eçen yıl Uşak'ta, Eşme, Kışla'da, altın madeninde ilk altını Enerji Bakanı Hilmi Güler dökmüş ve Kanadalı Eldorado Gold firması yöneticilerinin de aralarında bulunduğu bir törende, "Engellerle karşılaşsak da bunlara aldırmayarak, Türkiye'nin zenginliklerini ekonomiye kazandırmak için çalışmaları sürdüreceğiz" demişti.
Açık Radyo'da Ömer Madra'yla Kaz Dağları üstüne bir söyleşi yapan Çağlar Keyder, "'Böyle bir girişimin haklı gösterilmesi için nasıl bir perspektif olabilir?' diye düşününce, olay tamamen Türkçe'deki terimi ile bir 'rant toplama' olayıysa, yani bir yolsuzluk olayıysa, birtakım insanlara para aktarmak olayıysa o zaman söylenecek bir şey yok, o zaman bir muhasebe söz konusu değildir zaten. Afrikalı liderlerin parçalayıcı bir tutumla, hiçbir muhasebeye bakmadan, hiçbir ulusallığı, toplumsal veya ekonomik durumu gözetmeden kendilerine ve yandaşlarına gelir aktarmak için, yaptıkları, literatüre de geçen birtakım projelere benziyordur belki, orasını bilmiyorum" diye başlıyordu söze. Sonra da maliye ile ekonomiyi karıştırmamak gerektiğini vurgulayarak önemli bir noktanın altını çiziyordu: "Herhalde burada düşünülen, gelir dağılımı filan değil de daha mutlak gelir seviyesi, yani ulusal ekonomi. Bu da nasıl ölçülür, neyle ölçülür? Genelde milli gelirle ölçülür, yani 'milli gelire ne kadar katkı yapacak böyle bir proje?' diye bakılır. Burada çok önemli sorunlar var; bu mali fetişizme bir geri dönüş gibi, ben bunu algılıyorum. Yani altın o kadar fetiş bir obje ki, sadece insanların zenginliğini gösterebilen bir şey gibi düşünülüyor sanıyorum.
Kaz Dağı ekonomi açısından çok büyük varlığı ve potansiyeli olan bir bölge. İki tane çok önemli sektörden söz ediyorum; bir tanesi zeytinyağı ki binlerce yıldır orada olan bir sektör ve benzersiz bir ürün, hiç olmazsa bu bölgenin zeytinyağının çok farklı olduğunu, mesela Güney Ege'deki zeytinyağına benzemediğini biliyoruz. Dolayısıyla oradaki insanlar bu yörenin zeytinyağının bir marka olarak görülebileceğini düşünüyorlar. Yani korktukları şeylerin en önemlisi, -ki bu çok yaygın bir korku- sadece büyük tüccarlardan filan söz etmiyorum- 'adımız çıkacak, buralara zehirli denecek, suları siyanürlü denecek, havada çok siyanür buharı var dolayısıyla zeytin ağaçlarını etkiliyor denecek ve bizim zeytinyağımız eskisi gibi satılamayacak, eskisi kadar rağbet görmeyecek' gibi bir korku var. Bence de son derece haklı bir korku, gerçek bir korku, çünkü bu pazarlar, birçok pazarlarda olduğu gibi, artık tamamen sembolik düzeyde işleyen pazarlar. Yani zeytinyağı dünyada çok, Cezayir'de de var, muhtemelen yeni yeni Asya'dan da gelmeye başlayacak. Akdeniz'in tümü zeytinyağı üretiyor ve zeytinyağı bir şekilde bir marka... Ekonomik olarak dahi bir marka, bir üründen ve çok yüksek değer elde edilen bir turizm sektöründen vazgeçmek bana çok tuhaf geliyor. Bunun muhasebesini doğru dürüst yapmak gerekiyor."
Geçtiğimiz cuma günü Radikal'den okuduk. Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanımız Hilmi Güler, Kaz Dağları'nda altın arama izni karşısında sesini yükseltenleri kibarca ajanlıkla suçluyordu: "Konu altın olunca daha farklı davranışla karşılaşıyoruz. Hiçbir konuda altına gösterilen hassasiyet gösterilmedi.
İş altın olunca bir başka mekanizma işliyor" diyen Bakan Güler, NTV televizyonuna o mekanizmaları açıklıyordu: "Türkiye'de başka madenler de var ama konu altın olunca, ülkemizin altın konusundaki zenginliğine müsaade etmek istemeyen dış kaynaklı bazı grupların etkinliğinin olduğunu düşünüyorum. Ama çevre gibi bir konuda bölge halkının hassasiyet göstermesi de bizi mutlu ediyor."
Sonuçta vazgeçilmezlerinin dökümünü çıkarmamış bir kültürün bendeleriyiz. Eşsiz bir tarih ve kültürel zenginlik zirvesi olan, Akdenizliliğin kaynakbaşı İda Dağları'ndan vazgeçip vazgeçmemeyi tartışabiliyoruz. Hasankeyf için de keyfiyet aynıdır.
