Bergama köylü hareketi ile başlayan ve “siyanür
linçi” yöntemiyle işletilen altın madenlerine karşı yürütülen
mücadelelerin, ülkemizdeki ekoloji hareketlerinde önemli bir
yeri var. Yaşananlar, Türkiye’nin 20 yıllık siyasi iktidarlarının ekoloji
politikalarının değerlendirilmesi konusunda da önemli ipuçları verir. Canlı
yaşamının korunmasına öncelik verildi mi, ekolojik taşıma kapasitesi ve
toplumsal yarar dikkate alındı mı? Yoksa, yalnızca madenci şirketlerin çıkarı mı
göz önüne alındı, kalkınma masalıyla yıkıma giden yolda ısrar mı edildi?
Altın madeni üzerine yapılan tartışmaların ana ekseni, yaratacağı çevresel
riskler oldu ve konu mahkemelere taşındı. 1982 Anayasası’nın yüz akı
“sağlıklı çevrede yaşama hakkı”nı düzenleyen 56. maddesi de
yaşam savunucularının işini kolaylaştırdı. Ovacık ile başlayan süreçte önemli
hukuksal kazanımlar elde edildi. Bunun üzerine yerin altındaki madenlerden büyük
kazançlar elde etmeyi hedefleyen küresel şirketler, “bu yasalarla Türkiye’de
madencilik yapılmaz, yabancı sermaye gelmez” itirazlarını yükseltti. Ardından,
gündeme gelen yasa değişikliği çok tartışıldı, yaşam savunucuları, “bu yasa
değişiklikleri yaşamı korumaz, yeraltı kaynaklarının talanına yol açar” diye
haykırdı ama dinleyen olmadı. Maden Yasası ile birlikte toplam 11 yasada önemli
değişiklikler yapan “5177 Sayılı, Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun”, 2004’ün 5 Haziran’ında yani Dünya Çevre Günü’nde
yürürlüğe girdi. Değişiklikle orman alanları, milli parklar, su havzaları, sit
alanları dahil olmak üzere bütün hassas alanlar madenciliğe açıldı,
çevresel etki değerlendirme (ÇED) ve gayrisıhhi müessese izin
süreçleri de Bakanlar Kurulu’nun çıkartacağı yönetmeliğe bağlandı. Tartışmalar,
yasanın çıkmasından sonra da sürdü, aslında yasanın kimin yararına olacağı, ta
baştan belliydi. Newmont’un yöneticilerinden Gordon
Nixon, “Maden Yasası’nın Ankara’daki Newmont yetkilileri ile eşgüdüm
içerisinde hazırlandığını” söylemişti. Eldorado Gold Şirketi
temsilcilerinin kaygılarını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
“Maden Kanunu Meclis’te, yabancı yatırımın önünü açan yasa da çıkarıldı
sorunlarınız çözülecek” sözleriyle gidermeye çalışmıştı.
Yargı kararını verdi
Tartışma hukuksal düzlemde de devam etti, yasanın iptali için Anayasa
Mahkemesi’nde, yönetmeliklerin iptali için de Danıştay’da davalar açıldı.
Anayasa Mahkemesi, dört buçuk yıl sonra, bütün hassas alanları madenciliğe açan,
Maden Yasası’nın 7/1. maddesi değişikliğini ve “arama faaliyetlerini ÇED kapsamı
dışına çıkartan” Çevre Yasası’nın 10/3. maddesini Anayasaya aykırı bularak iptal
etti. Danıştay da Anayasaya aykırı bulunan yasaya dayanılarak çıkartılan
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurdu.
Yüksek Mahkemelerin kararları madencilik izinlerini tartışmalı hale getirdi,
Orman Genel Müdürlüğü orman alanlarında yeni madencilik izinlerini vermez oldu.
Bu gelişmeler madencilerin kazan kaldırmalarına yol açtı. Bunun üzerine 19
Ağustos 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle
Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’ne eklenen bir geçici maddeyle orman
alanlarının madenciliğe yeniden açılması sağlandı. Bir kez daha hukuk güvenliği
ortadan kaldırılmış, yaşam alanları korumasız hale gelmişti, Danıştay bu kez
“yapılan değişiklik yargı kararlarını bertaraf etme amacına yönelik olduğu
sonucuna varılmıştır” gerekçesiyle yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Araştırma komisyonu
Bugünlerde, yasal boşluğu doldurmak için çalışmalar sürdürülüyor, madencilik
sektörünün istekleri doğrultusunda Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı-Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan yasa
taslağı tamamlanmış durumda. Hazırlanan yasa taslağı da çevre sağlığı ve canlı
yaşamını koruma kaygısı taşımıyor, madencilik izinlerini kolaylaştırmayı
hedefliyor. Örneğin madencilik alanındaki birinci sınıf gayrisıhhi müesseselere
izin verme yetkisi yerel yönetimlerden, Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne
devrediliyor, imar planları ve koruma önlemlerine ilişkin düzenlemelerde maden
ruhsatlarına dokunulmazlık ve öncelik tanınıyor.
Bu arada Kaz Dağları, Kışladağ, Bergama, Çaldağı ve diğer
yörelerdeki madencilik faaliyetlerinin yarattığı çevresel risklerin
araştırılması için TBMM’ne verilen araştırma önergeleri birleştirilerek
“Madencilik Sektöründeki Sorunların Araştırılması ve Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Komisyonu” kuruldu. Komisyonun kurulmasına yol
açan önergeler madenciliğin yarattığı ekolojik sorunlarken, komisyonun adının
“madencilik sektörünün sorunlarının araştırılması” olarak belirlenmesi, şimdiden
güvensizlik yarattı. Komisyonun hazırlayacağı rapor, yasa değişikliklerinde ve
madencilik politikalarında referans alınacağı için son derece önemli. Bakalım
komisyon, gerçekten madencilikten kaynaklanan ekolojik sorunları mı, yoksa
madencilik sektörünün “sıkıntılarını” mı araştıracak?
Alınan bilgilere göre, Komisyon şu ana kadar hep madenci şirketleri,
derneklerini ve birliklerini dinlemiş. Ege Çevre ve Kültür Platformu
(EGEÇEP), 3. Bileşenler Kurultayı kapsamında, TMMOB Makine
Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Tepekule Kongre Merkezi’nde 28
Şubat 2010 Pazar günü saat 13.00’da başlayacak “Madenciliğin
Yaşam Alanlarına Etkileri” başlıklı oturumda bu konu tartışılacak.
Toplantıya madencilikten canları yanmış, yaşamsal itirazları olan insanlar ve bu
alanda çalışmalar yapan ekoloji hareketlerinin temsilcileri katılacak. Meclis
Komisyonu üyelerinin tamamı, ıslak imzalı davetiyeler ve telefonlarla çağırıldı.
Komisyon üyeleri gelirlerse madenciliğin kuzuların, tilkilerin, tavşanların,
kuşların, börtü böceğin ve insanların yaşamını nasıl etkilediğini canlı
tanıklarından dinleyecekler. Bakalım gelecekler mi?
ARİF ALİ CANGI: Avukat
|