Bugünlerde yolum sık sık Karaköy
Meydanı’na düşüyor. Kentin tarihi merkezindeki bu meydanın sürprizler
ve heyecan yaratıcı detaylarla dolu bir yer olduğunu söyleyebilirim. Tabii eğer
yayaysanız. Kendi deneyimimden birkaç örnek vereyim: Kemeraltı
Caddesi’nden meydana geldiğinizde kaldırım aniden bitiveriyor.
Kendinizi ana caddede buluyorsunuz. Bundan sonraki karar size bırakılmış: İster
hızla arkanızdan gelen araçlarla birlikte asfaltta koşarak, ister birkaç metre
yükseklikteki duvara çekirge gibi zıplayarak parkuru tamamlamanız mümkün. Ancak
burada hemen söylemek gerekir ki asfaltı tercih eden yayaların (otomobillerinki
gibi) dikiz aynalarının olmaması önemli bir eksiklik. Acaba yayaların da
kendilerini sollayan araçları görmeleri için cadde kenarındaki duvara belli
aralıklarla birer ayna monte edilemez mi? Ayrıca kaldırımın bittiği noktaya
“dikkat yola yaya çıkabilir” levhası konabilir. Acaba burada bir gün içinde kaç
kaza oluyor? Yetkililer istatistikleri dikkate alıyorlardır, mutlaka.
Kaldırım otoparkları
Karaköy Meydanı’na detaylar değil, “konsept” üzerinden
yaklaşmak da mümkün. İlk bakışta meydanı tasarlayan Büyükşehir
Belediyesi yetkililerinin yayaları kaldırımda tutmayı arzuladıkları belli
oluyor. Bunu önümüze çıkan ferforje taklidi, lale-cami kombinasyonlu sivri
uçlarla süslü, “kentin alameti farikası” haline gelen siyah parmaklıklardan
anlıyoruz. Demek ki caddeleri bonkörce yayalara sunan, hatta kaldırımlara dev
çöp konteynerleri gibi engeller koyarak kullanmalarını teşvik eden yetkililer,
meydanda “konsept” değiştiriyorlar. Yayaların caddeyi değil, yeraltı geçidini
kullanmasını istiyorlar. (Kiraların yüksekliğinden şikayet eden yeraltı çarşısı
esnafının beklentileri de bu yönde olmalı.) Ama hayır. Çok geçmeden
yanıldığınızı anlıyorsunuz. Bu süslü parmaklıkların (başta İETT’nin makam
araçları olmak üzere) kaldırıma park eden otomobiller için yapılmış.
Ana caddelerin kesişme noktasındaki kaldırım otoparkı girişi, buna bir örnek.
Sürme kapı biçiminde tasarlanmış bu süslü parmaklıklar kaldırıma çıkacak araçlar
için açılıyor. Zaten kaldırımlar ne işe yarar diye sorarsanız, bu sorunun
birinci yanıtı “araç park etmeye” olmalı. Çünkü bu parmaklıklar yayaların
kaldırıma erişimi engelleniyor. Bu noktada yetkililere şöyle bir önerim
olabilir: Acaba yayaları (araçlar gibi) da içeri almak için açılır parmaklıklar
tasarlanamaz mı? Çünkü araçların kaldırımda, yayaların caddede olması turistler
için iyi bir görüntü oluşturmuyor. Bu görüntü kentin imajı açısından da hoş
değil.
Teller ve parmaklıklar
Bu küçük eleştiriyi getirdikten sonra, yetkililerin kaldırım otoparkı girişi
yanında yayalar için küçük bir geçit bıraktıklarını belirtmek lazım. Ne de olsa
burada bir de Tünel girişi var. Ama söylemek zorundayım, caddenin karşı
tarafında bu hoşgörüden eser yok. Buradaki boşluk paslı tellerle “örümcek ağı”
gibi örülerek, kapatılmış. Böylece yaya olarak otobüs durağına ve tramvaya
kaldırımdan değil, parmaklıkların dışından, caddeden yürüyerek
ulaşabiliyorsunuz!
