Musluklarımızdan akan suyun nereden geldiğini, ne kadar korunduğunu
ve ne içerdiğini biliyor muyuz?" Musluklarımızdan akan su" hangi tehlikelerle
karşı karşıya? Doğa korumacı Sema Atay'ın
kaleminden...
Paşaköy, İstanbul’un, eskiden
Kartal ilçesine ve son yerel seçimlerden sonra Sancaktepe ilçesine bağlı eski
bir yerleşim alanı. Türkiye-Yunanistan arasındaki mübadele anlaşması gereği
Selanik’ten göç edenler tarafından kuruluşu, 1922-23 yıllarına dayanıyor. Konumu
ve eski evleriyle hala kırsal güzelliğini koruyan Paşaköy, geçmişe büyük özlem
duyuyor. Bir zamanlar, Marmara Bölgesini yüzlerce ton tahıl ve İstanbul’un Asya
yakasını süt ürünleri ile beslerken; günümüzde ise tarımsal üretimi durma
noktasına ve geçim sıkıntısı en üst seviyeye gelmiş.
Paşaköy, İstanbul’un
en önemli içme su kaynaklarından, Ömerli Barajı İçmesuyu
Havzası içinde yer alıyor. İçmesuyu havzasının Kısa ve Orta Koruma
Kuşakları içinde bulunması nedeniyle, Paşaköy’de İSKİ (İstanbul
Su ve Kanalizasyon İdaresi) Yönetmeliği kapsamında koruma tedbirleri
uygulanıyor. Ancak Paşaköy’lüler, Ömerli Havzasının genel durumuyla
kıyasladıklarında içinde bulundukları şartlardan şikayetçiler: Örneğin imar
yasağı nedeniyle çocuklarına ev yapamaz, kat çıkamazken; yine içmesuyu havzası
koruma kuşakları içinde yer alan Sultanbeyli ve çevresindeki diğer yerleşim
alanlarında yükselen 5-10 katlı binaları sorguluyorlar.
Paşaköy’lülerin
haklı olarak işaret ettikleri gibi, baraj gölüne en yakın mutlak (0-300 m.) ve
kısa (300-1000 m.) mesafeli koruma kuşakları dışında, Ömerli Su Toplama
Havzasının doğal sınırları ve ekolojik özelliklerine göre bir bütün (entegre)
olarak korunamadığı biliniyor, maalesef. Örneğin, havzayı besleyen su kaynakları
(küçük göller, sulak alanlar vb.) kirlenmiş ve dereler ıslah(!) edilerek yatağı
değiştirilmiş, betonlaşmış durumda. Ömerli Su Toplama Havzası içinde, bir
yanda Paşaköy’dekiler imar yasağı nedeniyle mağdur oluyor; diğer yanda plansız
dev yerleşim alanı Sultanbeyli’nin, “ölü yatırım”
Formula 1 tesislerinin ve bu tesislerin civarında yoğun nüfuslu
lüks sitelerin oluşmasına izin veriliyor?
Paşaköy’de Ömerli baraj gölünü
korumak amacıyla bir atık su arıtma tesisi de bulunuyor. Burada yukarıda
bahsettiğimiz havza içindeki yerleşim alanlarından (Sarıgazi, Samandıra,
Sultanbeyli, Alemdağ Yenidoğan, Sultançiftliği) gelen atık sular
arıtılıyor. Ancak Paşaköy’dekilere göre, özel bir şirketin işlettiği bu arıtma
tesisi düzenli ve tam randımanlı çalıştırılmıyor. Atık suların zaman, zaman
(örneğin yağmur yağdığında) arıtılmadan, olduğu gibi Ömerli baraj gölüne
verildiği iddia ediliyor. Arıtma tesisinin çalıştırılmaması;
yerleşim/tarım/endüstri alanlarından gelen her türlü evsel, ağır metal, tarım
ilacı ve benzeri kimyasal atıkların arıtılmadan göle verildiği iddiası, bir
çeşit cinayet ihbarı olarak kabul edilmelidir. İSKİ ve ilgili diğer birimler
tarafından araştırılmalı, suç/suçlu tespit edilmeli ve kamuoyuna bu konuda bilgi
verilmelidir.
Paşaköy’ün ve
Ömerli Su Toplama Havzasının durumu, aslında İstanbul’un (ve hatta tüm
Türkiye’nin) mevcut şehircilik anlayışını yansıtıyor. İstanbul’da
musluklarımızdan akan suya, değil içmek; diğer günlük kullanımlarımız için bile
güvenmiyoruz. Bu nedenle, evlerimiz ve iş yerlerimizde su şirketlerinden plastik
şişelerde su satın alıyoruz. Şehir suyumuzun temizliğinden ve kalitesinden şüphe
duyuyoruz, çünkü belediyelerimizin su toplama havzalarını (ekonomik, sosyal ve
çevresel politikalarıyla) koruma ve yönetim yaklaşımını yeterli ve güvenilir
bulmuyoruz. Farkında olsak da, olmasak da insanlar, hayvanlar, bitkiler vb.
yeryüzündeki tüm canlılar için hayati önem taşıyan su kaynaklarımızı korumak;
aslında ekonomiyi korumak anlamına geliyor. Su sektörü büyük bir hızla büyüyor:
akarsular özelleştiriliyor, ülkeler su üzerine anlaşmalar yapıyor, temiz su
ihtiyacı ülke ekonomilerini doğrudan ya da dolaylı olarak giderek daha da fazla
etkiliyor.
