Anayasa Mahkemesi’nin gözlerden kaçan bir kararı, belediye meclislerince
alınan, kent, çevre ve topluma zararlı imar kararlarının, kaymakam ve valilerce
“veto” edilmesine olanak sağlıyor. İlçe ve illerdeki “mülki amir”lerimiz bu
haklarını, “kişisel”likten uzak “katılımcı” yöntemlerle kullanabilir; uzman
sivil kuruluşlardan oluşan “demokratik denetim kurulları”yla uygulayabilirlerse,
Türkiye’yi betonlaşmaya tutsak kılan “imar keyfiliği”ne etkin bir önlem
alınabilir...
‘İmar düzeni’miz...
İmar yetkilerinin “yerel” olması aslında “evrensel” kuraldır; ancak bu
yetkinin “bilimsel” ilkeler gözetilerek “toplum yararına” kullanılması da çağdaş
şehirciliğin önkoşuludur. Çünkü kent planlaması bir “bilim”dir ve ancak
toplumsal çıkarların gözetilmesiyle kamusal amacına ulaşabilir.
Dünyadaki örneklerde bu amacın gerçekleşebilmesi için, karar süreçlerinde
“hükümet dışı uzman kurumlar” da yer alırlar… Örneğin üniversitelerin ya da
meslek kurumlarının kent için “sakıncalı” buldukları bir imar planı belediye
meclisinden geç(e)mez. Nadiren de olsa meclis ısrar ederse kıyamet kopar;
kamuoyu ayağa kalkar...
Bizde ise üniversitelerin ve meslek kurumlarının yanlış buldukları hemen tüm
imar düzenlemeleri yerel meclislerden bir çırpıda geçmekte; belediye başkanları
da “ne yapalım, demokrasi” diyebilmektedir...
Çünkü imar yetkilerinin 1985’te belediyelere devredilmesinin gerekçesi, “12
Eylül darbesinden sonra demokratikleşmeye geçiş”in başlamasıydı... Ne var ki
demokratikleşmede “ilk” ve “son” adımın neden imarda atıldığını ise 25 yıldır ne
açıklayan var ne de sorgulayan...
Aynı yasada, bu yetkinin “planlı ve sağlıklı kentleşme” için değil, “imar
rantlarının yerel kararlarla üleşilmesi” için belediyelere verildiğinin en açık
göstergesi ise “denetimsiz”likti!..
Her yönüyle “bilimsel” ve “demokratik” ilkelerle kullanılması gereken
“denetimsiz” bir yetkinin, “özel çıkarlar”a yarar sağlaması sonucunda, binlerce
plan değişikliği “yasal dayanak”(!) buldu. Yaratılan kentsel tahribatın
önlenmesi içinse meslek odaları ve duyarlı kuruluşların yargıya başvurmaları
dışında başkaca bir denetim olanağı yıllardır sağlanmadı.
İşte şimdi gündemdeki anayasa değişikliği ile bu olanak da yok edilmek
isteniyor. İktidar partilerinin belirleyeceği üyelerle oluşacak bir yargının,
yönetimin yanlışlarına karşı açılan davalarda “bağımsız” davranamayacağı açık
değil mi?
Katılımcı denetim
Anayasa Mahkemesi’nin 4 Şubat 2010’daki kararıyla, kaymakam ve valilere
‘belediye meclis kararlarını veto etme yetkisi tanıyan kanunu kaldıran
düzenleme’ iptal edildi… Gerekçesinde, anayasanın 127. maddesindeki “idarenin
bütünlüğü” ilkesinin kaymakam ve valilerce de gözetilerek, belediye meclis
kararlarını buna göre denetlemeleri gerektiği vurgulanıyor.
Böylece, mülki amirlerin yerel meclis kararlarına ancak iptal davası
açabileceklerini öngören düzenleme yetersiz bulunarak, hukuka aykırı görülen
kararların eskiden olduğu gibi “veto” edilebileceği hükme bağlanıyor.
Yüksek yargının karara uygun yasa için TBMM’ye 1 yıl süre tanıdığı
düşünüldüğünde, özellikle “imar” konularındaki denetim eksikliğinin de
giderilmesi mümkündür.
Uygulamanın “kaymakam ve vali baskısı”na yol açmaması için, yeni düzenlemede
üniversitelerden, meslek odalarından ve diğer uzman kurumlardan bir “denetleme
kurulu” oluşturulabilir...
Böylece, aslında imar ve belediye yasalarında sağlanması gereken çağdaş,
demokratik bir denetim süreci, hiç değilse kaymakamların ve valilerin
sorumluluğunda başlatılarak, imardaki başıboşluk giderilebilir.
Yeter ki belediyelerimizin çoğunda egemen olan “demokrasi=imar özgürlüğü”
anlayışının, bilim dışı ve çıkar amaçlı planlamaya “siyasal bahane”
oluşturduğunu gizlemeyelim. İmarda “katılımcı” denetimin ise demokrasiye değil,
yağmaya önlem olacağını artık görebilelim...
|