İstanbul’da Ne Olduğunun Farkında mısınız?
Avrupa Kültür Başkenti projesi, sahne adıyla İstanbul 2010 için sadece 11 ay kaldı. Kentin her tarafında bir şeyler yapılıyor. Bir tarafta kamyonetlere yüklenen sanat, sanatsevere gidiyor. Öbür tarafta insanlar binlerce yıllık evlerinden, “daha iyi bir yaşam” için sürülüyor. Kimileri için bu proje büyük bir fırsat, kimileri içinse soylulaştırma
/P> Sahne kimin? Mimari ve sanat birbirinden farklı alanlar. Ancak iş İstanbul 2010’a gelince sıkıntılar neredeyse birbiriyle aynı. Karşı Sanat da önümüzdeki yıl Avrupa Kültür Başkenti kapsamında gerçekleştirilecek sanatsal etkinliklere alternatif olacak işler üretmek için çalışmalara başladı. Ancak alternatif üretmeyi eleştiri olarak algılamamak gerek. Asıl dertleri İstanbul 2010 yapılanması dışında kalan inisiyatifleri biraraya getirmek. Bu inisiyatifleri İstanbul’un gerçek sesi olarak görüyorlar. Karşı Sanat da değerlendirme komisyonunda yer almak için bir davet almış. Karşı Sanat çalışmaları Sahibi Feyyaz Yaman’ın en büyük itirazı yukarıdan aşağıya doğru bir yapılanmayla işlerin yürümesine. Böyle bir çalışma yapılacaksa ilgili kişilerin çağrılıp bir taban oluşturulması gerektiğini düşünüyor. Bu tip bir sivil oluşum hiç gerçekleşmemiş. Bunun üzerine kendi inisiyatiflerini oluşturmuşlar. Yaman’a göre yapılmak istenen kamuoyu adına aktörler yaratmak ve bu insanlar üzerinden etkinlikler gerçekleştirmek. Bu aktörlerin içinde İKSV gibi ticari kurumların olmasını ise çok yanlış buluyor. “Katılım modeli hep ekonomik boyutlar üzerinden konuşulduğu için sonuçta devre dışı kalıyorsunuz” diyor. Gazeteci Zeki Coşkun’a göre ise proje kavramını sanattan uzaklaştırmak gerekli. “Projen varsa gel diye bir durum ortaya çıktı. Ancak proje dediğiniz sırf tasarım değil. Mecburen prodüksiyonu da dahil ediyorsunuz. O zaman sanat diye bir şeyden söz edemezsiniz. İstanbul 2010’a ne gider diye düşünüyoruz? 21. yüzyılda metropol denen şey bize nasıl bir kent tasarlıyor? Dolayısıyla kentli ve sanatçı arasındaki ilişki nasıl olacak? Bunları konuşmak için yan yana gelmeliyiz, proje üreteceksek de birlikte üretmeliyiz. Buna yönetişim deniliyor. 2010’u da bu şekilde ele almalıyız” diyor. Feyyaz Yaman da bundan önce bienal gibi kültür organizasyonlarında yaşanan durumun 2010’a yansıyacağını öngörüyor. Nedir bu durum? Sanatın ve kültürün bize dışarıdan gelmesi. Çolakoğlu’nun dediği, işin vitrin kısmı Avrupa’dan gelecek büyük gösterilerle kotarılacak. Ali Şimşek de soruyor: “Buraya bir sahne gelecek ve biz onları izleyeceğiz. Gösteri bitince sahne kalkıp gidecek. Peki ardında bize bilinç anlamında ne kalacak?” Ancak bu sırf İstanbul’la ilgili bir konu değil. Bu tip projelerde kentlinin gerçekten seyirci olmaktan çıkıp katılımcı haline dönüşmesi pek görülmüyor. Böyle olunca da iş dışardan ithal kültürle, soylulaştırma projesine dönüşüyor. Zaten Yaman’ın dediği gibi 2010 da İstanbul’un kültürel olarak büyük bir değişim yaşadığı döneme denk geliyor. Yaman “Bu süreçte İstanbul’un kendini konuşacağı bir platform ortaya çıksaydı, bu bile yeterli olurdu” diyor. Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Zeytinoğlu da alternatifleri bulmanın o kadar zor olmadığını düşünüyor. “2010 sahnesinin içine hangi İstanbul girecekse onun dışında kalanlar alternatiftir. Elbette İstanbul sırf kültürle alakalı değil içinde sınıf da var siyaset de. Boğaz silueti de var, Tuzla tersaneleri de” diyor. Yaman’a göre yapılmak istenen oryantalizmin farklı bir çeşidi. “Alternatif bir inisiyatif yaratmasaydık bunun vebali altında kalırdık. Dar alan, Hafriyat gibi başlangıçtan beri kentin ortaya çıkardığı çeşitliliklerle ilgilenen oluşumlar var. Bunların önü açılsa gerçekten sokağın sesini duyar hale gelirdik” diyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yalçın Karayağız da taşınabilir sanat projesinin hiçbir yeniliği olmadığını, SSCB döneminden beri birçok defa denendiğini söylüyor.
|