İmar’da Yolsuzluklar Biter mi
Değişik yerel yönetim kademelerinde yer almak isteyen adayların, listelere girebilmek için gösterdikleri gözü pek isteklilik, yeni bir yerel seçim sürecinde hepimizce hayretle izlenmekte. Üstelik bu kademelerden elde edilecek helâl kazançların düşüklüğünü de hesaba katarsanız, bu hizmet aşkı gerçekten göz yaşartıcı. Hikâye aslında bu değil.
Değişik yerel yönetim kademelerinde yer almak isteyen adayların, listelere girebilmek için gösterdikleri gözü pek isteklilik, yeni bir yerel seçim sürecinde hepimizce hayretle izlenmekte. Üstelik bu kademelerden elde edilecek helâl kazançların düşüklüğünü de hesaba katarsanız, bu hizmet aşkı gerçekten göz yaşartıcı. Hikâye aslında bu değil. Biliyoruz ki; olan şey sadece arıların şekere üşüşmesi. Bu şeker nedir, nereden gelmektedir ve bu şekerin kamuya mal edilmesi mümkün değil midir gibi soruları cevaplamak teknik bir konu olsa da, konunun çözümü önemli bir kamuoyu farkındalığı ve desteği gerektirmekte. Kentsel rant nasıl dağıtılıyor Sorunun kökeninde ise birçok konuda olduğu gibi artık arkaik kaçan kamu yönetimi sistemimiz ve şehircilik mevzuatımız yatmakta. Çözümün önündeki en büyük engelleri ise tipik “devlet fetişizmi” ve bir türlü “metropoliten/kentsel yönetim” kavramlarına geçemeyen “şehircilik ve imar mevzuatımız” olarak saymak mümkün. Kentin fiziksel gelişimi için yönlendirici bir araç olan “onaylı imar planlarının”, teknik fonksiyonların ötesinde, önemli bir “yeniden dağıtım” fonksiyonu vardır. Üretilen kentsel rant bu planlar uyarınca yeniden dağıtılmaktadır. Bu “yeniden dağıtımın” hakça olması John Rawls tarafından formüle edilen kapitalist “Adalet Teorisi”nin tanımladığı “üzerinde anlaşılmış başlangıç koşulları”nın varlığına bağlıdır. O nedenle, teknik süreçlerden geçerek hazırlanan imar planları, halkın temsilcilerinin oluşturduğu Belediye Meclislerinde (belediye sınırları dışında İl Genel Meclislerinde) tartışılarak onaylanır ve askıya çıkarılır. Askı süresince, halktan gelen itirazlar yine yetkili meclis tarafından değerlendirilir ve planlar kesinleşir. İşte bu planlar, “üzerinde oydaşılmış başlangıç koşullarını” tanımlar, bu nedenle de adil ve iyi olduğu (en azından teorik olarak) varsayılır. Buraya kadar tanımlanan süreç bizim mevzuatımızca da kabul görmektedir. Etkinlik prensibi İdeal olarak bu planların, plan gerçekleştirmeleri tamamlanmayıncaya kadar değiştirilmemesi gerekir. Ancak, yaşamın pratik koşullarını bunu imkânsız kılar ve adil bir değişiklik sürecinin tanımlanmasını gerektirir. Adalet Teorisi, zorunlu değişiklik ve ilavelerin kaçınılmaz olduğu durumlarda izlenmesi gereken bir başka prensibi “etkinlik prensibini” önerir. Buna göre yapılacak değişiklik veya ilaveler, ancak ve ancak planın içerdiği kişi ve grupların “başlangıç koşullarından” geriye gitmesine neden olmayacaksa meşrudur ve kabul edilebilir. Bu prensibin teknik adı da “Pareto Optimalitesi”dir. İşte bu prensibin nasıl mekanizma ile işletildiği bizim de başımızda olan hikâyenin özünü oluşturur. Bizim imar mevzuatımız, nüfus yoğunluğu artışı ve kentsel hizmet alanı kaldıran imar planı değişiklikleri, artırdığı nüfusun gerektirdiği kentsel hizmet alanlarını bir başka yerde önermeden yapılamaz demektedir (İmar Planı Yapım ve Değiştirme Yönetmeliği Madde 21). Bir diğer ifade ile “kat artışı ile kente getirilen yeni nüfusun ihtiyaç duyduğu, okul, yol, sağlık tesisi, otopark, yeşil alan, altyapı gibi tesisleri bir başka yerde göstermek zorundadır”. Aksi takdirde, yeni gelecek olanlar, başlangıç koşullarında tanımlanmış haklara tecavüz ediyor olacaklardır. Ancak, teknik olarak bu durumu aşmanın yolu mevcut olup, “medeni ülkelerde” yaygın olarak kullanılmaktadır: Yoğunluk artışı ya da kentsel hizmet alanı iptali gerektiren imar planı değişiklik talepleri, etki analizleri denilen teknik çalışmalarla değerlendirilir. Bir diğer deyişle, talep edilen değişikliğin, “başlangıç koşullarında” tanımlanan adil duruma getireceği ekonomik, sosyal ve teknik maliyet detaylı olarak incelenir ve bunun sonucunda ortaya çıkan mali boyut, değişikliği talep edene yansıtılır. Eğer kabul ederse, böylelikle yaratılmak istenen rantın kamusal maliyeti kamuya yasal olarak aktarılır. Değilse başlangıç koşulları değişmeden devam eder. Böylelikle her değişiklik talebinin yargı denetimi gerekliliği ortadan kaldırılır. Ama etki analizleri denilen teknik mekanizma, bırakınız yasal sistemimizde tanımlanmayı şehircilik mekteplerimizde bile anlatılmamakta olup, bu konuda ülkemizde tek bir uzman bile bulunmamaktadır. Öte yandan, anayasal amme idaresi sistemimiz sağlanılmamış bir kamusal hizmetin vatandaştan talep edilemeyeceği ilkesi üzerine oturtulduğu için sistem ne yasal ne de idari olarak işletilememektedir. Sonuç ne mi olmaktadır: Adaleti yaralayan o kamusal maliyetler gereksiz yere vatandaşın sırtına, meclis üyelerinin ceplerine ve siyaset finansörü partilerin kasasına gitmektedir. H. Murat Çelik / Doç. Dr; İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü |