Şili’de 8.8 şiddetinde meydana gelen deprem, Türkiye’nin büyük bölümünün
deprem kuşağında yeraldığı gerçeğini yeniden gündeme getirdi. Özellikle de
İzmir’in başta kıyı bölgeleri olmak üzere önemli bir bölümü deprem riski altında
bulunuyor. Unutkan bir toplum olduğumuz için bu gerçeğin sık sık hatırlatılması
gerekiyor. İzmir’i bir gökdelenler kentine dönüştürmek isteyen kesimlerin bir
türlü görmek istemedikleri bir gerçek bu. Deprem haritalarında bütün kıyı kesimi
kırmızı renkle boyanarak, yumuşak zemin nedeniyle en ciddi risk altında
gösterilen İzmir’de tehlikenin boyutları halkın gözünden kaçırılmak isteniyor.
Şili depreminden sonra televizyon programında konuşan uzmana, bu şiddette bir
depremin İstanbul ya da İzmir’de meydana gelmesiyle oluşacak hasarın ne olacağı
soruluyor. Uzmanın yanıtı çok çarpıcı; “Taş taş üstünde kalmaz’’. Bütün
konuşmalarda vurgulanan nokta, eski yapılar bir yana yeni binaların da depreme
dayanıklılık açısından yeterince ciddi bir şekilde denetlenmediği yönünde.
İzmir’de hemen her gün yerel gazetelerin bir çoğunun bıkıp usanmadan
tekrarladıkları konu, kentin gelişimini, ilerlemesini sağlayacak yatırımların
bir türlü tamamlanmadığıdır. Sözünü ettikleri yatırımlar ise, Basmane’deki Dünya
Ticaret Merkezi’nin yapılamaması, İnciraltı’nın imara açılmaması, Çeşme’de büyük
otellerin yapımına izin veren imar kararlarının durdurulması ve son olarak da
Alsancak-Turan arasında gökdelenlerden oluşan bir projenin uygulamaya
sokulamamasıdır.
Bu zihniyette olanlar, nedense kentin gelişimini sağlayacak tek unsurun,
İzmir’i gökdelenler ve otoyollarla donatmak olduğuna inanırlar. Bu nedenle de
hukuksal mücadele yoluyla bu projelerin durdurulmasına çok büyük öfke duyarlar.
Biz de her gün, “Şu firma da İzmir’den kaçıyor; bu firma da yatırımlarını
İzmir’den başka yerlere kaydırıyor’’ diye haberler okuruz. Ama kaçan yatırımlara
bakarsanız, ya konut projeleridir, ya gökdelen ya da alış veriş merkezleri.
Tam da bu haberler gazetelerin birinci sayfalarını kaplamışken, deprem
uzmanları ve jeologlardan öyle uyarılar geldi ki, “İzmir’in gelişmesini’’
engelleyenlere karşı isyan bayrağı açanların sesleri bir süreliğine de olsa
kesildi. DEÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Deprem Yönetimi Başkanı Prof.Dr. Atilla
Uluğ, Alsancak-Turan arasındaki 550 hektarlık alana gökdelenler yapılmasını
öngören projenin gerçekleşmemesi gerektiğini söyledi. Prof. Uluğ, bu bölgedeki
zemini “muhallebi gibi’’ diye tanımlıyordu ve ne kadar kazık çakılarak yapılırsa
yapılsın bu kazıkların “muhallebinin içine batırılmış kürdanlar gibi’’ olacağını
belirtiyordu. İdare mahkemesinin durdurduğu bu projeye Jeoloji Mühendisleri
Odası İzmir Şubesi de olumsuz rapor vermiş ve bölgedeki zemin sıvılaşması
nedeniyle bırakın gökdelenleri, sadece tek veya iki-üç katlık yapılara izin
verilebileceğini bildirmişti.
İşte ileriyi görerek bilimsel dayanağı olan görüşlerle yapılaşmaya karşı
çıkanlar, toplum ve çevre sağlığını koruma amacı güdenler, böyle büyük riskleri
göz ardı edenler tarafından suçlanıyorlar ve eleştiriliyorlardı.
Gökdelenler, alış veriş merkezleri, yatakları bir paket sigara parasına
yabancılara satılan büyük lüks oteller ve sadece yatırım amacıyla alınıp yılın
sekiz dokuz ayı boş kalan konutlar yapmak gelişme oluyor ama diğer yandan kimse
Tariş’in kapatılan fabrikalarından söz etmiyor; işten çıkarılan ve ortada
bırakılan yüzlerce çalışandan gazete sayfalarında bir satır bile bulunmuyor.
Niye kimse bir zamanlar kamunun malı olan ve sonra yok pahasına satılan ya da
kapatılan fabrikaların üretimlerine devam etmesi için yatırımcılara çağrıda
bulunmuyor?
Siz muhallebi gibi zeminlere gökdelen dikmeyi bırakın da üretim yapacak,
işsizliği azaltacak fabrikalardan haber verin. İzmir’den kaçan yatırımcılar
arasında bu tür yatırım yapacakları pek görmüyoruz. Varsın İzmir’e gökdelenler,
ticaret merkezleri yapılmasın; zaten ürettiğiniz bir şey yoksa neyin ticaretini
yapacaksınız? İzmir’de bu kadar gökdelen, otoban ve alış veriş merkezi çok
bile.
|