Afetlerin 2016'daki Faturası...
Şehirler Meteorolojik Afetlere Hazır mı?
"Marmara'daki Kabuk Çatırdadı"
Eski Orman Bakanına '17 Ağustos'...
İstanbul'da Rant Yolları Tıkandı
Rantın Adı 'Kamu Yararı' Oldu!
Darülaceze Ranta Açılıyor!
Kentleri Doğaya Açmak Ne Kadar Mümkün?
YAPI Dergisi Nisan Sayısıyla...
'Mega Projeler' Kentleşmeyi...
Topbaş'tan Hızlı Kentleşme Uyarısı
“Otoriter ve Rant Odaklı” Kentleşme Politikaları ile Büyük Afetlere Davetiye Çıkarılıyor
17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi üzerinden geçen 15 yıla yakın bir sürede “güvenli yaşam çevreleri” oluşturulmadığı gibi; afet kavramınının toplum üzerindeki korkutucu etkisi kullanılarak “otoriter ve rant odaklı” kentleşme ve yatırım politikalarına hız verilmiştir.
Bunun sonucunda kapsamlı çevre ve kültür değerleri tahribatı yaşanırken, kamusal ve temel haklarla ilgili kayıplar bütün toplumsal yaşamı altüst edecek şekilde çığ gibi büyümektedir.
İnşaat üzerinden sermaye birikimi elde etmeyi amaçlayan ve “Kentsel Dönüşüm” adı altında sürdürülen bu politikaları hayata geçirmek için çıkarılan; kaynağını bilim, şehircilik ilkeleri ve hukuktan” almayan çok sayıdaki KHK (Kanun Hükmünde Kararname), Torba Yasa, Yasa, Yönetmelik, Bakanlar Kurulu Kararları ve Tebliğlerle yeni rant alanları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu anlamda 29 Haziran 2011’de çıkarılan 644 ve 648 Sayılı KHK ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulması ve imar alanında olağanüstü yetkilerle donatılması. TOKİ’nin yetkilerinin artırılması ve Başbakanın âdeta Türkiye Belediye Başkanı haline gelmesi ve “Dönüşüm Kararları”nın engelsiz bütün ülke topraklarında gerçekleştirilmesinin önü açılmıştır. Aynı sürecin devamı olarak bilimin rehberliğinde “kamu ve toplum yararına” çalışmalarını sürdüren Meslek Odalarına karşı sürdürülen “işlevsizleştirme, etkisizleştirme, sindirme ve tasfiye” çabaları 644 Sayılı KHK ile kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilen yetkilerle, Odaların “özerk ve kamusal kimliğini” yok sayan düzenlemeler tek tek yürürlüğe sokulmaya başlanmıştır. Bu süreçte merkezi yönetimin depreme hazırlık ve afet politikalarına bakışı açısından 16 Mayıs 2012 tarihinde TBMM’de kabul edilen 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Düzenlenmesi Hakkında Kanun” tipik bir örnek oluşturmaktadır. Uygulamaya geçilen bu kanun çerçevesinde kentlerde ve kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltacak, toplumsal uzlaşı sağlanmamış ve geleceğe yönelik “sağlam yapılar ve yaşanılır çevreler” bırakmayı hedefleyecek hiç bir rasyonel proje üretilmemiştir. Bu dönemde kamu yapıları ve alanları, yönetimlerin ve kimi inşaat firmalarının hedefi olmuştur. “Dönüşüm Yasası” ile birtakım kamu yapıları ve lojmanlar hızlı bir biçimde yıkılarak bu yapıların yer aldığı değerli araziler, yapı yasağı olan bölgeler ve nihayet kentlerin yeşil alanları bakımından önemli olan Askeri Alanlar üzerinden yeni rant alanları oluşturulmaya çalışılmaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Başbakanlığa bağlı TOKİ tarafından yürütülen proje ve yapı üretim süreci kapsamlı sorunlara kaynaklık etmektedir. Afet riski altındaki yapıları ilgilendiren ve kentsel dönüşüm amaçlı projeler şehircilik ilkelerine aykırı olarak gerçekleştirilmekte, toplumsal mutabakatı dışlanmakta, bilimsel / teknik bilgi ve uygulamalara uymamaktadır. Bu projeler kapalı kapılar ardında alınan birtakım kararlar ile kamu yararına aykırı bir biçimde uygulanmaya çalışılmaktadır. Bunun sonucunda yeşil alanlar yok edilmekte; kentsel alanlarda en çok gereksinim duyulan kamusal alan ve parklar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Deprem sırasında yurttaşların toplanma