br >
Hasankeyf'in akıbeti Başbakan'la
anılacak
Peki sonuçta geçtiğimiz hafta Ilıca projesinden yabancı
krediler tamamen çekildi; şimdi ilk planınız nedir? Sayın
Başbakan’dan randevu istemek...Kültür Bakanı’na gittiğimizde onun da bize ilk
söylediği şey konunun artık bu noktadan sonra Başbakana gitmesi
gerektiği...
Diyelim ki randevu verdi; sizce Başbakan "Peki oldu,
baraj yapılmasın" der mi? Umut ediyoruz, çünkü bu aslında kendisi
için de basit bir şekilde imzalanacak, salt teknik bir mesele değil. Sonuçta
UNESCO’ya göre 10 kriterin dokuzunu sağlayan ve dünyada benzeri olmayan bir
dünya mirasının sular altında kalmasından bahsediyoruz. Hasankeyf yok olursa
"Tayyip Erdoğan’ın hatası" olarak tarihe geçecek. Eğer yaşarsa "Tayyip Erdoğan
kurtardı" olacak.
Başbakan bu konuda yeterince bilgilendirilmiş
midir? Hayır, Başbakan hep tek taraflı, bu işi yapmak isteyen
mühendislik şirketleri ve doğal olarak bu işin peşindeki Bakan tarafından
bilgilendiriliyor. Oysa hiçbir siyasetçi orayı görmeden böyle bir karara imza
atmamalı. O yüzden biz kendilerini Hasankeyf’e davet edeceğiz. Hasankeyf’i
Hasankeyf’te anlatmayı önereceğiz. Bu kadar kilit bir konumdaki bir kişinin
meseleyi bir de bizden dinlemesini isteyeceğiz.
Siz farkında değilsiniz ama Doğu Karadeniz
ayakta
Bir ihtimal Hasankeyf kurtarıldı; sizce mesele bitiyor
mu? Hasankeyf bizim için buz dağının görünen yüzü. Bu baraj
meselesinin sembolü. Asıl onun altında en az bin baraj daha var.
Bin baraj daha mı? Tabii, 2023 yılına kadar
baraj sayımızın 500’den bin 500’e çıkarılması hedefleniyor. Kimse henüz bunun
farkında değil, ama Türkiye’de bir baraj salgını var ve bütün derelerimiz
satılmış durumda. Üstelik üstündeki projenin ne olacağı bilinmeden... Bir yandan
ortada çok ciddi paralar dönüyor, ama öbür yanda da Anadolu’nun pek çok yerinde
bir isyan başlamış durumda.
İsyan? Bu basına pek yansımıyor, ama Doğu Karadeniz ayakta.
Ciddi bir halk hareketi var orada. Hatta isterseniz 14 Ağustos’ta Macahel’e
gelip kendi gözlerinizle görün. Türkiye’nin dört bir yanından "su mağduru"
insanlar gelecek ve orada ortak bir yol haritası çizilecek. Herkes tahmin
edemeyeceğiniz kadar tepkili. Niye; çünkü insanların yüzlerce yıldır kıyısında
çiftçilik yaptığı bütün dereler satılmış. Düşünsenize bir tarlanız var, çapa
yapıyorsunuz ve bir gün takım elbiseli, çantalı birisi geliyor, "Bu su benim"
diyor. O zaman oradaki insan da diyor ki "Dur bakalım ben yüzlerce yıldır burada
yaşıyorum, sen kimsin?"
İyi de devlet sattığı dereyi geri almayacağına göre
köylünün "Sen kimsin" demesi bir işe yarıyor mu? Öyle de bir yarıyor
ki... Şu anda Doğu Karadeniz ve Batı Karadeniz’de ne kadar dava açıldıysa
hepsini köylüler kazandı, yürütme alınan kararları işletsin yeter.
Asıl sivilleşme gücün devletten halka
geçmesidir
Sizce Türkiye’nin yasaları çevreyi korumaya elverişli
mi? Elverişli ama uygulanmıyor. Yürütme, çevreyi koruyan yasaları
yeni yasa maddeleri çıkartarak, eklemeler yaparak aşmaya çalışıyor. Bu tabii
şirketlerin ilgisini artırıyor. Dünyadaki bütün maden ve baraj sektörü şu anda
Türkiye’yi kendine pazar olarak görüyor. Çünkü Türkiye kadar koşulsuz şartsız
baraj ve maden tesisleri yatırımlarına kucak açan ikinci bir ülke yok. Bütün
Avrupa, Amerika, Çin herkes burada. Ben hatta en sonunda "Sahibinden Satılık
Ülke" diye bir yazı yazdım, çünkü başka bir tarif bulamadım.
