006 yılının önemli gelişmelerinden biri de Mittal Çelik Şirketi’nin Arcelor ile bir araya gelmesiydi. Böylece dünya demir-çelik sektörünün bir ve iki numarası birleşmiş oldu. Haber uzunca bir süre Avrupa gazetelerinin birinci sayfasındaydı. Bu birleşme ile birlikte dünya çelik üretiminin yüzde 10’unu gerçekleştiren bir dev ortaya çıktı. Mittal Çelik Şirketi, halen, 49 farklı milletten toplam 224.000 kişiyi istihdam ediyor. Gerçek anlamda küresel ölçekte faaliyet gösteren bir şirket söz konusu.
Peki, Mittal Çelik’in bu küresel operasyon macerası çok mu eskilere gidiyor? Hayır. Şirket, 1989 yılından başlayarak bir dizi anlaşma ve birleşme ile global operasyon alanını oluşturmuş. Latin Amerika’dan Kuzey Afrika’ya, Güney Afrika’dan Orta Avrupa ve Çin’e kadar global bir üretim ve dağıtım ağı kurmuş. Uluslararası Demir Çelik Enstitüsü (IISI) rakamlarına göre 2005 yılında Mittal Çelik’in toplam üretimi 63 milyon ton. Üstelik 2005 yılında Arcelor’un 46.9 milyon tonluk üretim rakamlarını da eklerseniz, ”Yeni Mittal Çelik” 100 milyon tondan fazla üretimiyle dünyanın açık ara en büyük çelik üreticisi konumuna geliyor.
Türkiye’nin toplam üretiminin 20 milyon ton, kapasitesinin ise 35-40 milyon ton arasında olduğunu düşünürseniz, şirket tek başına bizim kapasitemizin 3-4 katı üzerinde bir üretim ağını kontrol edebiliyor. Hatırlayacaksınız Mittal Çelik, Erdemir’i almak için devreye girmişti de alamamıştı. Dolayısıyla aslında durumu bizi de alakadar ediyor.
Mittal Çelik Şirketi’nin tarihi, küresel eğilimleri doğru okumanın, doğru stratejinin tarihi gibi. Demir-çelik talebinin hızlı arttığı bir dönemde, bu talep artışının fiyatları yukarı ittiği bir dönemde Mittal Çelik giderek büyümüş. Aşağıdaki grafikte de gördüğünüz gibi dünya çelik tüketiminin yüzde 50 arttığı 2001-2005 döneminde Mittal, üretimini 4 kat artırmış. Demek ki neymiş? Küresel trendleri doğru okumak, başarı için olmazsa olmaz bir koşulmuş.
Ama bu da yeterli değil. Aynı zamanda hedefe küresel bir oyuncu olmayı da yerleştirmek gerekiyor. Ne kadar küresel bir üretim ağının parçası haline gelirseniz, o kadar iyi. Çağımızda işler böyle yapılıyor. Ne kadar küresel bir üretim ağı oluşturursanız, herkese bu ağ içinde bir yer tanımlarsanız, o kadar başarılı olabiliyorsunuz. Özelleştirme ihalesinden özelleştirme ihalesine koşup, küresel bir üretim zinciri örgütlemek, Mittal Çelik’in yapmaya çalıştığı. İyidir kötüdür ama böyledir. İkinci ders de hemen buradan: Çağımız, küresel düşünme ve eyleme geçme çağıdır.
Peki, bu arada biz ne yapmışız? Dünyada demir-çelik üretimi patlarken biz küresel trendleri doğru okuyup, sektörü yeniden yapılandıramamışız. Gelişmiş ülkelerdeki üretimin ve tüketimin üçte ikisi yassı çelik mamulleri şeklinde gerçekleşirken katma değeri daha düşük olan uzun çelik üretimi bizim ülkemizde toplam üretimin yüzde 80’ini oluşturmakta. Dolayısıyla patlayan demir-çelik talebinden, yalnızca bir süre için artan fiyatlar vasıtasıyla ve Türkiye ve Irak’taki inşaat sektörünün patlamasıyla yararlanmışız. Kapasitemizi azıcık artırmışız. Ama bizden daha hızlı büyüyenler olmuş.
Önümüze iki fırsat gelmiş: Birincisi, Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) ile yapılan anlaşma neticesinde, bize, "2001 yılına kadar sektörü devlet yardımlarıyla yeniden yapılandır" demişler. Yapamamışız. İkincisi ise Çin’deki büyüme neticesinde, artan demir-çelik fiyatları önümüze kendiliğinden yeniden yapılanma için bir fırsat sunmuş. Onu da pek değerlendirememişiz. Ortada bir sanayi politikası olmamasının, bir sanayi politikası stratejisine sahip olmamanın bedelini bir kez daha ödemek zorunda kalmışız.
Çin ve Hindistan’daki büyümenin yarattığı demir-çelik talebi ilgili ülkelerde kapasite artışı getirdi. Çin’deki üretim 2000 yılında 127 milyonken şimdi yaklaşık üç katına, 349 milyon tona çıktı. Şimdi önümüzde Ortadoğu ve Kuzey Afrika pazarlarında yükselen talep var. Bundan yararlanabilmek için iki adet problemimiz var gibi görünüyor:
Birincisi, işgücü maliyetleri rakiplerimize göre daha yüksek. Daha az katma değerli uzun çelik üreticisiyiz. Uzundan yassıya geçişi, geçen talep yükselişi dalgasında gerçekleştirememişiz. Bu nedenle işgücü maliyetleri önemli bir engel. İkincisi ise enerji maliyetlerinin yüksekliği. Pahalı elektrik kullanan sanayiye sahip olmada dünyanın sayılı ülkeleri arasında olduğumuz için şimdi yeni demir-çelik pazarlarında zorlanma ihtimalimiz fazla gibi görünüyor.
Türkiye’de sanayinin temel problemi ikidir:
Birincisi, kimsenin sanayiye, sanayideki farklı sektörlere bakarken bir stratejisi yoktur. Hele global bir perspektif hiç yoktur. Stratejisizlik tutarlı adımlar atmayı engeller. Özellikle bu çağda, fırsatları kaçırmanıza neden olur. Nitekim Türkiye için demir-çelik sektöründe yakın geçmişte aynen böyle olmuştur. Zamanında teknolojik yeniden yapılanma için sunulan ilk fırsat, öyle görünüyor ki, kaçırılmıştır. Bu noktada, sonradan gelen strateji yalnızca maliyeti artırır. Artıracaktır da.
İkincisi, verimlilik artışının önündeki engeller sanayide yeniden yapılanmayı zorlaştırmaktadır. Demir-çelik için Ortadoğu pazarlarındaki canlanma beklentisi gerçek olabilir. Ama rekabet gücünü artıracak tedbirlere ihtiyaç vardır. Teknolojik yenilenmesini tamamlayamamış sektör için işgücü ve elektrik maliyetleri önemli bir yeniden yapılanma engeli yaratmaktadır.
Türkiye’nin ihtiyacı, önümüzü görmemizi sağlayacak bir sanayi politikası çerçevesidir. Her sektör aynı çerçeveden bakılarak değerlendirilmelidir. Aksi takdirde, kur-faiz-borsa üçgenindeki anlamsız tartışmalarda, daha çok fırsatı heba edebiliriz. Türkiye geleceğine sahip çıkmalıdır.
|