ğustos sıcağının İstanbul gündemi ''imar kültürü''ndeki yozlaşmayı da yansıtıyor... İşte geçen haftanın konularından bazıları:
Sevda Tepesi: Tarihsel ve doğal peyzajın ''birlikte'' korunabilmesi için, denize bakan (öngörünüm) tüm ''koru''lara yapı yasağı getiren ''Boğaziçi Yasası'' ile ''SİT kararları'', Kral henüz ''Prens''ken, tapusunu aldığında da geçerliydi... Bu nedenle 1984'te ödediği milyon dolarların ''imar güvencesi'' (!) de ''yasaların değiştirilmesi''ydi... Nitekim 1985'te İmar Yasası'na madde eklenerek Boğaziçi koruları imara açıldıysa da Anayasa Mahkemesi iptal etti. Böylece öngörünümün bahçeleri ''anayasal koruma''ya kavuşmuş oldu...
Şimdi, bu gerçek bilindiği halde, ''Kral'a jest'' için Sevda Tepesi'ne imar izni istenmesi ne kadar onur kırıcı ise medyanın da konuyu ''imar sorunu'' şeklinde yansıtması aynı oranda ''aymazlık'' değil mi? Çünkü, ''ulusal gurur''a değer veren hiçbir devlet, ''anayasasını hiçe sayarak'' kimseye imar ayrıcalığı sağlamaz. Hiç kimse de kentin tarihsel kimliğini ''jest'' için gözden çıkartmayı önermez...
Medyanın ''imar sorunu'' dediği durum ise Sevda Tepesi için geçerli değil; çünkü bu tür alanlarda imar zaten ''yok'' ki sorunu da olsun. Kaldı ki Boğaziçi Yasası özetle şunu da öngörüyor; ''Boğaz köprüleri gelirinin yüzde 2'siyle özel koruluklar kamulaştırılarak 'halka açık mesire yerleri' yapılmalı''
Büyükşehir Belediyesi'nin bu yasal görevi akla bile gelmiyor!..
Metroda 'delik' !: Yine geçen hafta, Mecidiyeköy'deki bir inşaat hazırlığında İstanbul Metrosu'nun damı delindi. O sırada geçen tren de delikten sarkan sondaj borusuna çarparak hasar gördü. Adlarına ''yetkili'' denen, ancak, bu gibi ''kaza''ların ardından verdikleri demeçlerle hep ''sorumsuz'' oldukları anlaşılanlar dediler ki; ''Büyük bir felaket olabilirdi; yüzlerce kişi ölebilirdi''.
Oysa çağdaş kentleri yöneten yetkililerin, öncelikle yapmaları gereken; yerin altındaki tüm altyapı tesislerini harita ve imar planlarına işletmek. Böylece, yerüstündeki her türlü uygulamada ''alt''ın durumunu gözetmeyi sağlamak...
İşte böylesi basit ama ''yaşamsal'' bir kural, yerel yönetim bütçesi 60 ülkeden daha fazla olan İstanbul'da unutuluyorsa; adına ne denebilir ki?
Merkez Bankası: İmar haritalarında altyapısı görünmeyen İstanbul'daki ''ayrıcalıklı'' izinlerle yükselen ''sonradan görme'' gökdelenlere, şimdi de ''Merkez Bankası'' kuleleri eklenecek... ''Devletin bankası''nı başkentimizden ''finansın başkenti''ne taşımak için henüz ''yasada değişiklik'' bile yapılmamış olmasına rağmen, Levent'teki arsa için ''proje''ler hazırmış...
Oysa imar hukukumuz ve mimarlık kuralları, bir arsada önce yasal yapılaşma kararlarının kesinleştirilmesini; projelerin de buna göre düzenlenmesini öngörüyor. Ne var ki hiç kimse Merkez Bankası'nın İstanbul'daki arsasına yasal kararlar ''olmadan'' gökdelen tasarlanmasını sorgulamıyor. Dahası, Ankara'da ''maket''i de bulunan ve ''ünlü mimar''larımızın imzasını taşıyan 36 katlı kule projelerine şimdiden ''övgü''ler düzülüyor...
Boğazda gürültü: Arnavutköy-Ortaköy ''kıyı''sındaki ünlü eğlence merkezlerine ''gürültü sınırı''nı aştıkları için verilen ''kapatma'' cezaları hâlâ tartışılıyor. En çok konuşulan ise bunun aslında ''dinci'' siyasetin ''siyasal'' tavrı olması... İktidarın söylemi ve bu gibi konulardaki ''öncelik''leri, böyle bir kanıyı yaratsa bile, asıl sorgulanması gereken ''kıyıdaki yasadışı yapılaşma'' değil midir?
Konuyu yazıp çizenler, bir de ''imar ve kıyı kanunları''na baksalardı; oralarda, ''volüm özgürlüğü'' yerine ''halkın denizden yararlanma özgürlüğü''nün geçerli olduğunu görürlerdi... Ne var ki iktidar da bunu önemsemediğinden olacak, yasal işlemciler sadece ''gürültü mevzuatı''na sarılmışlar...
Evet... İstanbul'daki egemen ''imar kültürü''nün geçen haftaki konuları böyle... Bu örnekler bile, sorunun sadece ''port''lar olmadığını; asıl tartışılması gerekenin ''kent ve uygarlık bilinci''ndeki ''yozlaşma'' olduğunu göstermiyor mu?
|