marka-patent mevzuatı gereği tescil işleri tamamlanmadan uluslararası pazarlara çıkartılmamalı.
Tarımsal verimliliğimizin korunması için zirai ilaçların kullanımı azaltılarak durdurulmalı ve organik tarıma geçilmeli.
Kırsaldan kente göç önlenerek kırsaldaki çiftçilerimizin yaşam standartları korunmalı, kırsaldaki üretkenliğin devamlılığı ve kırsal istihdamın artırılması teşvik edilmeli.
Hayvancılığın korunması için 'Mera Kanunu'na ilişkin yönetmeliklerin uygulanması ve Mera Kanunu'nun 14. maddesindeki 'tahsis amacının değiştirilmesi' konusu, meralar lehine yeniden düzenlenmeli.
Arazi kullanımı planlamalı:
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu çerçevesinde Türkiye'nin arazi kullanım planlaması yapılmalı.
Yatırımlar için ÇED Yönetmeliği şekli bir uygulama olmaktan çıkartılıp, bilimsel hale getirilmeli; standartlar çevre lehine iyileştirilmeli, artık ÇED yanında SED (Sosyal Etki Değerlendirmesi) uygulaması da oluşturulmalı.
Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu'nun öngördüğü Toprak Koruma Projeleri yaşama geçirilmeli.
Havza Yönetimi Çerçeve Yasası çıkartılmalı. TBMM'de bulunan Dönüşüm Alanları Kanunu Tasarısı ve Kıyı Kanunu gibi tasarılar geri çekilip toplumsal uzlaşma ile yeniden hazırlanmalı. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı engellenmeli. Doğru toprak işleme yöntemlerine, kimyasal gübre yerine organik gübre kullanımına, meyilli arazilerde teraslamaya, gerekli alanlarda rüzgâr perdelerine teşvik getirilmeli.
Bu grup Prof. Dr. Ayşe Yüksel, Prof. Dr. Haluk Şahin, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Meltem Kurtsan ve Tunç Evcimen'den oluşmuştu. Raporu Mikdat Kadıoğlu kaleme aldı.
|