inlilerin, milletlerin barış içinde rekabetine vurgu yapan Olimpiyat ruhunu tutuşturma hevesleri kursaklarında kaldı. Tam da dünyanın yükselen gücü olarak tarihlerinde ilk kez Olimpiyat Oyunları'na ev sahipliği yapacakken, karşılarında yarım yüzyıl önce işgal ettikleri Himalayaların ruhani krallığı Tibet'i buluverdiler. 'Hollywood ideolojisi' Tibet budizminin sadece barışçı ve meditasyonla iç huzuru arayan bir dinsel öğreti olduğu kanaatini aleme cihana yaymışken, Çinlilerin bu diyardaki baskıları Batı basınının manşetlerinde arz-ı endam etmekte gecikmedi. Pekin ise herşeyin ayrıcalıklarını yitirmiş dinci Budist rahiplerin başının altından çıktığı tezini dünyaya belletmeye çabalıyor.
'Dünyanın damı' diye andığımız Tibet'teki isyanın Pekin'deki yaz oyunlarından önceye denk gelmesi pek manidar tabii ki. Tibet'te 1951'de başlayan işgalden sekiz yıl sonra baş gösteren isyanın yıldönümünü fırsat bilen budist rahipler (lamalar) epey gürültü çıkardı. Çin'in sopasını da en başta onlar yemiş gibi görünüyor. Zira haberlere bakılırsa, Pekin'in son yıllarda olası isyanları savuşturmak için bölgeye yerleştirdiği Hanlar'ın evlerini ve ticari mülklerini yağmalayan onlar.
Çinlilerin Tibet gibi budizmin bir yaşam biçimi olduğu ruhani krallıkta yarım yüzyılda komünist ütopya yaratamayacağı aşikâr. Richard Gere gibi sıkı eğitimden geçmeyenler için Tibet budizmine akıl sır erdirmek kolay iş değil. Gel gör ki, Tibet hiyerarşisi de dünyanın geri kalanı için pek yenilir yutulur değil. İşin maddi tarafına bakıp Çin işgali ve ardından gelen toprak reformu ile eğitimin laikleştirilmesinin, Tibet'in çoğu yoksul köylü olan sıradan ahalisini, köleliğe mahkum etmiş yolsuz toprak aristokrasisine dayalı dinsel öğretiden kurtardığı da söylenebilir. Ama bu husus 'bağımsızlık' temalı Batı basını haberlerinde pek anılmıyor. Bir istisna, 1999'da yayınlanmış bir Washington Post haberi. Burada 67 yaşındaki eski köle Wangçuk, ruhani lider Dalay Lama'nın sürgünden dönmesi arzusunu anlatırken, onun temsil ettiği sosyal hegemonyayı istemiyor: "Çin komünizmi altında özgür olmayabilirim, fakat köle olduğum zamanlardan çok daha iyi durumdayım."
Tabii bu Tibet'e dair ruhani romantizme yer bırakmayan bir bakış açısı. Madalyonun diğer yüzünde ise Çin'in kapitalizme evrilen kendine has 'komünizmini' emperyal biçimde sürdürme arzusu yatıyor. Tibet gibi stratejik öneme haiz bir diyar da bunun için olmazsa olmaz koşul.
Tarihi İpek Yolu rotası üzerinde Avusturya büyüklüğünde bir toprak parçası olan 2.7 milyon nüfuslu Tibet, Çin'in güney ve orta Asya ile yaşamsal bağı. Mandarin dilinde 'Batı hazine evi' olarak anlıyor. Büyük miktarda demir, kurşun, çinko ve kadmiyum yataklarının yanı sıra rakımın yüksekliğinden ötürü çıkarması masraflı petrol ve doğalgaz rezevrlerine de sahip. 'Su kulesi' diye anılması buzullarıyla Asya'nın büyük ırmaklarını beslemesinden... Çin turizminin yüzde 10'u Tibet'e ait. Böylesi büyük zenginlikler mevzu bahis olunca, Çin, 1980'lerden itibaren bu yoksul bölgeye yönelik komünist politikaları zayıflatıp büyük yatırımlara girişti. 1999'da 'Batılı Kalkınma Kampanyası' başlatıldı, 2006'da ilk trenyolu hattı açıldı. 2010'a kadar 13 milyar dolar yatırım ve dünyanın en yüksek rakımdaki havaalanını inşa etme vaadi var.
Yani muazzam zenginlik projelerine karşın kapitalizme geçişin büyük sancılarını kendi içinde zaten yaşayan Pekin'in, Lhasa'da en son ihtiyaç duyduğu şey, budizm. Geçmişte CIA parasıyla çıkardığı isyanlarda yenik düşen ve kaderine 1989'da aldığı Nobel Barış Ödülü ve 2007'de aldığı ABD Kongre Madalyası'yla birlikte Hindistan'da sürgün yaşamak düşen Dalay Lama da, Çin'in bağımsızlığa asla izin vermeyeceğini epeydir anladığından 'özerklik' temasını işliyor. "Marksizm ahlâki ilkeler üzerine kuruluyken, kapitalizm sadece çıkar ve kazanç üzerine kurulu..Marksizm üretimden eşit faydalanmaya odaklanıyor..çalışan sınıfın kaygılarına eğiliyor. Bu sebeplerden bu sistem bana uyuyor. Kendimi yarı Marksist, yarı budist görüyorum" gibi sözleri de dinden öcü gibi korkan Çinlilerin kalbini yumuşatamıyor.
Velhasıl Tibet, Çin'in yumuşak karnı. Lakin Dalay Lama'ya kızıp da dünyayı Pekin Olimpiyat Oyunları'nı boykota çağıran lamaların pek şansı yok. 10 Mart'taki isyan girişiminden beri Batı'nın 'demokrasi ve insan hakları' adına sergilediği utangaç tavır da oyunların şanını fazla bozacak gibi görünmüyor. Hem Bush da "Olimpiyatlar atletlerle ilgili, politikayla değil" dememiş miydi?
|