on zamanlarda Mersin'den ne ses var, ne seda... Bu gibi durumlardan "sorun olmadığı"nı anlarız. Çünkü "uygarlık"lar nerede "tehlike"deyse, belki de "ilk öğrenen"ler arasındayız. Mersin sustuğuna göre, ya can sıkıcı gelişmeler yok ya da pek duyurmuyorlar!
Geçenlerde Kanaltürk'teki 'Kente Bakış' programımızı, Muğla'da çekilen "Dondurmam Gaymak" filmine ayırmıştık. Yönetmen Yüksel Aksu ve Belediye Başkanı Osman Gürün'le birlikte Mersin Valisi Hüseyin Aksoy da konuğumuzdu. Muğla'daki valiliği sırasında diğer kültür projeleriyle birlikte bu filmi de destekleyen Aksoy'a sorduk: "Mersin'de nereden başladınız?"
Önceliği "eğitim"e verdiğini; "sokaklarda çalışan çocuklar"ın "okullu" olmalarını sağlayacaklarını söyleyen Aksoy, 200 çocuğun 20 dalda kursa yazıldığını belirterek dedi ki: "Aileler hiçbir mazeret ileri süremeyecek; Mersin'de okula gitmeyen çocuk kalmayacak."
Valinin bu "önceliği"ni dinleyince hem kutladık, hem de düşündük; Mersin bir zamanların okuma rekoruna sahip kentimizdi. Üç büyük ilimizden sonra "Devlet Opera ve Balesi"nin bulunduğu tek ilimiz. Dünyada, üç semavi dinden mezarlıkların "yan yana" olduğu başka kent yok. Türkmen kültürünün insancıl birikimleriyle yaşayan kentte, Latin-İtalyan Kilisesi ve Arap-Ortodoks Kilisesi hâlâ açık. Üniversitesi de "genç yaşta olgunlaşma"nın örneğini sergiliyor...
Bu kültürel gelişmişliğin yanı sıra Türkiye'nin dört serbest bölgesinden birisine sahip; Akdeniz'deki en büyük limanımız; ülkenin ilk en yüksek gökdeleni bile Mersin'de...
Peki, bütün bunlara rağmen, "sokakta çalışan okulsuz çocuklar"ın sürekli çoğalmaları acaba neden?
Önce mimari katledildi
Kentin yazarlarından Mirza Turgut'un yakın geçmişi özetleyen bir makalesini okumuştum. 80'lerde başlatılan "betonlaşma"ya, aynı zamanda "mimari katledilme ve çirkinleşme dönemi" diyerek şöyle yakınmıştı: "Böylece 20 yılda, şimdi ah vah dediğimiz bir Mersin resmiyle karşı karşıya kaldık... " ( 5 Eylül 2006-Ufuk Turu Net )
Bunun nedenleri arasında, "Güneydoğu'dan yoğun ve sürekli göç" baskısının payı büyük... Cumhuriyetin "dengeli kalkınma"sını 50'lerde terk eden politikalar, 80'den sonraki "Güneydoğu'nun ihmali "yle doruğa çıkınca, Mersin de "işgal"le tanışmış oldu...
Ne var ki bu "baskın"ın kaçak yapılaşmasına "teslim olmak" yerine, göçle gelenleri de "imar disiplini" içinde "kentli" kılmaya gayret etmek mümkün değil miydi?
Mersin, bu soruya "evet" denilebileceğini ancak 2000'lere doğru yaşamaya başladı. Başta TMMOB üyesi mimar ve mühendis odaları olmak üzere, Ticaret ve Sanayi Odası, işadamları dernekleri, gönüllü kuruluşlar ve sanatçılar, yasadışı kentleşmeye direnişlerini yükselttiler.
Örneğin, kent içinde trafiği rahatlatma adına kalıcı tahribatlar yaratacak "Halil Paşa Köprüsü" projesine hemen herkesin tepki göstermesi, yerel yönetim seçimlerinde bile etkili olmuştu. Nitekim 1999'dan bu yana, kamuoyunun aynı şiddette karşı çıktığı başka bir yapılaşma da pek gündeme gelmezken; 2000'lerle birlikte kıyıdaki işgalci yapıların yıkılmaya başlanması da "kent kültürünün zaferi" gibiydi.
Bu değişimin son yıllardaki ürünlerine "Cumhuriyet Meydanı" ile kıyı şeridindeki "Atatürk Parkı", beş yıldır süren "uluslararası festival", Mersin-Karaman Bölgesi 1/100 bin ölçekli planlama çalışması, deniz turizmini yaylalarla ve kış turizmiyle buluşturmaya aday "Tarsus-Gülek-Karboğazı Kültür ve Turizm projeleri" de eklenebilir.
Yerel yönetimin öncelikler
Şimdi Vali Aksoy, işte böylesi yüz güldüren bir süreçte kolları sıvarken; Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan'ın izlediği kültür, sanat ve kent uygarlığına dönük yerel yönetim politikası da, 1980'lerden sonraki tahribat döneminin hemen tüm yıpratıcı izlerini ortadan kaldırmaya dönük önemli çabalar arasında.
Bu arada Karaduvar'daki kimyasal tesislere yeni bir organize sanayi bölgesinin yapılması, kentin genel arıtma tesisinin artık ertelenmemesi gibi beklentiler de Özcan'ın omuzlarındaki önemli görevlerden bazıları.
Geçenlerde Mersin Üniversitesi'nin yeni rektörü Prof. Dr. Süha Aydın'ın bir açıklaması da gözümüze ilişmişti. Kentin, Cumhuriyet döneminde temelleri atılmış olan "bilimin yol göstericiliği" geleneğini yeniden etkin kılmak üzere üniversitenin daha da etkin katkılar yapacağı anlaşılıyor.
Sözün kısası; Mersin ne kadar sessiz ve derinden gitse de, öyle görünüyor ki kentin değerlerini bilen bizim gibi meraklılar için kaygı verici değil, " umutları yücelten " bir dönemi yaşıyor... Toplumsal sorunlara duyarlı valisiyle, aydınlanmaya bağlı yerel yönetimiyle ve kenti sahiplenen sivil-akademik kurumlarıyla, 2007 yılına karamsar girmeyen il lerimizden biri gibi.
Umarız, ilk buluştuğumuz zaman da aynı izlenimleri edinir, yanıldığımızı görmeyiz.
|