Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Piramitlerden de Değerli

Soru-Cevap okurları için bu hafta ya bir uzmanla askerlerin sivil mahkemelerde yargılanması meselesini konuşacaktık ya da Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin kredilerini Ilısu Barajı projesinden çekmelerini... Biz ikincisini tercih ettik ve hemen Hasankeyf için milleti ayağa kaldırmayı başaran, bu arada Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nu da

Milliyet Gazetesi
Piramitlerden de Değerli

br >
Hasankeyf'in akıbeti Başbakan'la anılacak

Peki sonuçta geçtiğimiz hafta Ilıca projesinden yabancı krediler tamamen çekildi; şimdi ilk planınız nedir?
Sayın Başbakan’dan randevu istemek...Kültür Bakanı’na gittiğimizde onun da bize ilk söylediği şey konunun artık bu noktadan sonra Başbakana gitmesi gerektiği...

Diyelim ki randevu verdi; sizce Başbakan "Peki oldu, baraj yapılmasın" der mi?
Umut ediyoruz, çünkü bu aslında kendisi için de basit bir şekilde imzalanacak, salt teknik bir mesele değil. Sonuçta UNESCO’ya göre 10 kriterin dokuzunu sağlayan ve dünyada benzeri olmayan bir dünya mirasının sular altında kalmasından bahsediyoruz. Hasankeyf yok olursa "Tayyip Erdoğan’ın hatası" olarak tarihe geçecek. Eğer yaşarsa "Tayyip Erdoğan kurtardı" olacak.

Başbakan bu konuda yeterince bilgilendirilmiş midir?
Hayır, Başbakan hep tek taraflı, bu işi yapmak isteyen mühendislik şirketleri ve doğal olarak bu işin peşindeki Bakan tarafından bilgilendiriliyor. Oysa hiçbir siyasetçi orayı görmeden böyle bir karara imza atmamalı. O yüzden biz kendilerini Hasankeyf’e davet edeceğiz. Hasankeyf’i Hasankeyf’te anlatmayı önereceğiz. Bu kadar kilit bir konumdaki bir kişinin meseleyi bir de bizden dinlemesini isteyeceğiz.

Siz farkında değilsiniz ama Doğu Karadeniz ayakta

Bir ihtimal Hasankeyf kurtarıldı; sizce mesele bitiyor mu?
Hasankeyf bizim için buz dağının görünen yüzü. Bu baraj meselesinin sembolü. Asıl onun altında en az bin baraj daha var.

Bin baraj daha mı?
Tabii, 2023 yılına kadar baraj sayımızın 500’den bin 500’e çıkarılması hedefleniyor. Kimse henüz bunun farkında değil, ama Türkiye’de bir baraj salgını var ve bütün derelerimiz satılmış durumda. Üstelik üstündeki projenin ne olacağı bilinmeden... Bir yandan ortada çok ciddi paralar dönüyor, ama öbür yanda da Anadolu’nun pek çok yerinde bir isyan başlamış durumda.

İsyan?
Bu basına pek yansımıyor, ama Doğu Karadeniz ayakta. Ciddi bir halk hareketi var orada. Hatta isterseniz 14 Ağustos’ta Macahel’e gelip kendi gözlerinizle görün. Türkiye’nin dört bir yanından "su mağduru" insanlar gelecek ve orada ortak bir yol haritası çizilecek. Herkes tahmin edemeyeceğiniz kadar tepkili. Niye; çünkü insanların yüzlerce yıldır kıyısında çiftçilik yaptığı bütün dereler satılmış. Düşünsenize bir tarlanız var, çapa yapıyorsunuz ve bir gün takım elbiseli, çantalı birisi geliyor, "Bu su benim" diyor. O zaman oradaki insan da diyor ki "Dur bakalım ben yüzlerce yıldır burada yaşıyorum, sen kimsin?"

İyi de devlet sattığı dereyi geri almayacağına göre köylünün "Sen kimsin" demesi bir işe yarıyor mu?
Öyle de bir yarıyor ki... Şu anda Doğu Karadeniz ve Batı Karadeniz’de ne kadar dava açıldıysa hepsini köylüler kazandı, yürütme alınan kararları işletsin yeter.

