STRONG>Fransa’da Türkiye Mevsimi etkinlikleri en çok düzenlediği
sergilerle başarılı oldu. Geçen ay sona eren Grand Palais’deki
‘Bizans’tan İstanbul’a sergisinin gördüğü ilgiden memnuniyetle
söz ediliyor. Fransa’nın bir çok kentinde, seramikten güncel sanata farklı
alanlarda gerçekten iyi sergiler açıldı. Geçen hafta Paris’te gördüğüm üç sergi
de kendi alanlarında etkili birer çalışma olarak ilgiyi hak ediyor:
Sarkis, ‘İstanbul-Paris’ ve
‘Komandolar’ın İhtişamı’.
Sonbaharda İstanbul Modern’de
bir büyük sergi açan Sarkis, bu ay da Fransa’nın en ünlü çağdaş sanat merkezi
Centre Pompidou’da bir sergi açtı. ‘Passages’
adlı sergiye destek veren kurumlardan biri de İstanbul Modern.
Pompidou’yu önemsiyor, eleştiriyor
Sarkis’in
sanatının anahtar sözcükleri olan ‘bellek’, ‘müze’, ‘eğitim’ bu serginin de
kapılarını açan önemli kavramlar. Sanatçı, daha önce iki kez sergi açtığı, bir
işiyle çağdaş sanat koleksiyonunda sürekli yer edindiği bu müzeyi çok önemsiyor.
Önemsediği kadar da eleştiriyor. Müzenin eskimiş, eprimiş, gerektiği gibi
çalışmayan, ‘gitmeyen’ yanlarına işaret ediyor. Bu işaret etme işini müzenin
içinde bir salona hapsolarak değil, bütün binanın içine dağılıp önemli yapıtlar,
birimlerle ilişkiye girerek, onlara kendi tabiriyle ‘cevap vererek’ yapıyor.
Sarkis, müzenin kurallarını zorlayarak, üç yıl boyunca tüm birimlerle
‘tartışıp’, onları güç bela ikna ederek gerçekleştirmiş sergisini. Mesela,
ziyaretçiye kapattıkları Beuys odasını yeniden açmayı zorla da olsa kabul
ettirebilmiş, ama camla izole edilmiş Brancusi atölyesindeki heykelleri, hiç
değilse ‘birer milim kımıldatıp’ hepsini hayata döndürmeyi ise benimsetememiş...
‘Passages’ Sarkis’in müzenin farklı yerlerine koyduğu
‘enstelasyonlarından’ oluşuyor. Pompidou’da sadece uzmanlara açık olan Kandinsky
Araştırma Merkezi’nde bir kitaplık, büyücü kostümü ve tuhaf çalgı karşılıyor
bizi. Kitaplık’ta Sarkis’in referans verdiği metinlerden hazırlanmış özel bir
kitabın 120 kopyası duruyor. K şeklinde çalgı ise savaş ganimetleri manasına
gelen ‘Kriegsschatz’ sözcüğüne referansla tasarlanmış. Çalgıyı
üflerken “Bilgiyi çalmak...” diyor Sarkis. Bilginin öneminden
ve bilginin nasıl da ‘uzmanlar’ için özel kılındığından söz eden bir iş bu.
Farklı bir yerde, müzenin günde 6 bin kişinin girip çıktığı ünlü kütüphanesinde
ise, eski tip bir matbaanın hurufat çekmecelerini çağrıştıran bir başka
enstelasyon duruyor. Tüm çekmeceleri renkli kâğıtlara basılmış harfler ve
rakamlarla dolu entelasyonun üzerinde neonlarla ‘1938/0 Başlangıçta’ yazıyor.
Sarkis kendi doğum yılıyla zaman meselesine dokunuyor.
Sarkis’in
keçe terlikleri
Serginin en ilgi çeken işi
Beuys’un ‘Plight’ adlı enstelasyonunun olduğu
oda. Duvarları keçe rulolarıyla kaplı ve girişinde bir piyanonun durduğu oda,
izleyiciyi içine alsın diye tasarlanmış. Ama güvenlik gerekçeleriyle yıllardır
sadece kapıdan bir bakılmasına izin var. Bu odanın önünde Sarkis’in yaptığı
renkli keçeden elbiseler ve terlikleri gören izleyiciler, o terlikleri
ayaklarına giyip, beşli gruplar halinde de olsa içeriye girme olanağına kavuşmuş
vaziyette. Sarkis, bırakın savaş ganimetlerini, en çağdaş sanat eserlerini bile
‘ambalajlayıp, dondurup, müzelik yapan’ anlayışa karşı en sıkı cevaplarından
birini veriyor.