Siz ulusalcı veya milliyetçi misiniz? Hayır,
ben sadece Anadolu coğrafyasına aşık bir insanım. Benim için Türkiye Cumhuriyeti
80 yıldır var, ama biz burada 15 bin yıllık bir insan medeniyetinin
torunlarıyız. Dolayısıyla benim için demokrasi 15 bin yıl öncesi yaşamış
insanların dahi fikrini almaktan başlıyor, sadece bugünkü insanların değil.
Çünkü ben onların da sorumluluğunu taşıyorum. Benim bütün derdim bu.
Ama doğrusu pek alışılmadık bir demokrasi anlayışınız
var? Farkındayım, çünkü bunu bizden başka söyleyen sivil toplum
kuruluşları ne yazık ki fazla yok. Herkes korkuyor; "Acaba devlet bize ne der"
diyor. İnanın, çoğu Hasankeyf ile ilgili bölücü ilan edilmekten dahi
korkuyorlar.
Siz niye korkmuyorsunuz? Çünkü benim için
gerçek bir demokrasi, sivil toplum kuruluşlarının "Ben şunu söylersem devlet
veya şirketler ne der" diye kaygılanmadığı, tam tersine devletin ve şirketlerin
"Biz bunları yaparsak sivil toplum ne der" diye düşündüğü bir
demokrasidir. Ama Türkiye’de şu anda sivil toplum hareketi sadece akıl
dağıtan ve bağış toplayan bir hareket haline dönüşmüş durumda. Hâlbuki akıl tek
başına yeterli değildir. İnsan aklı, yanına gövdesini ve vicdanını da koyarsa
güzeldir, aksi halde akıl tek başına hiçbir işe yaramaz. Sivil toplumun mutlaka
gerektiğinde sokağa çıkması lazım. Gerektiğinde de vicdanı, kamu vicdanını
harekete geçirmesi...
Ama şimdi tam da "Türkiye sivilleşiyor" denilen bir
dönemde söylüyorsunuz bunları? Doğrusu benim anladığım sivilleşme
gücün devletin kendi güç noktaları arasında el değiştirmesi değil; tam tersine
gücün merkezi devletten bilgiye ve kamusal vicdana dayalı sivil toplum
hareketine geçmesidir. Bu da henüz Türkiye’de olmadı.
Yakın bir gelecekte olacak gibi görünüyor mu
size? Belki size çok iddialı gelecek, ama bir ihtimal Doğa Derneği
bu uyanış ve dönüşümü sağlayabilir. Çünkü bunu ancak anlık tepkilere ve bireysel
çıkarlara dayalı olmayan, arkasını hiçbir ideolojiye yaslamamış, tamamen bilgiye
dayalı bir gövde ve vicdan hareketi yapabilir. Nasıl bizim Doğa Derneği
teşkilatında türbanlı kızlar, saçı uzun erkekler, ulusalcılar, liberaller, yaşı,
gelir düzeyi veya eğitim seviyesi farklı ama kamusal aklı ve vicdanı bir olan
insanlar bir araya gelip bir güç oluşturabiliyorsa, tüm Türkiye de bunun
başarabilir. Bence bu ülkenin asıl ihtiyacı olan da bu: Ortak bir vicdani
duruş.
Peki ne yapalım; sizce hepimiz birleşip Yeşiller
Partisi’ni mi kuralım? Hayır biz parti olmayalım. Biz sadece gerçek
bir sivil güç olalım ve bütün partileri yeşil yapalım. Hatta bir tek yeşil de
değil. Onları aynıo zamanda medeniyet ve kültürü de önemseyen partiler olmaya
zorlayalım. Bunu başarabilirsek işte ben ancak o zaman Türkiye’nin
sivilleştiğini ve gerçek bir demokrasi yaşadığını söyleyebilirim.
"PKK'ya karşı baraj" fikri baraj lobisinin son
dehası
Baraj yapılırsa Türkiye Suriye ve Irak’ın suyunu mu
kesmiş olacak? Sadece dolma döneminde biraz su kesiyor olacak, ama
sonra bırakmak zorunda. Barajın da bir limiti var.
