29-30 Ekim 2011 tarihlerinde Denizli,
Pamukkale’de toplanan Mimarlar Odası 42. Dönem 2.
Merkez Danışma Kurulu'nun, olağan gündemine deprem maddesi de eklenerek
yapılan tüm değerlendirmeler ışığında hazırlanan sonuç
bildirgesi açıklandı.
Bildirge şöyle:
"Dünyamız, egemen olan küresel kapitalist sistemin sömürü ve savaş
politikaları sonucu yağma, talan, yıkım, işgal süreçlerinden geçmektedir.
Küresel iklim değişiklikleri, afetler, tarih ve doğa değerlerinin yok edilmesi,
toplumsal barışın yerine şiddetin ikame edilmesi, açık işgallere ve iç
çatışmalara bağlı olarak milyonlarca insanın katledilmesi, ekonomik krizler ve
açlık, bu anlayışın doğal yansımaları olarak gündeme gelmektedir.
Evrenin acımasız gelişmeleri karşısında toplumsal tepkiler hızla artarken,
kamuoyuna “Arap baharı” olarak sunulan diktatörlere karşı toplum tepkilerinin,
“sömürünün pekiştirilmesi ve kukla yeni diktatörlüklerin oluşması” için nasıl
bir araç haline getirildiği ibretle izlenmektedir.
Bu koşullarda ülkemiz, egemen olan güdük ve çağdışı politikaların sonucu
Cumhuriyetin kazanımlarını, tarihî ve doğal kaynaklarını, pek çok kamusal ve
toplumsal değerini kaybederken; giderek şiddetin, çatışmaların ve savaşın
merkezi olmanın yanı sıra baskıcı bir zihniyetle otoriterleşme yolunda
doludizgin yol almaktadır.
Bu çerçevede Kürt sorununun çözümü konusunda siyasal iktidar tarafından
izlenen yanlış politikaların katkısıyla oluşan gerilim ve çatışma ortamının
tırmandırılmasından derhal vazgeçilerek, “dostluğun, kardeşliğin ve birarada
yaşamanın” önünün açılması gerekir. Bağlı olarak provokatif yaklaşımlardan uzak
durulmalı, barış için çaba gösterilmelidir. Yine bu kapsamda ülkemizde son
yıllarda olağanüstü artan hukuksuz, anti-demokratik, baskıcı ve otoriter
yöntemlere derhal son verilmelidir.
Gündemimizde değerlendirdiğimiz Van depremi konusunda Danışma Kurulumuz, pek
çok vatandaşımızın ölümüne neden olan bu doğa olayının doğal olmayan yıkımı
karşısında öncelikle tüm halkımıza baş sağlığı dileyip, yaralılarımıza acil
şifalar temenni etmektedir. Van’da yaşanan yıkımlarla yeniden görülmüştür ki,
asıl sorumlu, yürürlükte olan yapı üretim ve denetim sistemi ile yağma ve ranta
dayalı kentleşme politikalarıdır.
Mimarlar Odası olarak, ülkemizde yaşanan önceki depremlerin yıkımının
arkasından, kamu yönetiminin ciddi biçimde zihniyet ve yapısal bir dönüşüm
geçireceğini ümit etmek istemiştik. Ancak, yaşadığımız Van depremi sonrasında da
açıkça anlaşıldığı gibi, kamu yönetimi deprem olgusunu bir bütünsellik
içerisinde ele alarak, kentlerimizin afetlere hazırlanması ve ortaya çıkabilecek
zararların en aza indirilebilmesi için yeni yöntemler geliştirememiştir.
Deprem ve yıkımı karşısında Oda olarak görüşlerimizi kamuoyuyla pek çok defa
paylaşmamıza karşın, geçen sürede yetkililerin sürece karşı olumlu bir
yaklaşımını görmek mümkün olmamıştır. Hatta uygulanmakta olan yağma ve talan
politikaları ile kentlerimiz afetlere daha açık hale gelmektedir.
Danışma Kurulumuz kamu yönetiminden sağlıklı ve güvenli bir yaşam çevresi
talep etmektedir. Bu talep kent, kültür, demokrasi ve mimarlık ortamı için
gerekli olduğu kadar, afetler karşısındaki temel yaklaşımımızı da
oluşturmalıdır. Bu bağlamda “sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı”
toplumsal bir talep haline gelmedikçe, ülkemizde depremlerin yol açtığı yıkımlar
kaçınılmaz olacaktır.
Van depremi sonrasında yaşanan afetin sorumluluğundan kurtulmak için
iktidarın “depremi bahane ederek” 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerini iptal
etmesi bir başka samimiyetsizlik örneği olarak görülmektedir.
Ülkemiz tarihinde çağdaşlaşma, uygarlaşma yolunda yaşamsal bir öneme sahip
olan Cumhuriyetin ilânının 88. yıldönümünü kutlarken, kazanımların
“eşitlik-özgürlük ve demokratik” değerlerle buluşması yönünde adımlar atılması
gerekirken, bugün var olan kazanımları geriye götüren ve hatta yok eden
politikalar bizleri kaygılandırmaktadır. Van depremi bahane edilerek, Cumhuriyet
Bayramı törenlerinin tamamen iptal edilmesi bu anlayışın son yansımaları olarak
değerlendirilmekte ve kınanmaktadır.