Nisanda yeni müdahaleler
Diğer
ilgi çekici enstelasyon ise Brancusi Atölyesi’nin olduğu yerde. Pompidou,
sanatçının atölyesini, öldüğü günkü haliyle koruyor. Sarkis, alçının, ahşabın
tozla beslenip yaşadığına inanan bir sanatçı olarak etrafı camla kapatılmış ve
neredeyse vakumlanmış bu atölyeyi de, eleştirdiği müzecilik anlayışının tipik
uygulamalarından biri olarak görüyor. Ama ne var ki burada atölyenin içine
girmeyi başaramamış. O da kendi atölyesinden canlı yayınla buraya ‘can vermeye’
kara vermiş. Esas etkileyici olansa, kendi ekseni etrafında dönen 12 nesne ve
Stravinsky’nin ‘Bahar Ayini’nin kayıtlı olduğu bantlarla
yaptığı enstelasyon. Bu dev enstelasyon, Brancusi heykeleriyle
aynı çatı altında izleyicinin karşısına çıkıyor.
Sarkis, tabii ki
sergisini kurup gidecek bir sanatçı değil. Çeşitli atölyeler, izleyici
buluşmaları var. Bir yandan da nisan ayında yeni müdahalelerle tekrar
canlandıracak sergisini. ‘Passages’, 21 Haziran’a
kadar sürecek.
Paris’te çalışıyor ve
kalıyor
Türk sanatçıların kendilerini geliştirmek için Paris’e
gitmeleri, 1960’larda sona ermedi tabii. Yıllardır bu ülkede yaşayan farklı
kuşaklardan pek çok sanatçı var.
Banu Dicle’nin kurduğu
‘Simit’ adlı dernek bu sanatçılara destek olmayı amaçlıyor.
Dernek yıllardır Paris’te yaşamaya gelen sanatçıların kaldığı des Arts’ın
galerisinde ‘Entre deux, İstanbul-Paris’ adlı bir sergi açtı. Paris’te yaşayan
12 sanatçının işleri yer alıyor; Erdal Alantar’dan, Nevhiz Tanyeli, Odi
Saban, Onay Akbaş, Rüveyda Koyuncu, Gökçe Çelikel ve Ali Umut
Ergin’e farklı kuşaklardan sanatçıların yeni işlerini de kapsayan,
onları kendi yüzleri, sözleri ve çalışmalarıyla Paris’in sanat denizinde görünür
kılmayı hedefleyen iyi bir sergi. Türk Mevsimi’nin kalıcı katkılarından biri de
serginin yer aldığı, köklü bir sanatçı atölyeleri merkezi olan Cité
Internationale des Arts’da Türkiyeli sanatçılar için
daimi bir atölye tutulmuş olması. Türkiye, pek çok başka ülkenin yaptığı gibi
yirmi yıllığına bu atölyenin kirasını ödemiş. Bundan sonra başvuran sanatçılar
burada kalıp çalışabilecek. Şimdiye kadar atölye, Ahmet Öğüt, Çınar
Ersek gibi genç sanatçıları ağırlamış, şu sıralar da sezon başında
İstanbul’da açtığı ‘Kristal’ adlı sergiyle kendini gösteren
İzmirli genç sanatçı Bahara Oganer atölyede çalışıyor ve
kalıyor.
Bu sergi İstanbul’a
gelmeli
Paris Yahudi Müzesi’nin sergi salonunda
gördüğüm ‘Kamondolar’ın İhtişamı’, kimilerinin sadece
Karaköy’deki merdivenlerden kimilerinin ise içi boşalmış eski azınlıklar
romantizminden adını bildiği bu ilginç aileyi anlatıyor. Osmanlı coğrafyasında
bankerlik ve ticaret yaparak zenginleşen, daha sonra ticari faaliyetlerini
Paris’e kadar genişletip bu kente yerleşen Kamondolar... Paristeki sergi, büyük
bir malikâne, asalet unvanı, sosyetede önemli bir mevki ve muhteşem bir sanat
koleksiyonu sahibi olan ancak İkinci Dünya Savaşı’nda toplama kamplarında yok
olan aileyi ve Fransız sanatına katkılarını anlatıyor. Degas,
Monet gibi Fransız empresyonistleriyle dostluklar kuran Kamondolar,
müzelere yaptıkları bağışlarla bugün çok önemli olan pek çok sanatçının büyük
koleksiyonlara ilk kez girmesini sağlamışlar.
Sergi, mezarı İstanbul’da
olan Abraham Kamondo’dan (o yıkık dökük anıt mezarı İstanbul
2010 Ajansı restore edecek diye bekliyoruz...) başlayarak aileyi tanıtıyor.
Banka defterleri, mobilyalar, fotoğraflar, günlükler, malikânenin resimleri,
gündelik başka eşyalarla birlikte bugün D’Orsay müzesinin
koleksiyonunda olan Degas, Delacroix, Manet, Monet, Renoir,
Sisley gibi sanatçıların resimlerinden birer ikişer örnek sergide yer
alıyor.
Yahudi Müzesi’nin dar sergi alanında biraz tıkışık halde
gezilebilen ve daha çok yaşlı Amerikalı turist kalabalıklarını kendine çeken
sergi, İstanbul’da nasıl da görkemli bir hale kavuşurdu diye düşünüyor insan.
Hakikaten, mutlaka bir müzenin İstanbul’a getirmesi gereken bir sergi bu.
Kamondoların bu kentteki varlığıyla daha da zenginleştirip Türkiyeli izleyiciye
ulaştıracak birilerinin çıkması dileğiyle.
|