eryüzünde iki kıtanın karşılıklı ve "yakından" bakıştıkları "yegâne" güzelliğin sahibi olmak; tarihimizin bu çok özel armağanını "betonlaştırarak pazarlamak" mı demektir?
Hele, "İstanbul'a sevdalı" olmak, bu kentin "sevda" değerlerini ona buna "açık arttırma"yla teslim etmek mi demektir? Hatta, "İstanbul'a hizmet ibadettir" gibi ulvi sözler, bu kentin her yerine sadece "arsa" gözüyle bakmak mı demektir?..
Boğaziçi'nin "bağrı"na yaslanmış Karayolları arazisinin geçen haftaki satışından bu yana herkes soruyor: "Ne diyorsun?" Ne demeliyim?.. Ne yazsam "kesmeyecek".
Örneğin, 800 milyon dolarla "yüzleri güldü"ğü söylenen özelleştirmecilere, aynı satışın "yüz kızartıcı" olduğu nasıl anlatılabilir ki?
Ya da "projemiz İstanbul'a çok yakışacak" diyen yeni mülk sahiplerine, "Boğaziçi manzarasını pazarlamak" amacını taşıyan her projenin "İstanbul'a ihanet" olacağı hangi sözcüklerle söylenebilir?
Bu gözü dönmüş "emlakçi siyaset" ve müşterileri, dünyanın kıskandığı yamaçlarımızdaki devasa "yatırımları"yla, İstanbul'un görmüş geçirmiş zarifliğini; şarkılara dönüşmüş, şiirlere dize olmuş, ressamlara ilham vermiş peyzajını, adeta yere yatırarak ayaklar altına alacaklar... Ne yazmalı ki bu tarihsel günahlarını farkedebilsinler?..
Boğaziçi peyzajı, bir doğa mucizesinin yüzlerce yıllık kültür ve uygarlık birikimlerimiz tarafından "özenle sarmalanma"sını yansıtır... Bir hükümet ki bir daha asla yaşanmayacak bu tarihsel buluşmayı bile "özelleştirme hırsı"na kurban edebiliyor... Bir yerel yönetim ki "gözetmekle yükümlü" olduğu aynı hazineye karşı vefasız... Bir bakanlık ki "çevreyi ve toplumu gözeten kent planlaması"na değil, tam tersine talan düzenlemelerine onay verebiliyor...
Siz olsanız ne dersiniz? Bu "kamu" (!) yöneticileri hakkında ne düşünür; nasıl yazıya dökersiniz?
Bu "vahim" durum, "rekor fiyat"la satışın, "imar" kararlarındaki "hukukla inatlaşma"sında da var...
Arazideki 800 milyon dolara müşteri bulan "yapılaşma hakkı", bu amaçlarla çıkartılan yeni yasalarda hükümete tanınan "özel yetki"lerle sağlandı. Ne var ki hukuk devletinde hiçbir yetki "sınırsız" değil... "Boğaza nazır ve yeraltı hariç 3 emsal" buyuranlar da "şehircilik sınırları" bir yana, hukukun kendisini bile "aşmış" durumdalar. İşte, yakında "yargı"nın da sorgulayacağı "hukuk dışı"lıklardan bazıları:
Satılan arazi, 1970'lerde "Boğaz Köprüsü bağlantı yolları ve kavşakları" için kamulaştırılmış alanlardan "arta kalan" yer... Oysa devletin kamulaştırdığı bir arazi, daha sonra "kamulaştırma amacına aykırı" kullanılamaz. Yani, vatandaşın elinden "yol yapacağım" diye alınan yer, daha sonra "rant tesisleri" için pazarlanamaz.
Yani devlet, kamulaştırmayla "arsa spekülasyonu" yapamaz...
Kaldı ki Boğaziçi Yasası'nın temel amacı da her türlü imar uygulamasında, öncelikle "peyzajın korunması"dır. Bu yasa "var"ken, bina yüksekliklerini "serbest" bırakan bir plan nasıl onaylanabilir? Dünyada hangi peyzaj, yüksekliği "sınırlanmayan" yapılaşmalarla korunabilir?
Sözde "kamu yararı"na onaylanan aynı plana göre, 100 dönümlük "Boğaziçi arsası"nda sadece 8 dönüm "bahçe" kalacak! Oysa, sıradan bir yerde bile bu oran yüzde 40'larda...
Projede ise yer altı katlarıyla birlikte 600 bin m2'yi bulacak bu "Boğaziçi yapısı" (!)nın sadece 3 bin m2'si, yani yüzde 5'i "sosyal ve kültürel" işlevlere ayrılmış; yüzde 95'i satılık ya da kiralık rezidanslar, işyerleri, dükkânlar ve ofis daireleri... Sosyal hizmetlere ayrılan böylesine "simgesel" bir oranın kamu yararını sağlayacağını hangi hukuk kabul edebilir?
Merak ettiğimiz bir konuyu da aynı satışı "özelleştirme zaferi" olarak alkışlayan şu ünlü "medya ekonomistleri"ne soralım. Karayolları Genel Müdürlüğü özelleştirilmediğine göre, bu kurumun elinde kalmış bir araziyi "imarlı arsa"ya dönüştürerek satmaya; "başka bir isim" bulmak gerekmez mi?
Kim bilir bunun adını da belki yargı koyar; devlet yönetimi ile "emlakçilik" arasındaki farkı, ekonomi yazarlarımız yerine "mahkeme kararı"yla öğrenebiliriz...
|