Asıl sivilleşme gücün devletten halka geçmesidir

Sizce Türkiye’nin yasaları çevreyi korumaya elverişli mi?
Elverişli ama uygulanmıyor. Yürütme, çevreyi koruyan yasaları yeni yasa maddeleri çıkartarak, eklemeler yaparak aşmaya çalışıyor. Bu tabii şirketlerin ilgisini artırıyor. Dünyadaki bütün maden ve baraj sektörü şu anda Türkiye’yi kendine pazar olarak görüyor. Çünkü Türkiye kadar koşulsuz şartsız baraj ve maden tesisleri yatırımlarına kucak açan ikinci bir ülke yok. Bütün Avrupa, Amerika, Çin herkes burada. Ben hatta en sonunda "Sahibinden Satılık Ülke" diye bir yazı yazdım, çünkü başka bir tarif bulamadım.

Siz ulusalcı veya milliyetçi misiniz?
Hayır, ben sadece Anadolu coğrafyasına aşık bir insanım. Benim için Türkiye Cumhuriyeti 80 yıldır var, ama biz burada 15 bin yıllık bir insan medeniyetinin torunlarıyız. Dolayısıyla benim için demokrasi 15 bin yıl öncesi yaşamış insanların dahi fikrini almaktan başlıyor, sadece bugünkü insanların değil. Çünkü ben onların da sorumluluğunu taşıyorum. Benim bütün derdim bu.

Ama doğrusu pek alışılmadık bir demokrasi anlayışınız var?
Farkındayım, çünkü bunu bizden başka söyleyen sivil toplum kuruluşları ne yazık ki fazla yok. Herkes korkuyor; "Acaba devlet bize ne der" diyor. İnanın, çoğu Hasankeyf ile ilgili bölücü ilan edilmekten dahi korkuyorlar.

Siz niye korkmuyorsunuz?
Çünkü benim için gerçek bir demokrasi, sivil toplum kuruluşlarının "Ben şunu söylersem devlet veya şirketler ne der" diye kaygılanmadığı, tam tersine devletin ve şirketlerin "Biz bunları yaparsak sivil toplum ne der" diye düşündüğü bir demokrasidir.
Ama Türkiye’de şu anda sivil toplum hareketi sadece akıl dağıtan ve bağış toplayan bir hareket haline dönüşmüş durumda. Hâlbuki akıl tek başına yeterli değildir. İnsan aklı, yanına gövdesini ve vicdanını da koyarsa güzeldir, aksi halde akıl tek başına hiçbir işe yaramaz. Sivil toplumun mutlaka gerektiğinde sokağa çıkması lazım. Gerektiğinde de vicdanı, kamu vicdanını harekete geçirmesi...

Ama şimdi tam da "Türkiye sivilleşiyor" denilen bir dönemde söylüyorsunuz bunları?
Doğrusu benim anladığım sivilleşme gücün devletin kendi güç noktaları arasında el değiştirmesi değil; tam tersine gücün merkezi devletten bilgiye ve kamusal vicdana dayalı sivil toplum hareketine geçmesidir. Bu da henüz Türkiye’de olmadı.

Yakın bir gelecekte olacak gibi görünüyor mu size?
Belki size çok iddialı gelecek, ama bir ihtimal Doğa Derneği bu uyanış ve dönüşümü sağlayabilir. Çünkü bunu ancak anlık tepkilere ve bireysel çıkarlara dayalı olmayan, arkasını hiçbir ideolojiye yaslamamış, tamamen bilgiye dayalı bir gövde ve vicdan hareketi yapabilir. Nasıl bizim Doğa Derneği teşkilatında türbanlı kızlar, saçı uzun erkekler, ulusalcılar, liberaller, yaşı, gelir düzeyi veya eğitim seviyesi farklı ama kamusal aklı ve vicdanı bir olan insanlar bir araya gelip bir güç oluşturabiliyorsa, tüm Türkiye de bunun başarabilir. Bence bu ülkenin asıl ihtiyacı olan da bu: Ortak bir vicdani duruş.

Peki ne yapalım; sizce hepimiz birleşip Yeşiller Partisi’ni mi kuralım?
Hayır biz parti olmayalım. Biz sadece gerçek bir sivil güç olalım ve bütün partileri yeşil yapalım. Hatta bir tek yeşil de değil. Onları aynıo zamanda medeniyet ve kültürü de önemseyen partiler olmaya zorlayalım. Bunu başarabilirsek işte ben ancak o zaman Türkiye’nin sivilleştiğini ve gerçek bir demokrasi yaşadığını söyleyebilirim.

"PKK'ya karşı baraj" fikri baraj lobisinin son dehası

Baraj yapılırsa Türkiye Suriye ve Irak’ın suyunu mu kesmiş olacak?
Sadece dolma döneminde biraz su kesiyor olacak, ama sonra bırakmak zorunda. Barajın da bir limiti var.

