Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından hayata geçirilen İstanbul Araştırmaları Enstitüsü (İAE) Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri İstanbul’una yönelik araştırma, kayıt ve koruma çalışmaları yaparak, projeler üreterek, bilimsel projelere destek vererek, kentin kültürel mirasının ulusal ve uluslararası platformlarda gelecek kuşaklara aktarılmasını hedefliyor.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde Bilim Kurulu Başkanı olarak görev yapan İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baha Tanman, enstitüde araştırmaların dışında sergilerin, toplantıların, seminer ya da konferansların da düzenleneceğini söylüyor.
İstanbul eksenli çalışmalar yürütecek olan Enstitü'nün Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Baha Tanman ile İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ve İstanbul üzerine konuştuk.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsüne kimler projeleri ile başvurabilecekler?
İstanbul Araştırmaları Enstitüsünün kütüphanesi herkese açık ama enstitü bünyesinde yapılacak araştırmaların ayrıntılarını yakında saptayacağız. Fakat illa doktora ya da yüksek lisans öğrencisi veya akademisyen olmak gerekmiyor. Elbette belirli bir bilimsel yetkinliğinizin olması lazım. Enstitü, İstanbul eksenli her türlü proje teklifine açık. Enstitünün kütüphane desteğinin yanısıra maddi desteği ile de yürütülecek projelerin olması gerektiğine inanıyoruz. Bu projelerin bir kısmı muhakkak ki akademik çevrelerden, bir kısmı akademisyen olmasa da meslekten olan kişilerden gelecektir. Ama meslekten olmasa da İstanbul’un tarihi, topoğrafyası, kültürü ile ciddi olarak ilgilenen kişilerden de projeler gelecektir.
Enstitü bünyesinde tam zamanlı çalışacak araştırmacılar olacak mı?
Ayrıca bir araştırmacı kadrosu yok. Bilim Kurulu Başkanı olarak ben varım, aynı zamanda üniversitedeki görevim de devam ediyor. Bizans araştırmalarından sorumlu olan Gülru Tanman, Osmanlı Araştırmaları bölümünde Ekrem Işın ve Kütüphane ve Cumhuriyet ve Atatürk Araştırmaları Bölümü'nde ise Ümran Hanım var. Onun dışında daimi araştırmacı kadrosu yok. İleride üzerinde çalışılacak projeler kapsamında belli araştırmacılar ile birlikte çalışılacaktır ama devamlı bir kadro sağlanacak mıdır şu an bilemiyorum.
| İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
Sergi Salonu |
Araştırma projelerinden biraz söz edelim, ne tür projeler olacak?
Gelen proje teklifleri değerlendirilecek; kabul edilenler enstitünün desteklediği projeler kapsamında yürütülecek. Ayrıca biz de bazı projeler önereceğiz. Benim aklımda var birkaç tane mesela. Sık sık dile getirilen bir husus var, birçok kurum tarafından başlanmış bitirilmemiş bir proje var, İstanbul’un eser envanteri. Tabi bu bir yılan hikayesine döndü Türkiye’de ve kurumlar bu araştırmaları birbirlerinden habersiz olarak yapıyorlar. Birtakım üniversitelere bağlı enstitüler, Büyükşehir Belediyesi’nin bazı birimleri, vb. bu konularda zaman zaman çalışıyorlar dolayısı ile bunları koordine etmek gerekiyor. Geçen gün de konuştuk bu konuyu, sıfırdan başlamak yerine, örneğin İstanbul çeşmeleri üzerine araştırma yapılmışsa, eksikleri ile birlikte, bunu yapan kurumu da çalışmaya ortak ederek devam etmek gerek yani önce mevcut çalışmaları toparlamak gerek. İstanbul bunca önemli bir kent, hep bu soru ile karşılaşıyorum birçok yerde: “İstanbul’da antik çağdan günümüze tespit edilebilen kaç tane mimari yapıt var ?”
Hep takribi şeyler söylemek durumunda kalıyoruz. Bunun nedeni, yakın bir geçmişe kadar, akademik çevrelerde dahi korunması gereken kayda değer eser eşittir anıtsal eser gibi bir düşünce yapısı olması. Anıtsal yapıları onaralım koruyalım onların etrafındakileri de temizleyelim deniyordu, işte o temizlik fevkalade tehlikeli bir şeydir; bu arada pek çok konut, çeşme, küçük mescit, Bizans kalıntısı, su yolu, tekke, türbe vb. gider.
1950-60 arası biliyorsunuz, bu ‘temizliğin’ doruğa ulaştığı bir dönemdir. Dolayısıyla bu envanterin bu kadar gecikmiş olmasının sebebi, küçük eserleri, kentin asıl dokusunu oluşturan bu küçük eserleri kayda değer görmeyen mentalitedir. Bunu ilk gören, hissedenlerden biri Tanpınar’dır örneğin, kendisi mimar ya da sanat tarihçisi değil fakat "İstanbulu İstanbul yapan yalnızca bu büyük eserler değildir" diyor, Sinan’ın külliyelerinden bahsettikten sonra. Mahalle ölçeğindeki küçük eserlerden ve mahalle dokusundan bahsediyor. Tabi, 1940’lı yıllarda yazmış o satırları; bugün Kocamustafapaşa ya da Üsküdarı görse herhalde şok geçirirdi ama çınar ağacıyla, çeşmesiyle, küçük meydanıyla, konutlarıyla asıl kent dokusunu oluşturan ufak eserlerin önemini çok geç kavradı Türkiye. Bu arada pek çoğu gitti. Yangın, bilinçsiz imar, deprem, vesaire. Yine de, yangından mal kaçırır gibi, ne kurtarsak kardır demeliyiz. Bina olarak kurtaramadığımızı bari bellek olarak kurtaralım. Ama bunun artık daha da gecikmemesi, 21. yüzyıl ortalarına sarkmaması gerekir.
