ecekondulara kurulmuşsunuz denize karşı deniliyor, evet ya kurulduk, biz
baldırı çıplaklar hak ediyoruz bunları. Asıl sorulması gereken soru, parası
olanlar neden buraya layık? Oysa biz ağır bedeller ödüyoruz. Beş dakikalık haber
bülteniyiz onlar için ve bunun üzerinden de saldırıyorlar. Ama biz beş dakikalık
haber bültenine konu olmak için bir ömür harcıyoruz.
Bu cümle
Küçükarmutlu’da yaşayan Gülay’a ait. 10
yaşında geldiği Küçükarmutlu’dan sürülmek isteniyor Gülay, uzağa, şehrin
çeperlerine. İsyanı bu yüzden... Bahane mi? Ondan kolay ne var: Küçükarmutlu bir
“terörist yuvası” ve “temizlenecek”. Üstelik yalnız orası mı? Tarlabaşı,
Süleymaniye, Gazi Mahallesi, Balat, Sarıgazi, Başıbüyük, Mamak, Dikmen,
Kuruçeşme, Kadifekale... Kimi “suçlular”dan arındırılacak, kimi “insanca” yaşama
alanlarına kavuşturulacak. Yani alışveriş merkezleri, plazalar, lüks konutlar
yapılacak. Ayazma ve Sulukule’de temizlik çoktan başladı! Bunun adı,
Kentsel Dönüşüm Projesi. Türkiye’nin dört bir yanında
uygulanacak.
Mekânlardaki dönüşüm
düşünülünce, metropollerin yeni sahipleri de ortaya çıkıyor. Gazeteci
Gülşen İşeri, Su Yayınları’ndan çıkan
“Metropol Sürgünleri” kitabında işte bunları anlatıyor.
Michael Moore’ın Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi
filmindeki bir cümleyle başlıyor önsözüne; “Her şeyi olanlarla hiçbir şeyi
olmayanlar arasında isyan kaçınılmazdır”. İşeri, İstanbul, İzmir ve Ankara’da on
dört mahalle dolaşıp, “hiçbir şeyi olmayanlar”la tanıştırıyor bizi. Çünkü
yıkılacak olan mahalleler, binalar değil, binlerce insanın yaşamı, o da biliyor.
“Tüm bunları” diyor, “akademik bir dil kullanmadan, sadece izlenim olarak
yazdım. Onlar anlattı, ben dinledim. Onlar ağladı ben yazdım, onlar sustu ben
hiç konuşmadım. Onlar, bu toprakların asıl sahipleri: Yoksullar; hiçbir şeyi
olmayanlar.”
Şimdi, Gülşen İşeri’ye kulak vermeye ne dersiniz?
- Metropol sürgünleri kimler?
- Bu hayatta hep
ötekileştirilen, kimliksizleştirilenler… Kimine “terörist” damgası vurularak,
kimine Çingene, kimine de Kürt denilerek bu hayatın ötesine çoktan itilmiş
olanlar, yoksullar... Bana göreyse bu toprakların asıl sahipleri... Elbette ki
sürgünler. Köyleri yakılıp gelenler var bu kentlere, yoksullukla baş
edemeyenler...
- Evet, köylerinden şehre gelerek bir sürgün, göç
yaşayan bu insanlar, şimdi de kentsel dönüşümle yeniden yerlerinden edilecekler.
Siz Kentsel Dönüşüm’le ilgilenmeye ne zaman başladınız? Neden bu konu ilginizi
çekti?
- Sanıyorum bu soruyu çocukluğu Küçükarmutlu’da geçmiş
biri olarak yanıtlamam gerek. Çünkü, “hadi bu konu çok ilginç, ben bunu yapayım”
diye yola çıkmadım. Hayatımda hep bir sürgün hali vardı. “Ötekileştirmenin” ne
demek olduğunu görerek, duyarak değil, bizzat yaşayarak öğrendim. Yıllardır hep
bir yıkım korkusu üzerimize sinmişti. Varını yoğunu, her şeyini bırakıp barınmak
için bir yer bulanlar çok ağır bedellerle zaten tanışmışlardı. Ben de buna
kıyısından köşesinden bulaştım. Kentsel Dönüşüm 2003’ten sonra Türkiye’nin
gündemine oturdu. Oysa benim yaşadığım yerde farklı projelerle çoktan gelmişti.
Başını sokacak bir ev yapıp, ağır bedel ödeyenlerin bir gün kapıları çalınıp
burası yıkılacak sözünü duymaları bile çok ağır bir travmaydı. Düşünsenize her
yıl size başka bir tezle geliyorlar... Mahalleliler ise yıkımla yaşamasını
öğreniyorlar ya da öğrenemiyorlar... Dolayısıyla bu mahalleler ilgi alanım değil
de yaşadığım yerlerdi. Günün birinde elbette yazacaktım. 2004’ten sonra
yaygınlaşan Kentsel Dönüşüm’ün, insanların hayatlarını bitirmek üzere olan bir
proje olduğunu anlamam çok zor olmadı. O mahallelerin ruhunu iyi bilen biriydim,
bu yola çıkarken düşündüğüm tek şey dinleyeceğim hikâyelerin beni bir kez daha
isyana çağırmasıydı... Öyle de oldu, kalbin ve yazının isyanı ağır bastı.
|