Yani Ilısu, su savaşlarında Türkiye’nin elini güçlendirmeyecek mi?
Suyun azalıp, Dicle’nin tamamen kuruduğu günün hesabı yapılıyorsa bile baraj Türkiye’ye sadece altı aylık bir avantaj sağlar, altı ay sonra zaten barajdaki su da biter. O yüzden çok saçma bir laf bu.

Peki "Nehir boşa akmasın" lafı yanlış mı?
Tamamen bir cehalet ürünü. Çünkü nehir sanıldığı gibi bir kere boşa akan bir şey değil. Nehir akarken oksijen ve besin taşır. Taşıdığı her yere o yüzden bereket götürür. Nehir aktığı için misal Çukurova var, veya balıklar denizde yaşıyor, denizde hayat var. Baraj yaptığınızda ise nehrin taşıdığı o maddeler barajın dibine çöker ve bir süre sonra çamur haline dönüşür. Giderek barajın gövde hacmi küçülür, sonuçta o baraj elektrik dahi üretemez.

Ne işe yarıyor o zaman baraj yapmak?
Biz de zaten bunu söylüyoruz; baraj insanlığın şu ana kadar yaptığı en kötü buluştur. Çünkü nedir barajın mantığı; nehrin önünü keserek suyu nehir vadisinde şişirmek. Peki bütün nehir yatakları aynı zamanda nerelerdir? Dünyada hayatın başladığı ilk yerlerdir. Bütün medeniyetler, bütün kadim kültürler nehir yataklarında kurulmuştur. Siz hayatın bu başlangıç noktasını su altında bırakırsanız aslında hayatın kendisini su altında bırakmış oluyorsunuz.

Peki en son çıkan şu PKK’ya karşı Güneydoğu’yu barajla donatma projesine ne dersiniz?
Baraj lobisinin yeni keşfi olarak görüyorum. İnsanların ülke sevgisini ranta dönüştürme dehası. Bugün milyarlarca dolar bu barajlara harcanacak, sonra da mayın temizleme meselesinde olduğu gibi ülke toprağını temizleyecek kimse bulunmayacak. Milyonlarca dönüm verimli ülke toprağı elden çıkacak. Oysa terörle mücadele, ülke topraklarını korumak için yapılmalı, su altında bırakmak için değil.

Boğaz olmadan İstanbul olursa, Dicle olmadan da Hasankeyf olur

Diyarbakır’dan Hasankeyf’e giderken yola çıkalı henüz yarım saat olmuştu ki Güven Eken sağımızdaki alanı göstererek "Bakın baraj buralardan itibaren başlayacak" dedi. Sorduk:

Hasankeyf’e varmamıza ne kadar var peki?
Bir saat.

Yani dana gideceğimiz bu kadar alan sular altında mı kalacak?
Tabii, bütün höyükler, bütün arkeolojik kazı alanları, yüz binlerce bitki türü ve ancak onlarla yaşayan yabani hayvanlar, hepsi… Şöyle düşünün, Ankara-İstanbul yolu 400 km, bu barajın uzunluğu 175 km. Barajı kağıt gibi dümdüz açtığınızda, yan damarları da dahil yaklaşık 400 km. ediyor. O kadar dev bir proje.

Ama mesela deniyor ki, Hasankeyf’in tamamı sular altında kalmayacak, sadece bir bölümü?
Evet; Sultanahmet, Süleymaniye, Sarayburnu sular altında kalacak, Zeytinburnu, Sultanbeyli dışarıda kalacak. Siz karar verin.

Derinliği nereye kadar çıkacak peki?
Hasankeyf resimlerinde ünlü bir cami vardır ya; El Rızık Camii, işte onun minaresinin tepesine kadar.

Peki oranın gerisinde kalan tepelerde "Yeni Hasankeyf" kurulamaz mı?
Nasıl İstanbul şehrinin kurulmasının sebebi İstanbul Boğazı ve Haliç’in konumuysa Hasankeyf’in kurulmasının sebebi de Dicle ve kollarının konumudur. İsterseniz köprüyü, Topkapı sarayını taşıyın, Boğaz olmadan İstanbul olur mu? Hasankeyf de aynen öyle. Dicle yoksa Hasankeyf de yok.

AKP'li başkan meselenin siyasi olmadığının kanıtı

Bütün Hasankeyfliler mi baraja karşı?
İsterseniz siz sorun, "İstiyorum" diyen çıkmaz.