yerleri olarak belirlenen yeşil ve boş alanlar dahi yapılaşmaya açılabilmektedir. Son yıllarda gündeme getirilen “çılgın projeler” doğrudan doğal yaşamı, kaynakları ve kentsel süreklilik yaklaşımını hiçe sayan gelişmelere işaret etmektedir. Uygulanan ya da uygulanması düşünülen bu projolerin hem doğal yaşamı hem de ekolojik dengeyi bütünüyle bozabilecek ve çeşitli afet risklerinin de büyük ölçüde artmasını sağlayabilecektir. Biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması ve yeşil alanların yok edilmesi ile birlikte yalnızca yaşam alanları tahrip edilmekle kalmayacak; dünya için büyük bir tehdit olan küresel iklim değişikliği karşısında ülkemizi de savunmasız bırakacaktır. Hükümet ve yetkili kurumlar en az deprem kadar yıkıcı sonuçları olabileceği öngörülen felaket senaryoları için elle tutulur hiç bir adım atmamaktadır. Dünya ülkelerinin küresel iklim değişikliği ve sonuçlarına kendi ülkelerini, kentlerini ve toplumlarını hazırlama, adaptasyon çalışmaları görmezden gelinmektedir. Afetin etkilerini azaltmada en önemli aracımız olan doğal alanların kontrolsüz ve bilinçsiz şekilde tüketilmesi gelecek endişelerinin artmasına neden olmaktadır. Yaşanan deneyimlere karşın günümüzde deprem açısından büyük riskler taşıyan uygulamalara devam edilmektedir. Bu kapsamda Marmaray Projesi için deniz dibinden kazılarak çıkartılan 1 milyon metreküp toprak-molozun Marmara Depremi için son derece önemli olan Çınarcık Çukuru’na dökülmesi; İstanbul Yenikapı ve Maltepe sahilinde ve öteki kıyı kentlerimizde deniz doldurularak depreme karşı güvenli olmayan ve doğayı tahrip eden dolgu alanları yapılması tehlike yaratmaktadır. Yapılaşmaya uygun olmayan zeminlerde, dere yataklarında, kıyılarda ve fay hatlarında yapılaşmalar gerçekleştirilmesi ve hattâ fay hatlarının planda yeri dahi değiştirilerek yapılaşmaya açılabilmesi afet risklerinin nasıl artırıldığını göstermektedir. Her şeyi “meta” olarak gören bir anlayışla bütün ülke toprakları “Dönüşüm Alanı” ilan edilmiş; 10 bin yıllık kentlerde Kentsel Dönüşüm kararları, tarihi kent merkezlerine yönelik yıkım, endüstri mirası, Cumhuriyet’in mimari mirası, kültür varlıklarının ve mekânlarının yok edilmesi kararları verilmekte ve hayata geçirilmektedir. İstanbul’da 3. Havalimanı, Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Köprü hızla devam ederken; Ankara’da AOÇ ve ODTÜ Yolu kıyımları bütün itirazlara karşın gerçekleşmiştir. Kanal İstanbul kararları; Ulus Meydanı Projeleri, HES’ler ve Nükleer Santrallerin yapılması çalışmalarına hız verilmekte; ülkenin dörtbir yanını ve bütün kıyıları betonlaştıracak plan ve uygulama kararları yürürlüğe sokulmaktadır. Kentsel Dönüşüm politikalarının olumsuzlukları yalnızca doğal ve kültürel çevreye verdiği zararlarla sınırlı olmayıp; bir bütün olarak toplumsal yaşamı olumsuz etkileyen ve hak kayıplarına neden olan sonuçlar doğurmaktadır. Bu çerçevede; •kamusal, sosyal, kültürel ve çevresel kayıplar olmuş, •hak ihlalleri ve mağduriyetler yaşanmış, •insanlar yıllarca yaşadıkları mahallelerden sürgün edilmiş, •yetersiz olan kentin yaşam kalitesi daha da düşmüş, •kentsel mekânda toplumu “etnik, inanç ve sosyal sınıf” temelli ayrıştıran uygulamalar gerçekleştirilmiş, •toplum katılımı tamamen dışlanmış, •“demokrasi ve hukuk” normları ise fiilen askıya alınmış, •“inşaata dayalı sermaye birikimi” modeli ile yeni bir sermaye sınıfı yaratılmış, •İmar ve planlama süreçleri tamamen merkezin kontroluna alınmış, •İmar ve kentleşme giderek otoriterleşmenin finans kaynağı haline gelmiş, •yeni yapı üretimi, Selçuklu ve Osmanlı taklidi ile post-modern kopyalardan oluşmakta, •kentler kimliklerini yitirmiş ve “rantiyenin şantiyelerine” dönüşmüş, ve “güvenli yapı ve