Zaten meydandaki kaldırımların, parmaklıkların, tellerin, engellerin bir
işlevinin olmadığını fark ediyorsunuz. Çünkü meydandaki yaya akımının ana
kaynağı olan otobüs ve tramvay durakları buraya yerleştirilmiş. Öyleyse yayaları
kim tutacak? Nitekim bu açıklıklardan yayalar caddelere, araçlar da kaldırımlara
doğru sürekli hareket halinde. Özellikle (bütün gün) otobüs durağının arkasına
park eden araç sahipleri, kendilerine küçük de olsa zorluk çıkaran engellerle
baş etmenin yollarını bulmuşlar. Gene de bu parmaklıklar işlevsiz (yalnızca
dekor niyetine yapılmış) değil. Meydanın vazgeçilmezlerinden biri de günün
değişik saatlerinde caddeye doğru genişleyen (ve kokan) çöp dökme alanları. Çöp
alanları, otobüs duraklarına bitişik olarak yerleştirilmiş. Bu alanlar da
yetersiz kalınca çöplerin meydan boyunca bu parmaklıkların lale-camili sivri
bölümlerine asıldığı görülüyor. Çok pratik bir buluş! Sivri demirlerin üzerinde
flamalar gibi sallanan poşetler, hem meydana ayrı bir hava veriyor hem de çöp
döküntülerinin caddeyi ve durağı kapatmasını engelliyor. Bu arada (mutat olduğu
üzere) meydanda inşaat çalışmaları sürüyor. Bankalar Caddesi’nin girişi
molozlarla kapatılmış. Gene konsepte uygun olarak, tarihi binaların
tonozlarından, duvarlarından kalan yıkıntı parçaları özenle korunarak,
cephelerde dekor olarak kullanılmış.
Savaş alanı gibi
Yetkililer Karaköy’ü yayalarla araçların aynı anda kullandığı “nostaljik” bir
köy meydanı tarzında tasarlamak istemiş olabilirler. Nitekim kaldırımdaki park
eden araçların yanında tarım makineleri, ziraat aletleri de sergileniyor.
Boşlukları değerlendirmekte esnaf, seyyar satıcılar, kimlik kaplamacılar,
hıyarcılar, sıkma portakalcılar ve burayı kendi özel otoparkı olarak kullanan
resmi kuruluşlar, araç sahipleri, herkes ustalaşmış. Örneğin meydanın deniz
tarafındaki boşluğa bile bir elektrik trafosu yerleştirilmiş. Meydanın her
köşesinde çoğulcu bir yaklaşım göze çarpıyor: Meydanı sınırlandıran ögelerin
kimi yerde demir, kimi yerde alüminyum boru, kimi yerde beton, kimi yerde
zincir, kimi yerde ahşap, kimi yerde pleksiden yapıldığı görülüyor. Yer döşemesi
derseniz, çeşit çeşit: Kimi yerde beton, kimi yerde asfalt, kimi yerde granit,
kimi yerde parke, kimi yerde mermer, kimi yerde toprak ve çamur... Bunlara bir
de “savaş geçirmiş gibi” duran binaları, kaldırımları, basamakları, beton
dubaları eklediğinizde manzara tamamlanmış oluyor. Deniz manzaralı otoparkları,
suya uzanan kanalizasyon borularını da hesaba katınca bu meydanın kentin bir
aynası olduğunu söylemek mümkün.
“Karaköy de bir şey mi? Sen gel de bir Eminönü Meydanı’nın haline bak”
diyorsanız, benim korktuğum da bu. Çünkü Eminönü, Kadıköy, Beyazıt gibi kentin
önemli meydanları yıllarca uğraşılarak bu hale getirildi. (Karşılaştırmaya
kalkınca “bırakın böyle kalsın” demek mümkün.) Yeri gelmişken soralım: Bu
müstesna kamusal alanı, Karaköy Meydanı’nı en son olarak kim tasarlamış? Bir
hatırlayan var mı?
|