Sizce isyankâr insanlar mıdır Hasankeyfliler?
Tam tersine devlete çok bağlılar. Mesela PKK’nın barınamadığı bir yerdir Hasankeyf. Zaten çoğu Arap’tır ve oylarını da AKP’ye verirler.

Dolayısıyla belediye başkanı da AKP’li fakat o da baraja karşı?
Bu durum zaten Hasankeyf meselesinin siyasi bir mesele olmadığının en canlı kanıtı. Hasankeyf bir bilinç ve vicdan meselesi. Hasankeyf’teki insanlar AKP’ye yani iktidar partisine oy veriyorlar, ama barajı, Hasankeyf’in sular altında kalmasını istemiyorlar. Çünkü buranın önemini onlar biliyorlar.

Bölgeye geldiğiniz ilk sıralarda halktan hiç kuşku ya da bir tepkiyle karşılaştınız mı?
İlk günden itibaren herkesle kardeş gibiydik, çünkü hepimiz aynı dili konuşuyorduk. Bizim gelip onlara tarih, doğa, kültür diye anlatmamıza gerek kalmadan onlar zaten her şeyi bizden iyi biliyorlardı.

Herkesten bağış kabul etmiyoruz

Kaç üyeniz var sizin?
Henüz altı yaşında bir dernek olmamıza rağmen 20 bin gönüllü, bin kadar da resmi üyemiz var. Üyelerimizin çoğu da mimar ve doktor.

Dernek harcamalarını nasıl karşılıyorsunuz?
Üye aidatımız yıllık 20 lira. Oysa bizim harcamalarımız yıllık bir iki milyon lirayı buluyor. Dolayısıyla çeşitli kuruluşlardan yardım alıyoruz.

Hangi kuruluşlardan?
Bir kere doğayla arası iyi olmayan şirketlerden asla yardım kabul etmiyoruz. Aralarında birkaç büyük şirketin de olduğu ama bizim reddettiğimiz böyle bir listemiz var. İkincisi de toplam bütçemizin yüzde 15’inden fazla bir bağış kabul etmiyoruz. Çünkü bağımsızlığımıza çok düşkün bir derneğiz biz. Buna rağmen de Türkiye’de en hızlı büyüyen dernek belki de Doğa Derneği. Çünkü insanlar gerçekten samimi olduğuna inandıkları bir oluşumu destekliyor ve biz de bu desteği görüyoruz.

O aslında bir doktor

Güven Eken, 1990 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne başladı. Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) üyesi olarak geçirdiği üniversite yıllarında Ege Kuş Gözlem Topluluğu'nu kurdu. Bu süreçte Gediz Deltası'nda ayrıntılı bir kuş araştırması yürüttü. Tıp doktoru olmasına rağmen doğayla ilgili çalışmalarını profesyonelce yürütme kararı aldı ve ekolojik bilimler ve doğa koruma konusunda Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde başladığı doktorasına Wageningen Üniversitesi'inde (Hollanda) devam etti. Bu süre zarfında önce DHKD, daha sonra da Hollanda BirdLife International'da profesyonel olarak çalıştı. BirdLife'ta görev yaptığı yıllarda korunması gereken doğal alanların tüm dünyada aynı yöntemle belirlenebilmesi için "Önemli Doğa Alanları" yaklaşımını geliştirdi ve bu yöntemin dünyada ilk defa Türkiye'de test edilmesinde rol oynadı. Bu yaklaşım, saygın bilimsel dergiler ve IUCN başta olmak üzere uluslararası doğa korumacı kuruluşlar tarafından geniş destek ve kabul gördü. Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, Türkiye'deki tüm biyolojik çeşitlilik verilerini topladığı ilk ulusal veri tabanı Nuh'un Gemisi'ne katkı koydu. 2001 yılından bu yana Atlas Dergisi'nin doğa editörlüğünü ve Yeşil Atlas Dergisi'nin editörlüğünü yürütüyor. Doğayla ilgili 100'ü aşkın yazılı yayını bulunan Güven Eken, Doğa Derneği'ni Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Eken, 2007 yılında dünya "Sıfır Yok Oluş" komisyonu üyesi seçildi ve Marshall Fund'ın "yükselen lider" ödülünü aldı.

TÜMÜNÜ GÖSTER HABERİN DEVAMI:   1  |   2
http://www.yapi.com.tr/haberler/piramitlerden-de-degerli_70509.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!