yaşam çevreleri” hedefi söylemde kalmış ve hiçbir şekilde gerçekleşmemiştir. Kısaca ifade etmeye çalıştığımız tehlikeli gidişten vazgeçilmesi, afet risklerinin azaltılması, güvenli yapılaşmalar ve yaşam çevreleri yerine; uygulanmakta olan “otoriter ve rant odaklı” kentleşme politikalarını güçlendirmek ve önünde kalan engelleri aşmak için yeni bir “Torba Yasa” Hükümetin gündeminde yer almaktadır. Kamu yararı yerine “özel yararı” gözeten, bilim, hukuk, demokrasi ve insan haklarını yok sayan bu politikaların hayata geçirilmesi için atılan adımları tamamlamak amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kendi içinde tutarsız, çelişki ve belirsizliklerle dolu; yasa yapma mantığı ile bağdaşmayan ve işin ehli olmayan kişilerce hazırlandığı anlaşılan, 13 kanunda değişiklik öngören “yasa taslağı” gündeme getirilmiştir. “Torba Yasa” niteliğindeki düzenlemelerle esas olarak, imar, çevre ve yapı denetiminde değişiklikler içeren, TMMOB ve Odalara müdahaleyi kapsayan yeni bir girişim başlatılmıştır. Bu anlayış çerçevesinde çevre ve kültür değerlerini tahrip eden, yerel yönetim yetkilerini ve yurttaş haklarını gasp eden, yapı üretim sürecinde kamu denetimini tamamen ortadan kaldıran, mesleki hakları yok sayan, TOKİ müteahhitlerinin taleplerini karşılamayı amaçlayan, TMMOB ve Odaları işlevsizleştirmeyi, iktidarın emrinde kuruluşlar haline getirmeyi isteyen “3194 sayılı İmar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” gündeme getirilmiştir. Taslakla kentsel dönüşüm ile ilgili çıkarılan torba yasa ve yasalardaki boşlukların tamamlanması ve kentsel dönüşüm uygulamalarının hızlandırılmasının amaçlandığı, TMMOB ve Odalardan intikam alınmak istendiği açıkça görülmektedir. Bu nitelikteki “taslak” pek çok açıdan sakıncalar taşımaktadır. Taslağın, geçmişte yapılan işlevsizleştirme operasyonları ve yetki gasplarının devamı olarak hazırlandığı anlaşılmaktadır. Düzenleme ile TMMOB parçalanmakta, Oda bütünlüğü zaafa uğratılmakta ve Oda iç hukuku yok sayılmaktadır. Oda Yönetmeliklerinin Bakanlığın direktifleri ve programları doğrultusunda hazırlanması zorunluluğu getirilmektedir. Ayrıca Odaların dava açamaz, kamu denetimi yapamaz ve meslek alanını düzenleyemez hale gelmeleri, üyelerle ilişkilerin zayıflatılması, mesleki hakların ve üye hizmetlerinin güvence altına alınmalarının engellenmesi gibi düzenlemeler “taslak”ta yer almaktadır. Bütün bu değerlendirmeler ışığında “yasa taslağı”nın önerilerle, revizyonlarla, şu veya bu şekilde yapılacak değişikliklerle hiçbir şekilde düzelme olasılığı dahi söz konusu değildir, bu nedenlerle iade edilmeli ve gündemden kaldırılmalıdır. Bütün bu karar ve uygulamalar ülkenin ve toplumumuzun depremin yıkıcı etkisi yanında; sosyal bunalımlara, şiddete, çatışma ortamına, mutsuzluklara ve umutsuzluklara dayanan yeni afetlere ortam hazırlamakta ve davetiye çıkarmaktadır. Bu koşullara siyasal alanda izlenen “gerilim ve otoriterleşme” politikalarını sürece dahil ettiğimizde gelecek için çok daha vahim bir tablo söz konusudur. Gelinen aşamada “demokratik normların ve hukukun” hiçe sayıldığı; güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan “kamu denetiminin” ortadan kaldırıldığı, “kentsel dönüşüm” adında sınırsız “yağma özgürlüğü” yetkisi kullanıldığı, yerel yönetimlerin “iktidarın emrinde kuruluşlar” haline getirildiği ya da tümüyle devre dışı bırakıldığı; Meslek Odalarının “özerk-kamu kuruluşu” niteliğine müdahale edildiği ve toplum katılımının yok sayıldığı koşullarda; “güvenli ve sağlıklı kentleşme” ile birlikte Ülkenin “özgür ve demokratik” geleceği için“toplumsal duyarlılık” en önemli ve tek güvence haline gelmiştir. Eyüp Muhcu (Mimarlar Odası Genel Başkanı) Kaynak: Yapı Dergisi 400. sayısı |