Uzun süredir kentsel kültür varlıklarımızın büyük bir hızla birer birer
gözlerimizin önünde yok olduğunu görmekteyiz. Bu olgunun nedenlerinin başında,
özellikle de büyük kentlerimizde “iç göç” olduğunu defalarca
dile getirmiştim. Kuşkusuz tek önemli nedenin “göç” olduğunu da
ifade etmek istemiyorum.
Toplumumuzun kültürel birikimi, kentsel planlama çalışmalarının yetersizliği,
hatta yokluğu, toprak rantının büyük boyutlara ulaşması gibi unsurlar da kültür
varlıklarımızın yok olmasına neden olmaktadır. Başka bir deyişle, yine uzun
yıllardır sözü edilen “kentleşme” ve
“kentlileşme” kavramlarının içlerinin doğru bir biçimde doldurulmamış
olması ve özellikle de “kentlileşmeyi” sadece insan
yoğunluğunun şu veya bu nedenle bir fiziksel bölgede artması olarak görmemiz,
kültür varlıklarımızın birer birer kaybolmasına neden olmuştur.
Kentlerimizin nüfusu arttı, yani fiziksel olarak kentlerimiz büyüdü ama bu
kentlerde yaşayan insanımız o kentin kentlisi olamadı. Neden olamadı, çünkü
kente göç eden vatandaşımızın belleğinde o kentteki kültür değerleriyle ilgili
olarak en ufak bir kırıntı dahi yoktu.
Taşınmaz kültür varlıkları
Var olan kültür varlıkları veya bir kenti kent yapan sosyo-kültürel
değerlerin göçle gelen birey için bir bellek değeri yoktu, olamazdı da… Peki bu
sosyokültürel değerler veya kentsel belleği oluşturan öğeler nelerdi? Kuşkusuz,
bunların başında taşınmaz kültür varlıkları geliyordu… Örneğin, sivil yapılar,
anıtlar, mühendislik yapıları, camiler vs. gibi… Ayrıca, bu taşınmazların
yanında, taşınabilir kültür varlıkları da toplumun ortak kentsel belleğini
oluşturan kültür varlıkları olarak değerlendirilmişti. Bir anlamda elle tutulan,
dokunulan fiziksel özelliklere sahip değerler kültür varlığı olarak
nitelendirilmişti.
Ancak, özellikle taşınmaz kültür varlıklarının işletilme biçimleriyle ilgili
bir kültürel sürekliliğin önemi üzerinde durulmamıştı. Örneğin, bir yapı mimari
özellikleri yönünden kültür varlığı olabiliyor, ancak kentlilerin belleğinde, o
yapının işlevinin korunması gereken bir kültür değeri olarak süreklilik
kazanması düşünülmemişti.
İstanbul’da Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde, yapılar
(=taşınmaz kültür varlıkları) tescil ediliyor, ancak
işlevlerinde bir süreklilik düşünülmüyordu. Bundan yaklaşık yirmi yıl önce,
örneğin Markiz az kalsın otomobil yedek parçası satan bir
dükkân haline geliyordu…
Bildiğiniz gibi Beyoğlu’nun yaşam tarihinde önemli mekânlar bugün yapı olarak
ayaktalar, ancak orijinal işlevlerinden kaynaklanan “kültürel
değerleri” yok olmuş, İstanbullunun belleğinden adeta çalınmıştır.
Edebiyatımıza konu olmuş eski lokantalar, sinemalar bire birer yok olmakta,
orijinal işlevlerini kaybederek kentsel bellek mirasımız fakirleşmektedir.
Kuşkusuz bu konuda 2863 sayılı yasamızın da yeterli olduğu
söylenemez. 2863 sayılı yasamızda da genel olarak taşınmaz ve taşınabilir kültür
varlıklarına yer verilmiştir.
Yapıların işlevlerinin, kültürel sürekliliği sağlamak amacıyla ne gibi
önlemlerin alınması gerektiğine dair herhangi bir düzenleme yasada yer
almamaktadır.
Kentlileşme vatandaşlar arasında ortak bir belleğin sağlanmasıyla
gerçekleşebilir. Anılar, insanları hem toprağına, yani kentine hem de
birbirlerine bağlar; kentliler arasındaki ortak değerler yine insanların
birbirlerine daha saygılı, daha hoşgörülü olmasını sağlamaktadır. Kuşkusuz,
kültürel süreklilik çabasıyla elde edilen hoşgörü ve saygı, en kalıcı ve
sağlıklı olanıdır…
Özellikle, yapıların işlevlerinde sürekliliğin ekonomik sorunları da beraber
getirdiği bilinen bir olgudur.
Bugün birçok işletme, türü nedeniyle yeterince ekonomik olmadığından kapanmak
zorunda kalmakta veya işletme türünü değiştirmektedir. Bu noktada devletin veya
İstanbul’un kültür başkenti olmasıyla kurulan, devlet, özel
sektör ve sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle oluşan 2010
Ajansı gibi veya benzer kuruluşların destek ve projeleriyle, ekonomik
olmadığı iddia edilen, ancak kenti gerçek kent yapan işletmelerin hizmetlerinin
devamı sağlanmalıdır.
Sonuç olarak, 2863 sayılı yasanın bu konuyla ilgili eksikliği bir an evvel
giderilmeli ve kentsel belleğimiz daha fazla fakirleşmeden
gerekli önlemler alınmalıdır.
Böyle giderse, ne Vefa Bozacısı, ne Muhittin
Hacıbekir, ne Saray Muhallebicisi, ne de Beyoğlu
kalır...
|