Yani Ilısu, su savaşlarında Türkiye’nin elini
güçlendirmeyecek mi? Suyun azalıp, Dicle’nin tamamen kuruduğu günün
hesabı yapılıyorsa bile baraj Türkiye’ye sadece altı aylık bir avantaj sağlar,
altı ay sonra zaten barajdaki su da biter. O yüzden çok saçma bir laf
bu.
Peki "Nehir boşa akmasın" lafı yanlış
mı? Tamamen bir cehalet ürünü. Çünkü nehir sanıldığı gibi bir kere
boşa akan bir şey değil. Nehir akarken oksijen ve besin taşır. Taşıdığı her yere
o yüzden bereket götürür. Nehir aktığı için misal Çukurova var, veya balıklar
denizde yaşıyor, denizde hayat var. Baraj yaptığınızda ise nehrin taşıdığı o
maddeler barajın dibine çöker ve bir süre sonra çamur haline dönüşür. Giderek
barajın gövde hacmi küçülür, sonuçta o baraj elektrik dahi üretemez.
Ne işe yarıyor o zaman baraj yapmak? Biz de
zaten bunu söylüyoruz; baraj insanlığın şu ana kadar yaptığı en kötü buluştur.
Çünkü nedir barajın mantığı; nehrin önünü keserek suyu nehir vadisinde şişirmek.
Peki bütün nehir yatakları aynı zamanda nerelerdir? Dünyada hayatın başladığı
ilk yerlerdir. Bütün medeniyetler, bütün kadim kültürler nehir yataklarında
kurulmuştur. Siz hayatın bu başlangıç noktasını su altında bırakırsanız aslında
hayatın kendisini su altında bırakmış oluyorsunuz.
Peki en son çıkan şu PKK’ya karşı Güneydoğu’yu barajla
donatma projesine ne dersiniz? Baraj lobisinin yeni keşfi olarak
görüyorum. İnsanların ülke sevgisini ranta dönüştürme dehası. Bugün milyarlarca
dolar bu barajlara harcanacak, sonra da mayın temizleme meselesinde olduğu gibi
ülke toprağını temizleyecek kimse bulunmayacak. Milyonlarca dönüm verimli ülke
toprağı elden çıkacak. Oysa terörle mücadele, ülke topraklarını korumak için
yapılmalı, su altında bırakmak için değil.
Boğaz olmadan İstanbul olursa, Dicle olmadan da
Hasankeyf olur
Diyarbakır’dan Hasankeyf’e giderken yola çıkalı henüz yarım saat
olmuştu ki Güven Eken sağımızdaki alanı göstererek "Bakın baraj buralardan
itibaren başlayacak" dedi. Sorduk:
Hasankeyf’e varmamıza ne kadar var peki? Bir
saat.
Yani dana gideceğimiz bu kadar alan sular altında mı
kalacak? Tabii, bütün höyükler, bütün arkeolojik kazı alanları, yüz
binlerce bitki türü ve ancak onlarla yaşayan yabani hayvanlar, hepsi… Şöyle
düşünün, Ankara-İstanbul yolu 400 km, bu barajın uzunluğu 175 km. Barajı kağıt
gibi dümdüz açtığınızda, yan damarları da dahil yaklaşık 400 km. ediyor. O kadar
dev bir proje.
Ama mesela deniyor ki, Hasankeyf’in tamamı sular altında
kalmayacak, sadece bir bölümü? Evet; Sultanahmet, Süleymaniye,
Sarayburnu sular altında kalacak, Zeytinburnu, Sultanbeyli dışarıda kalacak. Siz
karar verin.
Derinliği nereye kadar çıkacak
peki? Hasankeyf resimlerinde ünlü bir cami vardır ya; El Rızık
Camii, işte onun minaresinin tepesine kadar.
Peki oranın gerisinde kalan tepelerde "Yeni Hasankeyf"
kurulamaz mı? Nasıl İstanbul şehrinin kurulmasının sebebi İstanbul
Boğazı ve Haliç’in konumuysa Hasankeyf’in kurulmasının sebebi de Dicle ve
kollarının konumudur. İsterseniz köprüyü, Topkapı sarayını taşıyın, Boğaz
olmadan İstanbul olur mu? Hasankeyf de aynen öyle. Dicle yoksa Hasankeyf de
yok.
AKP'li başkan meselenin siyasi olmadığının
kanıtı
Bütün Hasankeyfliler mi baraja
karşı? İsterseniz siz sorun, "İstiyorum" diyen çıkmaz.