| İstanbul Araştırmaları Enstitüsü
Araştırma Salonu |
Bir de yeterince üstünde durulmamış boyutları var İstanbul’un; benim konumun dışına çıkıyor belki ama, mesela yaşam biçimleri İstanbul’un. Gündelik hayata ilişkin, dile ilişkin araştırmalar. Geçenlerde bir arkadaş grubu ile de konuşuyorduk bu konuyu, İstanbul Türkçesini layıkıyla konuşan insanlar o kadar azaldı ki, işte bu insanları biran önce banda almak lazım çünkü gitti mi gidiyor. Linguistik araştırmalar yapıladursun bir yandan, ama insanlara, işte İstanbul Türkçesi böyle birşeydi diye de dinletebilmeniz gerekiyor. Birtakım diziler olabiliyor televizyonda, 1910'larda geçen bir hikaye, herkesin başında fes var ama konuşulan İstanbul Türkçesi değil. Tabi farklılaşıyor, İstanbul’da mesela bir okumuş sınıfın Türkçesi var, biraz ağdalı ve tumturaklı; gündelik hayata egemen olan bir orta sınıf Türkçesi var ki belki en zevkli ve renkli olan o. Kenar mahallelerin konuşma şekilleri var. Benim gençlik yıllarımda duyduğum çok ilginç birşey var, eski İstanbullular Üsküdarlının, Eyüplünün, Fatihlinin konuşmasını ayırt edermiş. Düşünün, İstanbul Türkçesi bir yana, dinleyip galiba Üsküdarlı bu beyefendi derlermiş ya da bu hanımefendi Eyüplü derlermiş ve doğru çıkarmış.
Artık bunları tespit etmek mümkün değil. O nüanslar bitti. En azından İstanbul Türkçesinin tespiti lazım. Yani, herşey mimari eser ve arkeolojik kalıntı değil. Bunun gibi projeler de yapılmalı. Sonra İstanbul’un kültürüne, tarihine hizmet etmiş kişiler üzerine de çalışmalar yapılmalı. Pera Müzesi’ndeki Ali Emiri Efendi sergisi o bakımdan önemli. Küçük bir uzman grubu dışında kimsenin adını bilmediği, belleğimizden silinmiş çok önemli bir adam. Bir geç dönem Osmanlı aydını üstelik Diyarbakırlı. Yani İstanbullunun taşralı diye küçük görebileceği bir insan. Genç yaşından beri kitaba gönül vermiş ve inanılmaz bir koleksiyon oluşturmuş. Bu koleksiyondan seçilmiş bazı eserleri Pera Müzesi’nde ve bizim Enstitümüzün galerisinde sergiliyoruz. İşte bu tür insanları merkez alan incelemeler ve sergiler yapmak da planlarımız arasında.
Ortak çalışmalar yürüteceğiniz kurumlar olacak mı?
Elbette, İstanbul üzerine çalışan kurumlar, kütüphaneler mevcut ve biz onlarla sürekli iletişim halinde olacağız. Hatta mesela bazı küçük dernekler, topluluklar var, adalarda, bazı semtlerde, bunlar bir takım çalışmalar yapmış olabilirler ama yayınlama imkanı bulamamışlardır. Onlarla da görüşmek lazım. Dediğim gibi yapılan ama bir türlü biraraya getirilemeyen çalışmaları örgütlemek de çok önemli. Çok yaygın bizde diğer kurumlardan kopuk birşeyler yapma. İAE’nin bir görevi de bu tür İstanbul eksenli çalışmaların koordinasyonu olacaktır.
İAE’de başka ne tür faaliyetler olacak?
Araştırma haricinde galeri katında sergiler, toplantılar, seminer ya da konferanslar da düzenlenecek.
Yapılan çalışmalar yayına dönüşecek mi?
Elbette, bunu istiyoruz. Mesela çok ilginç yüksek lisans ve doktora tezleri yapılıyor ancak, bunlar basılamıyor. İTÜ bir zamanlar doktora tezlerini basıyordu ama artık basmıyor bildiğim kadarıyla. Bu çalışmalar içerisinden basılmaya layık görülenlerin basılması da söz konusu. Önümüzdeki birkaç yıl için öngördüğümüz faaliyetlerden birisi de bu.
Ayrıca her serginin muhakkak bir yayını olacak, aksi takdirde sergiler unutulup gidiyor.
İAE’nin uzun vadede bir kent müzesi olma amacı var mı?
Hayır yok. Belediye’nin böyle bir projesi söz konusu. İAE olarak biz, ileride yapılacak böyle bir müzeye bilimsel destek sağlarız ama kendi bünyemiz içinde böyle bir müze oluşturacağımızı zannetmiyorum.
Peki İstanbul dışından gelecek araştırmacılara gerekli imkanlar sağlanacak mı?
Şu anda yatacak yer sağlayamıyoruz ama ileride olacağına inanıyorum. Üç ayaklı bir proje bu aslında Suna İnan Kıraç Vakfı için. İstanbul’da Pera Müzesi ile başlandı, şimdi İAE açıldı ve ileride Suna Kıraç Kültür Merkezi açılacak. Böyle bir kültür merkezinin bünyesinde araştırmacıların ihtiyaçları için mekanlara yer verileceğine inanıyorum.
Ropörtaj: Neslihan ŞIK GLOSSET
Fotoğraflar: Filiz YAVUZ
|