Ayla Kutlu’nun son romanı “Asi...
Asi...”nin merkezinde Antakya ve Asi
ırmağı var... Antakya ve Asi; Ayla Kutlu’nun romanında karakterlerin yaşadığı
atmosfer, mekân, coğrafya olmakla yetinmiyor, kitabın kahramanı oluyor. Ege
Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü öğretim üyelerinden Prof.
Dr. Dilek Direnç “İçinden Nehir Akan Roman” başlıklı yazısında bu
kitapla ilgili olarak “Antakya’yı ve burada her uygarlığı ve güzelliği var eden
dünyanın en eski, en ilham verici ırmağı Asi’ye adanmış bir güzellemedir” diyor.
Ayla Kutlu, Antakya’yı “Doğu’nun Kraliçesi”, “Muhteşem Antakya”, “Tanrısal
kent”, “Eşsiz Kent” gibi sıfatlarla yüceltiyor. Yazar, doğduğu kenti bir romanla
onurlandırırken, Asi nehri akıyor bu romanın ortasından... “Yıkarak,
yıkayarak”...
Ayla Kutlu ile Oran’daki evinde sohbet ettik. Evi bize tarif ederken,
balkonuna sarı bir battaniye asacağını söyledi. Sarı battaniyenin izini sürüp
evi bulduk. Ayla Kutlu’nun halk sanatlarına ilgisi eve damgasını vurmuş. İki bin
parçadan oluşan, bazıları 100-150 yıllık oya koleksiyonu, duvarlarda cam altı
resimler, 200 yıllık deve süsleri, boncuk ve oyalardan yapılmış perdelerle ev
küçük bir halk sanatları, el sanatları müzesi gibi. Baş köşedeki koltukta da
evin kedisi “İğde Zarif Hanım” uyukluyor. Ayla Kutlu’nun yaşadığı mekânda
“roman-mekân” ilişkisi ve özellikle doğduğu kent Antakya’nın yazarlığına etkisi
üzerine sohbet ettik.
- Yazarlığınız için Antakya’yı bunca eşsiz kılan nedir?
- Bu son kitabımdan önceki kitaplarımda bir yerlere kendiliğinden Antakya,
İskenderun ve bütünüyle Hatay daima giriyordu. Başlarda bu gibi spontan
eklemelerin kendi anılarımdan süzülüp kahramanlarıma mal ettiğim durumlardan
geldiğini sanıyordum. Bu, her yazar için doğaldır. Bunların, yazdıklarıma
ilişkin eleştiriler sırasında insanların çok etkilendiği yerleri oluşturduğunu
giderek anlamaya başladım. İnsanları etkileyen yanı, aykırıymış gibi konup,
anlatılan olay veya mekânı birden büyülü bir yapıya dönüştürmeleriydi. İşte o
zaman yazarlığıma etkisi olan şeyin en başta mekân, bu mekânlar içinde de
Hatay’a özgü olan birçok yaşanmışlık olduğunu anladım. Daha sonra, yazdığım
yerlerin olağanüstü izlerini yakalamaya, saklamaya ve metinlerimde kullanmaya
başladım. Peki, o büyülü atmosfer nasıl oluşuyordu, bu konuda düşünmeye başlamam
da keşfimin sonucudur. Ben zaman üstünde, yetişilen yerin anlamı üstünde, ses,
koku, görsellik ve duyumlar üstünde yazar olarak çok ve uzun uzun düşünen bir
insanım. Geçmiş uygarlıkların insana bıraktığı elle tutulmaz bir mirasın
sahiplerindenim ben. Bunun anlamını ve korumanın önemini biliyorum.
- Kitaplarınız -özellikle Asi... Asi...- okuru Antakya’ya
çağırıyor...
- Şehirler, bütün sevdiklerimiz gibi, insanın kafasında anlam kazanmaya
başladığında ister istemez belirli bir atmosfere bürünür. Ben de zaten belirli
bir atmosfer olmasa ne yazabiliyorum, ne de yazdıklarımı beğenebiliyorum.
Antakya bana sürekli olarak bu ilhamı veren bir şehirdi, bu yüzden tarihindeki
zenginliğin benim gönlümde yeniden bir yansımasını buluyorum. Bütün kitaplarımda
başka yerlerde geçmek durumunda olan hikâyeleri bile alır mutlaka Hatay’a
getiririm. Beş bin yıl öncesini anlatan Kadın Destanı’nda bile görünür bu
tutkum. Gılgamış ve Enkidu sedir ağaçlarını kesmeye Heron dağına giderler. Heron
dağı Lübnan dağlar silsilesindedir. Ben onları 200 kilometre kadar yukarı
çıkarıp Amanos dağlarına getirdim.