Sizce isyankâr insanlar mıdır
Hasankeyfliler? Tam tersine devlete çok bağlılar. Mesela PKK’nın
barınamadığı bir yerdir Hasankeyf. Zaten çoğu Arap’tır ve oylarını da AKP’ye
verirler.
Dolayısıyla belediye başkanı da AKP’li fakat o da baraja
karşı? Bu durum zaten Hasankeyf meselesinin siyasi bir mesele
olmadığının en canlı kanıtı. Hasankeyf bir bilinç ve vicdan meselesi.
Hasankeyf’teki insanlar AKP’ye yani iktidar partisine oy veriyorlar, ama barajı,
Hasankeyf’in sular altında kalmasını istemiyorlar. Çünkü buranın önemini onlar
biliyorlar.
Bölgeye geldiğiniz ilk sıralarda halktan hiç kuşku ya da
bir tepkiyle karşılaştınız mı? İlk günden itibaren herkesle kardeş
gibiydik, çünkü hepimiz aynı dili konuşuyorduk. Bizim gelip onlara tarih, doğa,
kültür diye anlatmamıza gerek kalmadan onlar zaten her şeyi bizden iyi
biliyorlardı.
Herkesten bağış kabul etmiyoruz
Kaç üyeniz var sizin? Henüz altı yaşında bir
dernek olmamıza rağmen 20 bin gönüllü, bin kadar da resmi üyemiz var.
Üyelerimizin çoğu da mimar ve doktor.
Dernek harcamalarını nasıl
karşılıyorsunuz? Üye aidatımız yıllık 20 lira. Oysa bizim
harcamalarımız yıllık bir iki milyon lirayı buluyor. Dolayısıyla çeşitli
kuruluşlardan yardım alıyoruz.
Hangi kuruluşlardan? Bir kere doğayla arası
iyi olmayan şirketlerden asla yardım kabul etmiyoruz. Aralarında birkaç büyük
şirketin de olduğu ama bizim reddettiğimiz böyle bir listemiz var. İkincisi de
toplam bütçemizin yüzde 15’inden fazla bir bağış kabul etmiyoruz. Çünkü
bağımsızlığımıza çok düşkün bir derneğiz biz. Buna rağmen de Türkiye’de en hızlı
büyüyen dernek belki de Doğa Derneği. Çünkü insanlar gerçekten samimi olduğuna
inandıkları bir oluşumu destekliyor ve biz de bu desteği görüyoruz.
O aslında bir doktor
Güven Eken, 1990 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne
başladı. Doğal Hayatı Koruma Derneği (DHKD) üyesi olarak geçirdiği üniversite
yıllarında Ege Kuş Gözlem Topluluğu'nu kurdu. Bu süreçte Gediz Deltası'nda
ayrıntılı bir kuş araştırması yürüttü. Tıp doktoru olmasına rağmen doğayla
ilgili çalışmalarını profesyonelce yürütme kararı aldı ve ekolojik bilimler ve
doğa koruma konusunda Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde başladığı doktorasına
Wageningen Üniversitesi'inde (Hollanda) devam etti. Bu süre zarfında önce DHKD,
daha sonra da Hollanda BirdLife International'da profesyonel olarak çalıştı.
BirdLife'ta görev yaptığı yıllarda korunması gereken doğal alanların tüm dünyada
aynı yöntemle belirlenebilmesi için "Önemli Doğa Alanları" yaklaşımını
geliştirdi ve bu yöntemin dünyada ilk defa Türkiye'de test edilmesinde rol
oynadı. Bu yaklaşım, saygın bilimsel dergiler ve IUCN başta olmak üzere
uluslararası doğa korumacı kuruluşlar tarafından geniş destek ve kabul gördü.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, Türkiye'deki tüm biyolojik çeşitlilik verilerini
topladığı ilk ulusal veri tabanı Nuh'un Gemisi'ne katkı koydu. 2001 yılından bu
yana Atlas Dergisi'nin doğa editörlüğünü ve Yeşil Atlas Dergisi'nin editörlüğünü
yürütüyor. Doğayla ilgili 100'ü aşkın yazılı yayını bulunan Güven Eken, Doğa
Derneği'ni Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Eken, 2007 yılında dünya
"Sıfır Yok Oluş" komisyonu üyesi seçildi ve Marshall Fund'ın "yükselen lider"
ödülünü aldı.
|