Beşiktaş Jimnastik Kulübü (BJK), kuruluşu 1903 yılına uzanan
en eski spor derneklerimizden.. Bu nedenle “tarih bilinci”nin de en güçlü olması
gereken kurumlarımız arasında... BJK, bugünlerde “yıkılması ve ticari tesisler
eklenerek” büyütülmesini istediği İnönü Stadyumu 1947’de
açılıncaya kadar, Taksim’deki Topçu Kışlası’nın avlusu ile
şimdiki Çırağan Oteli’nin yerinde bulunan Şeref Stadı’nda top
koşturdu. Kışlayla avlusu yıkılınca da kenti modern bir stadyuma kavuşturmak
için 1939’da davet edilen İtalya’nın ünlü spor yapıları mimarı Paolo
Vietti Violi, Türk mimarlar Fasıl Aysu ve
Şinasi Şahingiray’la birlikte proje için kolları
sıvadılar...
“Bulunulan vadiye yumuşakça konumlanmış” zarif tasarımın temeli 1939’da
atıldıysa da 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle inşaata
devam edilemedi. 19 Mayıs 1943’te yeniden törenle başlanan inşaat, dönemin
parasıyla 5 milyon TL’ye tamamlanabilmişti... Stadın 27 Kasım 1947’deki açılış
maçında takımlar, BJK ile İsveç’in AIK Solna’sıydı... Konuk takımın 3-2
kazandığı tarihi maçın ilk golünü atan da BJK’nin büyük emektarı Süleyman
Seba...
1952’de DP hükümetince “Mithatpaşa” denilen, 1973’te ise yeniden ‘İnönü’
adına kavuşan stadyum, yakın geçmişte The Times gazetesince yapılan araştırmada,
dünyadaki en iyi 10 stat arasında 4’üncü olmuştur. Bunun nedeni sadece “işleyiş
düzeni” ve “tribünlerle saha arasındaki uyumlu oran” değil; stadın çevreye
“saygılı eklemlenme”si ve özellikle Dolmabahçe’deki tarihi ve doğal peyzajı
“zedelemeyen” bir siluet hassasiyeti içinde gerçekleşmiş olmasıdır.
Nitekim hem bu nedenlerle, hem de Cumhuriyet yönetiminin İstanbul’daki çağdaş
imar hizmetlerinde önemli yer tutması gözetilen stat “korunması gerekli
kültür mirası” olarak tescil edilmiştir.
Şimdi, kullanım hakkını alarak aynı zamanda stadın “hami”si olması gereken
BJK’nin, kulübün büyük emektarlarından Süleyman Seba’nın ilk golü attığı ve spor
dünyamızın unutulmaz anılarıyla yüklü bu mekânın, üstelik “rant uğruna”
eklenmesi öngörülen tesislere olanak sağlanarak “yıkılması” ve yerine bambaşka
bir “ticari stat” yapılmasını öngören projesi, bu kulübümüzün tarihsel
saygınlığı ve görmüş geçirmiş kimliğiyle nasıl bağdaşabilir?
Böylesi “çok özel değerleri” olan statta 1998’den sonra 49 yıllığına “kiracı”
olan kulübümüzün, kentin Cumhuriyet tarihini belgeleyen yapıyı gelecek kuşaklara
“miras” olarak aktarma sorumluluğumuzu da çiğnemeye ne yasal ne de etik açıdan
hakkı olmaması gerekir...
Ya Koruma Kurulu?
Ne var ki ben asıl şu çok değer verdiğim ve ülkemizin kültür ile doğa
zenginliklerinin “güvence”si olarak saygı beslediğim “Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”nun, özetlediğim amaçları içeren bir
yıkım projesine tek kelimeyle “hayır” dememiş olmasını çok daha büyük
talihsizlik olarak görüyorum.
BJK’nin bugünkü yöneticileri, kentsel ve kültürel miras konusunda çağdaş
yükümlülüklerin farkında olmayabilirler.. gelecekte bunun bilincinde olabilecek
yöneticiler işbaşına gelebilir.. ancak koruma kurulları, -“yeni” üyeleri kim
olursa olsun- adı üstünde “koruma”ktan sorumludurlar. “Özerk” olmalarının
nedeni, koruma karşıtı, olası siyasi ya da başka türlü baskılara karşı, bilimin
ve çağdaş uygarlığın kültürel gereklerini yerine getirmekten ödün vermemeleri
içindir... Bu nedenle şimdiki üyelerin özel yaklaşımlarıyla değil, korumanın
genel kuralları ve “Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları” ile “kurumsal
sürekliliği” de sağlamakla yükümlüdürler.
Yılların koruma kurulları emektarı bir mimar olarak, BJK’nin bu “sorumsuzluk
projesi”ne, ilgili bölge kurulunun kapı araladığı yönündeki haberlere hâlâ
inanasım gelmiyor! O kadar ki doğru olup olmadığını kurul müdüründen sormanın
bile kurumun saygınlığına ters düşeceğini düşünerek, elim telefona
gidemedi...
Bakanın duyarlılığı
Neyse ki Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki köşesinde Kültür ve Turizm Bakanı’yla
görüşmesini okudum da yüreğime su serpildi (12 Mart 2011).
Bakan Günay, konuyla ilgili soruları yanıtlarken özetle demiş ki: “BJK
yönetimi, içinde AVM, otel ve altında 2500 araçlık otopark bulunan 42 bin
kişilik stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz
yuman bir kültür bakanı’ olarak tarihe geçmek istemiyorum. Konunun bir de yüksek
kurulda görüşülmesi gerekir.”
O yüksek kurul ki, vaktiyle İnönü Stadı’nın koruması da dahil, ülkede “kültür
mirası” fikrini ilk kez “kurumsallaştıran” ve özellikle “kamu”nun bu gibi
değerlere saygılı olması bilincinin filizlenmesine tarihsel katkılarda bulunan
“Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu”nun geleneklerini de
korumakla yükümlü organımız... Ben, bakanın bu tercihiyle, İnönü Stadı’na artık
“kurtuldu” gözüyle bakıyorum.
“Peki, ne yapmalı?” sorusunun yanıtı içinse; İstanbul Serbest Mimarlar
Derneği Başkanı, yılların saygın mimarlarından Doğan Hasol’un şu görüşüne
katılıyorum: “Galatasaray’a yapıldığı gibi Beşiktaş’a da daha uygun alanda büyük
bir stat temin edilsin. İnönü Stadı aynen korunarak küçük maçlar, konserler,
törenler vs. için kullanılsın.”
Bu sözü 30 Ocak’ta Milliyet’te aktaran Melih Aşık’ın da dediği gibi: “En iyi
çözüm bu. Beşiktaş Kulübü İnönü Stadı’nı artık rahat bırakmalıdır.”
|