Prof. Dr. Mete TAPAN
Taşınmazların mülkiyeti değişmiş, yeni sahiplerin veya bu taşınmazları
kiralayanların yaşam alışkanlıklarının farklı olması ve bu taşınmazlarla anıları
olmaması, kültür değerlerinin korunmamasına vesile olmuştur. Yeni mülk
sahiplerinin kültür varlıklarını yıkıp, yerlerine niteliksiz yapılar yapmakta en
ufak bir tereddütü olmamıştır.
Uzun zamandır yazımın başlığına cevap vermek için çaba gösteriyorum. Bu
çabamın kesin bir sonuca vardığını henüz söylemem olanaksız. Ancak bugüne dek
yaptığım bir dizi değerlendirmeler, beni koruma olgusunu etkileyebilecek bazı
temel sorunları aşağıda vurgulamama neden olabildi.
Bu sorunların başında, koruma sorununun toplumun ortak bir sorunu olduğu,
ülkenin tüm bireyleri tarafından benimsenmiş olması gerekmesine karşın, böyle
bir olgunun sağlanamamış olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmamış olmamız
geliyor. Toplumun en aydın, en iyi eğitim almış bireylerinden, yine en az
eğitilmiş kişilerine kadar, “koruma”nın toplumsal bir görev olduğu görüşünün
yeterince benimsenmemiş olması, hatta bu görüşün yine koruma mevzuatımıza da
belli bir boyutta yansımış olması kültür değerlerimizin korunmamasına neden
olmuştur. Kültür varlığı olarak tescil edilen bir taşınmazın korunmasından,
koruma mevzuatı yönünden salt mülk sahibinin sorumlu olması, söz konusu nedenle
ilgili en somut örnektir.
Önemli koruma sorunlarından biri de, kültür varlıklarının ekonomik değerinin
son otuz yıl içinde yükselmesi ve kültür değerinden çok, rant değerinin ağırlık
kazanmasıdır. Kültür varlığının getirdiği rantın yükseltilmesi çabası önemli bir
işbilirlik haline gelmiş, kültür varlıklarının topluma kazandırdığı kültürel
değeri göz ardı edilmiştir. Bu tür yaklaşımlar salt taşınmaz kültür varlıklarını
değil, kentsel belleğimizin vazgeçilmez soyut değerlerini de yok etmiştir.
Tescilli kültür varlıklarının özgün plan şemaları, kontur ve gabarileri
değiştirilerek, kültür mirasımıza yeterli özen gösterilmemiştir. Kuşkusuz
çeşitli “de facto” durumları, korumayı amaçlamayan imar planları, işlevsel
zorunluluklar, yaşam alışkanlıkları ve çağdaş gereksinmeler kültür varlıklarının
sürekli kullanımları için bazı değişikliklere tabi olmalarını kaçınılmaz
kılmıştır.
Ancak bu değişiklikler, kültür varlığını tanınmaz hale sokması anlamına
gelmemeliydi. Maalesef gerçekler, uygulanan restorasyonlar olması gerekenden
farklı gelişmiş ve kültür mirasımız evrensel koruma kuramı koşutunda
korunamamıştır. Koruma kullanma dengesi, maalesef koruma lehinde gelişmemiştir.
