eçen hafta içerisinde Türkiye'den çevreci dostların girişimiyle oluşturulan bir imza kampanyası dikkatimi çekti. Söz konusu girişim Türkiye'yi Kyoto Protokolü'nü imzalamaya davet ediyor ve "karbon ve diğer sera gazlarının emisyonunu azaltmak için gerekli önlemlerin alınması gerektiğini" vurguluyor idi.
"Küresel ısınma" ve "iklim değişikliği" tehlikesine karşı geliştirilecek çevre politikalarına Türkiye'nin de gerekli katkıyı yapması ve yurttaşlarını bu yönde bilinçlendirecek politikaları uygulamaya koyması esastır. Bu yöndeki sorumluluklarımızı gündeme taşıdığı ve böylesine kitlesel bir girişimi harekete geçirdiği için ilgililere teşekkür etmeyi (haddim olmayarak) bir borç biliyorum.
Ancak, söz konusu girişimde çağrısı yapılan Kyoto Protokolü'nün gerçek niteliği üzerine uyanık olmamız gereken bazı noktaları da bu yazıda hatırlatmakta gerek duyuyorum. Cumhuriyet 'in 15 ve 22 Kasım tarihli Ekonomi Politik yazılarında bu görüşleri dile getirmiş idim. Aşağıda bu yazıların bir özeti yer almaktadır.
- Türkiye'nin karbon emisyonu tahminleri ile ilgili veriler durumun güçlüğünü ortaya dökmektedir: Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye'nin 2004 yılındaki karbondioksit emisyon düzeyi 223.4 milyon tondur. TÜİK tahminlerine göre Türkiye'nin karbon emisyonunun 2010'da 343 milyon tona, 2020 yılında da 615 milyon tona çıkması beklenmektedir. ODTÜ'den Ebru Voyvoda ve DPT'den Çağatay Telli ile birlikte oluşturduğumuz modelleme çalışmaları, Türkiye'nin toplam karbon emisyonunu 2010 düzeyinde tutabilmek için karbon vergisi ya da ek enerji vergisi türünden uygulamalar neticesinde büyüme hızında önemli kayıplar yaşayacağını ve açık işsizlik oranının yüzde 18'in üzerine çıkabileceğini göstermektedir.(*) Gelişmekte olan bir ülke konumundaki Türkiye'nin sanayileşme çabalarını çevreye duyarlı teknolojiler ile sürdürebilmesi için alternatiflerinin neler olduğunun titiz bir şekilde araştırılması gereği çok açıktır.
- Öte yandan, Kyoto Protokolü özünde bir "piyasa projesi" olarak sürdürülmekte ve her ülke ve endüstriyi somut karbon emisyon kotaları ile sınırlamaktadır. Ancak, Kyoto Protokolü söz konusu kotaların uygulanmasını sadece karbon ticaretine dayanan piyasa araçları ile sürdürmeyi planlamakta ve dolayısıyla küresel ısınmayla mücadeleyi "pazar ekonomisinin kurallarına" havale etmektedir.
- Kyoto Protokolü altında her üye ülkeye belli bir karbon emisyon kotası tahsis edilmekte ve üye ülkelerin bu kotaları kendi üreticileri arasında "paylaştırması" beklenmektedir. Tasarıma göre eğer herhangi bir üretici ya da ülke kendi kotasını aşarsa, çevreyi daha az kirleten diğer ülke ya da üreticilerden karbon kotası "satın" alabilecektir. Yani Kyoto Protokolü küresel ölçekte bir karbon piyasası kurulmasını önermektedir. (Özetle gezegenimizin "havası" çokuluslu şirketlerce "pazarlanmaktadır" .) Karbon kotaları, bir kere tahsis edildikten sonra, dünya pazarında oluşacak fiyatlarda çok kirleten ülkeler tarafından "satın alınabilecektir". Böylelikle pazar ekonomisinin "etkin" kuralları altında toplam karbon emisyonunun kontrol altına alınabileceği düşünülmektedir.
- Ancak, Kyoto Protokolü ile çevreyi kirleten şirketlere veya endüstrilere gerçek bir yaptırım ya da cezalandırma, "piyasa mantığına aykırı" olacağı gerekçesiyle, önerilmemektedir. Bu şartlar altında "karbon piyasasında" yeterli karbon kotasını "satın alamayan" şirket, çevre önlemlerinin daha "gevşek olduğu" Hindistan ya da Çin gibi başka bir coğrafyaya taşınabilecektir. Kyoto'da küresel anlamda bu tür yer değiştirmeleri engelleyecek ve dolayısıyla gezegenimizi gerçek anlamda sera gazlarının etkilerine karşı koruyabilecek bir mekanizma yer almamaktadır.
- Gerçek şu ki "karbon piyasasında" dolaşıma girmesi beklenen karbon kotası ticareti, daha şimdiden uluslararası finans şirketlerinin iştahını kabartmaktadır. Nitekim, örneğin uluslararası finans sermayesinin öncü derecelendirme kuruluşlarından birisi olan Morgan Stanley , çok yakında hızla gelişmesi beklenen karbon piyasasına 3 milyar dolarlık yeni bir yatırım fonu sunduğunu açıklamaktadır. Küresel finans sermayesi şimdilerde yepyeni bir piyasaya kavuşmanın tatlı telaşı içinde görülmektedir.
Küresel ısınma tehdidine karşı "kapitalist pazar ekonomisinin mantığına sadık" bir çevre politikası ne kadar gerçekçidir?
Gerçekten etkin bir çevre politikasının tasarımı bu soruya net olarak cevap vermek durumundadır.
(*) Çağatay Telli, Ebru Voyvoda ve Erinç Yeldan, "Economics Of Environmental Policy In Turkey: A General Equilibrium Investigation of the Economic Evaluation of Sectoral Emission Reduction Policies for Climate Change"
www.bilkent.edu.tr/~yeldane/JournalOfPolMod_TVY2006
|