Küresel Eylem Grubu, 8 Aralık'ta düzenleyeceği mitingin çağrılarına şimdiden başladı. Birlikte okuyalım.
Türkiye Kyoto'yu imzala
Buzulların erimesiyle açılacak denizin altında yatan fosil yakıtlar için gösteri amaçlı dahi olsa askeri birliklerin bölgede devriye gezmeye başlaması, Kuzey Afrika'yı esir alan kuraklığın yarattığı su savaşlarının genişlemesi gibi strateji oyunu senaryoları şimdiden gündemimizi meşgul etmeye başladı.Kaynaklar savaşının yok etmekte olduğu bir dünyanın son zehrini elde etmek için planlar çoktan yapıldı. Egemenler, iklim değişikliğini nükleer enerjiyi yaygınlaştırmak için vesile
olarak kullanıyor. Kâr için dünya yok ediliyor...
Paylaşım savaşlarını durdurabilmek için alternatif yerel enerjiyi destekliyorum. Güneş ve rüzgâr savaşları durdurur! Biz, Küresel Eylem Grubu (KEG) olarak, 3 Aralık 2005 yılında küresel ısınmaya karşı örgütlenen küresel eylem gününde bir araya gelen kurum, birey ve inisiyatiflerin 'Savaşlara, militarizme ve çokuluslu şirketlerin dünya çapında yarattıkları tahribatlara karşı' birlikte mücadele etme isteğinin ürünü olarak kurulan bir kampanya birliğiyiz.
Nükleer santrallere karşı, küresel ısınmaya karşı, sağlıkta reform aldatmacasına ve bunun üniversitelerdeki yansımalarına karşı mücadele ettik, ediyoruz.
Çernobil faciasının 20. yılında çok sayıda kurumla birlikte örgütlenen eylemlere katıldık. 4 Kasım 2006'da küresel eylem gününde küresel ısınmaya karşı sokaktaydık. 28 Nisan 2007'de 'Türkiye Kyoto'yu imzala!' sloganıyla binlerce aktivist,onlarca kurum bir araya gelerek Kadıköy Meydanı'nda miting yaptık. 12 Mayıs'ta Ankara'da sağlıkta yıkım yasalarının bir parçası olan 'Mediko hizmetlerinin gasp edilmesine' karşı Ankara'da eylem yaptık.
8 Aralık 2007'de ise tüm dünyada küresel ısınmaya karşı küresel bir eylem örgütleniyor. Bu eylem çok büyük olmalı çünkü özellikle bu yaz tüm dünyada iklim değişikliğinin etkileri çok daha net bir şekilde görülmeye başlandı. Küresel ısınma iklim göçleri, susuzluk, kuraklık, tarımsal yapının çökmesi, hayat pahalılığı, canlı yaşamının tüm dengesinin bozulması demek.
Küresel ısınma yoksulların, hem bir ülkedeki yoksulların hem de yoksul ülke ve kıtaların insanlarının ve canlılarının yok olması demek.
Tüm dünyada paralel eylemlerin yapılmasının nedeni aralık ayında Endonezya Bali'de yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği toplantısına katılacak hükümetlere uyarıda ve çağrıda bulunmak. Dünyanın diğer ülkelerinde Kyoto sonrası dönemin en etkili bir biçimde şekillenmesi için yapılıyor eylemler. Biz ise Türkiye'nin bu toplantıya artık Kyoto'yu imzalamak üzere katılmasını istiyoruz. Çok geç kalmadan bir an önce harekete geçilmesi gerekiyor. Hükümetlerin topu birbirlerine atması, birbirini suçlaması ve sorumluluk almayı başkasından beklemesi bize yalnızca zaman kaybettiriyor.
Zira gezegenimizi kurtarmak için politik manevralarla kaybedecek zamanımız yok. Türkiye de bir an önce harekete geçmeli. Bu toplantı tam zamanı.
Bu yüzden 8 Aralık'ta dünya çapında örgütlenen kampanyanın en büyük ayaklarından birisini Türkiye'de örgütlemek zorundayız. Tüm kurumlar, tüm platform, inisiyatif ve kampanyalar 8 Aralık'ta buluşacağız.
Munzur'dan Hasankeyf'e, Eşme'den Aliağa'ya, Fındıklı'dan Maraş'a tüm kampanyalar 8A (8 Aralık'ta) mitinginde bir araya geleceğiz. AKP hükümetine küresel ısınmaya karşı acil tedbir alması ve nükleer santral yapımını aklına bile getirmemesi gerektiğini haykıracağız.
Ne petrol ne nükleer! Güneş, rüzgâr bize yeter! Türkiye Kyoto'yu imzala! Küresel Isınmayı Durdur."
Daha fazla bilgi ve iletişim için:
İstanbul 0535 439 21 93 / 0532 396 25 07
Ankara 0543 417 36 07
Bursa 0542 500 23 22
İzmir 0533 445 34 68
iletisim@kureseleylem.org
www.kureseleylem.org
|