Eğitim yetersizliği
Koruma konusunda yaygın ve örgün eğitimin yetersizliği de, kültür
varlıklarımızın korunmamasında önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle,
ilköğretim ve ortaöğretimde korumanın neden gerektiğinin, kültür sürekliliğinin
ülke bireylerinin yurtseverliliğini, dolayısıyla yurtlarına bağlılığını neden
arttırdığının öğrencilere anlatılması gerekmektedir. Bir şeyin nedenini
bilmeden, o şeyin yapılmasını istemek olanaksızdır. Bireyin, yaşadığı
toprakların somut veya soyut kültürüne sahip çıkması, o kültürü gelecek
nesillere doğru bir biçimde aktarmasının, yaşama kültürümüzün vazgeçilmez öğesi
olduğunu unutmamalıyız. Kültürümüzün zenginliği ve bunun ülke bireyleri
tarafından doğru bir biçimde özümsenmesi, hem onları gururlandırır, hem de
birbirlerine olan bağlılığını arttırır. Irk, din, etnisite ayrışımı yapılmadan,
yaşadığımız topraklardaki tüm kültür değerlerine sahip çıkmamız gereği
çocuklarımıza eğitim çağında öğretilmelidir. Ancak eğitimle “sağlıklı sosyal
açılımları” elde edebiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, insanoğlu öncelikle kendi ürettiğini korur. Yine
insanoğlunun kendisinin ürettiği dışındaki değerleri koruması, kültürel
düzeyinin zenginleşmesiyle orantılıdır. Başka bir deyişle, kültürel zenginlik,
koruma konusunda yaygın bir yelpazeyi de beraberinde getirir.
Demografik hareketlilik
Kültürel zenginlik, insanoğluna farklı kültürleri özümsemesine yardımcı olur,
onları kendi kültürünün bir parçası yapar. Kültür insanı daha toleranslı, daha
insancıl yapar. Ülkemiz, son 50 yıldır ülke içi yoğun bir demografik
hareketlilikle karşı karşıya kalmıştır.
Büyük kentlerimiz, iç göçün etkisi altında kalmış, örneğin İstanbul’un nüfus
son elli yıl içinde altı misli artarak, göçle gelen nüfus sayısı kentte uzun
yıllar yaşayan nüfustan daha fazla olmuştur. Kentteki değerlerin kullanımı da
çoğunlukla o değerleri üretenlerce değil, göçle gelenler tarafından
gerçekleşmiştir.
Taşınmazların mülkiyeti değişmiş, yeni sahiplerin veya bu taşınmazları
kiralayanların yaşam alışkanlıklarının farklı olması ve bu taşınmazlarla anıları
olmaması, kültür değerlerinin korunmamasına vesile olmuştur. Yeni mülk
sahiplerinin kültür varlıklarını yıkıp, yerlerine niteliksiz yapılar yapmakta en
ufak bir tereddütü olmamıştır. Kentin dönüşümü o kadar hızlı olmuştur ki,
örneğin, yurtdışında çalışan vatandaşlarımız on yıl arayla yurda geldiklerinde,
oturdukları eski semtlerini tanıyamamışlardır. Eski kentsel kimlik yok olmuş,
ahşap evler yerlerini betonarme dört beş katlı apartmanlara terk etmişlerdir.
Boş olan kent toprakları, göçle beraber yağmalanmış, gecekondu olgusu
yaygınlaşmıştır. Maalesef kente göç edenlerin çoğu da kırsal kökenli olup,
kentsel yaşama kültürüne yabancı vatandaşlarımızdı.
İstanbul yağ lekesi gibi büyüdü
Bu yurttaşlar, İstanbul’un kültür varlığına katkıda bulunmuş bireyler
değildi. Dolayısıyla, kentin fiziksel dokusu, eski kaldırım taşı, sokak
lambaları, kahveleri, sinemaları, tiyatroları vs. her türlü somut ve soyut,
kentsel belleğin önemli öğeleri göçle gelen yeni İstanbullular için bir şey
ifade etmiyordu. İstanbul’un büyük bir kısmı yeniden inşa edildi ve İstanbul
plansız bir biçimde yağ lekesi gibi büyüdü, kültür varlıkları da birer birer yok
edildi…
Özetle, kültür varlıklarımızı koruyamamızdaki temel sorunları aşağıdaki gibi
sıralayabiliriz.
• Ülkemizde “koruma”nın toplumsal bir görev olarak ülke bireylerince
yeterince benimsenmemiş olması.
• Koruma mevzuatındaki yetersizlikler.
• Kültür varlıklarının korunmasında rantın kültür değerinden üstün
kılınması.
• Koruma kullanma dengesinin koruma lehinde gelişmemesi.
• Koruma konusunda yaygın ve örgün eğitimin yetersizliği.
• Hızlı iç göçün koruma bilincini olumsuz etkilemesi.
|