- Antakya’nın “dişi şehir” olduğunu vurguluyorsunuz... Neden
“dişi”?
- Antakya tarih boyunca defalarca işgal görmüş, değerlerini yitirmiş,
depremlerle mahvolmuş. Doğal afetler defalarca yok olmanın sınırına getirmiş.
Hatta 850 bin nüfuslu bir şehirken nüfusunun 30 bine kadar düştüğü dönemler
olmuş. Depremler, kıtlıklar, işgaller. Başka yerler olsa şehir bırakılır
giderdi. Antakya sürekli kendini bir Anka kuşu gibi yeniden yaratmış,
küllerinden doğmuş, kültür ve sanat şehri haline gelmiş. Doğurgan, üretken
özellikleri var. İnsan türünde de dişilik üreticilikle eşanlamlıdır.
Ben fazla mutlu kadın görmedim
- Antakya, romanda tarihsel-mitolojik arka planı işaret ediyorsa, Asi
de “doğayı, doğanın kudretini” simgeliyor. Asi, atmosferin bir parçası olmaya
razı gelmiyor, romanınızın “başkahramanı” oluyor. “Bölen-ayıran”, “bereket
saçan”, ya da “yıkıp götüren ve her şeyden sonra sakin sakin akmaya devam eden”
nehir, yazın için çok güçlü bir metafor değil mi?
- Asi Antakya’nın kültüründe çok etkili. İçinden ırmak geçen şehirlerin hepsi
o ırmağı bir tanrı gibi kabul etmişlerdir. Asi ırmağını burada roman kahramanım
yaparken bugünkü Asi olarak düşünmedim. Bugünkü Asi’ye baktığımız zaman yüreğim
eziliyor. Haksızlığa uğramış, mahvedilmiş bir ırmak, ırmak bile diyemiyorsunuz
dere gibi bir şey. Ama ben onu öyle düşünmek istemiyorum. O çocukluğumdaki hayal
gücüme karışan; güçlü ve aştığı mesafelerin yorgunu olan büyük bir akarsuydu.
Romanların da kendi doğruları vardır. Roman kahramanlarınızı istediğiniz gibi
hareket ettiremezsiniz de, istediğiniz karakterde yaratabilirsiniz. Asi
tercihime uydu, bana isyan etmedi. Eğer ters bir karakter yerleştirmiş olsaydım
onun kimliğine, eminim o da bana isyan ederdi.
- Kitabın adı neden yinelemeli “Asi”, Asi’nin “asi”liğine bir vurgu
mu?
- İlk Asi, yatay bir Asi. Bereketi, insanlık değerlerini, geçtiği topraklara
ait değerleri taşıyor. Asi, geçtiği bütün topraklardan getirdiği uygarlığı da
taşıyor. İkinci Asi ise dikey. Asi, ayağa kalkıştır, isyandır. Asi’nin
dikleştiği zamanlar vardır, o zaman Asi taşar. İsyan, öfke ve yıkım getirdiği
zamanlar olur. Bu baş kaldırış birtakım sırların ortaya çakmasını sağlıyor.
Roman bu sırlar üzerine kuruluyor.
- Antakya son dönemde televizyon dizilerinin de gözdesi. Geçen dönem
“Asi” adlı bir dizi de yayımlanmıştı. “Sen de Gitme Triandafilis” çok başarılı
bir uyarlamaydı. Başka bir romanınız ya da öykünüzün sinemaya uyarlanması için
öneri geldi mi?
- Eserlerimden yapılmış beş film var. Biri dışında mutsuz oldum. Film veya
dizi yapılması için birilerine vermeyi düşünmüyorum.
- Kitabın tek mutlu olabilmiş kadın karakterinin Bestami Ağa’nın
zorla hayatına soktuğu Siren olması garip değil mi? Neden kadın karakterler bu
kadar mutsuz?
- Ben fazla mutlu kadın görmediğim için herhalde. Kitabın kahramanlarından
Ganime de çok mutsuz kadın, artık trajik boyutlara varıyor mutsuzluğu ve sonra
en acılaşan insan oluyor. Acı çeken kadınlardan biri de April Göksu, ama çok
sessiz taşıyor acısını.
Röportaj: Türey Köse, Fotoğraf: Necati
Savaş
|