BR> 1923 Devrimi’ni yapanların, bir iki duraksamadan
sonra, 1930’ların dayattığı koşullarda “devletçi” bir inşa yolunda yürüdüklerini
biliyoruz. O yöntemin kaybettikleri kazandıklarının yanında küçük
kalır.
Asıl kaybettiklerimiz 1979’dadır: 1979’da, başka bir yola
girilir.
Liberal denen bir doğrultuda, Turgut Özal, yolları ardına değin
açar: Devletin sadece seyirci olduğu, bir furya dönemi; sırtını devlete dayamış
kişilerin kalkınma devri. Üstelik, hem de Doğu’da, devlete bir fedakârlık dönemi
açılmıştır; o da terk edilir: Hayvancılık ve tarım çöker. Geçmişte tek tük
görülen Kürt göçü, bunun eseri Doğu’da yaygınlaşır.
Göç, başta
İstanbul’adır...
İstanbul, kimliğini gitgide yitirir: Gitgide hantallaşan
bir kentte çöküş görülür: Kurban bayramları bir hayvan boğazlamaya dönüşür;
kentlileşemeyenler sayıca kente egemendir; İstanbul’da bir “imar faşizmi”
başlar... İstanbul’da çözülme, bütün o bölgede açıktır. İstanbul’u sevme,
aslında o kenti ayakta tutan bütün geleneklere de sahip olmayı gerektirmiyor
mu?
Türkiye’de, Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkma, İstanbul’da olup
bitenlere de karşı çıkmayı çağırıyor. Türkiye’yi sevme ile İstanbul’u sevme iç
içedir...
Hrant Dink’in katillerini ararken de öyledir...
|