Danışma Kurulunun ağırlıklı gündemi olarak, 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri
sürecinde çıkarılan ve tüm meslek örgütlerini “işlevsizleştirme ve tasfiye”
amacı güden hukuka ve Anayasa’ya göre “yok” hükmünde olan Kanun Hükmünde
Kararnameler (KHK) değerlendirilmiştir.
İktidarın meslek Odalarına yönelik sindirme ve işlevsizleştirme tavrı, son
yıllarda giderek daha belirgin hale gelmiştir. Başta TMMOB ve Mimarlar Odası
olmak üzere meslek Odalarını “ayak bağı” ve “engelleyici” olarak gören yönetim
anlayışı, ulusal uzlaşma ile elde edilmesi ümidini taşıdığımız yeni Anayasa
çalışmaları öncesi son hamlesini yapmış bulunmaktadır. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında çıkarılan 644 sayılı KHK ile
Odaların “özerk ve kamusal kimliği” yok sayılmakta, böylece bu alan boşaltılmaya
çalışılmaktadır.
TMMOB ve Mimarlar Odası faaliyet gösterdiği yarım yüzyıllık tarihinde pek çok
zorlu dönemlerden geçmiş, ancak “kamu ve toplum yararına” yürüttüğü
çalışmalarını ısrarla sürdürmüştür. AKP iktidarları ile “ileri demokrasi”
söylemi altında anti-demokratik girişimler kaygı verici düzeye ulaşmıştır.
Ancak, KHK çıkartma süreci ile meslek Odaları, bu kez çok daha farklı bir
boyutta “otoriter bir uygulama” ile karşı karşıya bırakılmaktadır.
Bütün bu süreçlerin altındaki temel amaç net biçimde görülmektedir. Kamusal
hakları ve demokrasiyi savunan duyarlı kesimleri “engel” olarak gören yönetim
anlayışının tahammülsüzlüğü tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir. Bu
tahammülsüzlüğün son ürünü olan KHK’ler ile demokratik ülkelerde uygulanmakta
olan “meslek örgütlerinin kendi gelişimlerini belirleme hakları” görmezden
gelinerek, “Odaların yandaş yapılara dönüştürülmesi” adeta dikte
edilmektedir.
644 sayılı KHK yalnızca Odaların yapısına, işleyişine, saygınlığına karşı bir
müdahale olarak kalmamaktadır. Bu yapılanma güçlü yerel yönetim anlayışını şiar
edindiğini söyleyen bir iktidarın tüm imar ve planlama yetkilerini merkezde,
kendi uhdesinde toplaması sonucunu doğurmaktadır ki bu, yerel yönetimler için
bile kabul edilemez bir yetki gaspı olarak karşımızda durmaktadır. Tüm bu süreç
yaşanırken yetkileri gasp edilen yerel yönetimlerin suskun kalmalarını anlamak
mümkün değildir.
648 sayılı KHK kapsamında koruma kurullarına yönelik yapılan yeni düzenleme
ise ülkedeki tüm tabiat ve kültür varlıklarının korunması kararlarını tek bir
noktada “bakan inisiyatifine” bırakmaktadır. Kurulların yapısı tekelci bir
anlayış ile yeniden yapılanmakta, tüm bu süreçlere karşı sessizliğini koruyan
üniversiteler ile meslek Odalarının kurullara katılımı engellenmektedir. Böylece
bu alanlarda da engelleyici olarak görülen Odalar ve üniversiteler kurullardan
tasfiye edilmektedir. Bu anlamda koruma kurulları da merkeziyetçi bir yapıya
dönüşmektedir.
Bütün bu süreçlerin sonunda Mimarlar Odası yeni bir mücadele ortamını
oluşturmak iradesini ortaya koyacaktır. Toplumun tüm dinamiklerinin harekete
geçirilmesi, üyelerimiz ve diğer STK’lar ve meslek Odaları ile varolan diyalog
ve işbirliğinin geliştirilmesi Mimarlar Odası, TMMOB ve diğer Odaların asli
görevleridir.
Mimarlar Odası, hukuksuz biçimde çıkartılan KHK’lerin Anayasa Mahkemesi’nde
iptal edilerek ortadan kaldırılması amacıyla gerekli kamuoyunu oluşturmak için
tüm meşru haklarını kullanacaktır.
Mimarlar Odası mesleki ve demokratik hakların korunması ve sağlanması,
mimarlık ve kent değerlerinin korunması ve geliştirilmesi, bilimin rehberliğinde
kamu ve toplum yararının gözetilmesi yönündeki çabalarını, meslektaşlarımız,
duyarlı tüm kesimler ve yurttaşlarımızla birlikte sürdürmeye kararlıdır.
Meslek Odaları, meslek ortamının ve demokrasinin olmazsa olmaz
güvenceleridir. Onlara sahip çıkmak, yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkmak
demektir.
|