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de nüfusun büyük
bir bölümü şehirlere göç etmeye devam ediyor. Şehirler sosyal ve çevresel
sorunların yanı sıra; bunlarla bağlantılı kalabalık, işsizlik, fakirlik,
kirlilik ve trafik ile uğraşıyor. Ayrıca bunlara, şehirlere yığılan halkın
konut, su, enerji vb. ihtiyaçlarını ve üretilen çöp yığınlarından kurtulma
gereğini eklemeyi de unutmayalım. Hepsinin üzerinde ise, iklim değişikliği en
son ve önemli tehlikelerden biri olarak şehirlerimizi tehdit ediyor. Son
yıllarda kuraklık, aşırı sıcak dalgaları, yağış ve seller şehirlerimizi vuruyor.
Gerekli önlemler alınmazsa, iklim değişikliğinin sosyal ve çevresel etkilerinin
gelecekte şehirlerde daha da artacağı, hava ve su kalitesini doğrudan
etkileyeceği tahmin ediliyor.
Türkiye’de merkezi ve yerel
yöneticilerimizin ne mevcut şehircilik sorunlarına; ne de iklim değişikliğine
karşı ürettikleri politikalardan, planlandığı önlemlerden haberimiz yok. Aşırı
yağışlar öncesinde kamuoyunu medya aracılığıyla uyarmanın ve sele karşı kriz
masası oluşturmanın dışında neler yapıldığını bilmiyoruz. Ama su kaynaklarımızın
ve geleceğimizin, merkezi ve yerel yöneticilerin geliştirecekleri politikalara,
planlara ve uygulamalara bağlı olduğunu biliyoruz.
Peki Paşaköy’lüler
gibi, biz de yaşadığımız şehirde yöneticilerin izlediği politikaları,
uyguladıkları planları, dağıttıkları içme suyunun temizliğini ve kalitesini
sorguluyor muyuz? Musluklarımızdan akan suyun nereden geldiğini, ne kadar
korunduğunu ve ne içerdiğini biliyor muyuz?* Doğal kaynaklarımız nasıl
korunuyor? Geleceğe yönelik kullanım ve sosyal adalet gözetiliyor mu? Ömerli
Havzasının ya da şehrin diğer içmesuyu havzalarının betonlaşmasına neden engel
olunamıyor? Karar vericiler ve bütün yöneticiler dahil, herkesin
“kontrolsüz şehirleşme/kentleşme” deyip çıktığı bu sorun nasıl
çözülebilir?
Türkiye’de bütün bu soruları ve muhtemel yanıtlarını içine
alan yeni bir şehircilik anlayışına acilen ihtiyaç var. Bu yeni şehircilik
anlayışı, doğru arazi kullanımını; su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini;
“yeşil” mimari, toplu taşıma, geri dönüşüm, yenilenebilir
enerji kaynakları kullanımını ve enerji tasarrufunu teşvik eden politikalardan
oluşmalıdır. Yeşili tahrip eden ve insanları doğadan uzaklaştıran betonlaşmış
şehirlerimiz, onları çevreleyen doğal alanlar ile bir bütün olarak (insanların
fiziksel ve ruhsal bağlantı kurmasının sağlayacak şekilde) planlanmalıdır.
Demokrasilerde bireylerin değer yargıları, karar verme sürecini doğrudan
etkileyebilir ve değiştirebilir. Önemli olan, bizlerin doğaya ve yaşadığımız
yerlerde yeşil alanlara önem vermemiz. Biz aldırmaz, değer vermezsek; karar
vericileri ve yöneticileri bu tutumlarından dolayı eleştirmeye ve suçlamaya da
hakkımız olamaz. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, yaşadığımız sorunlar artarak
devam edecek ve şehirlerimiz yaşanamaz bir hale gelecektir. O zaman yarattığımız
cehennemi bırakıp – piknik yaparken çöplerimizi olduğumuz yere bırakmamız, buna
karşılık gelecek sefer piknik yapmak için aynı yere geldiğimizde temiz yerler
aramamız gibi - başka yerlere gidebilecek miyiz?
* İSKİ web
sitesi (www.iski.gov.tr) ana
sayfasında Tesislerimiz/Su Kalite Kontrol Laboratuarı bölümünde, belli
aralıklarla Ömerli Barajından alınan su örneklerinin aylık ortalama kalite
kontrol raporları veriliyor.
Sema Atay: Doğa
Korumacı
|