İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı’nın çiçeği burnunda kültür sanat mekânı, tarihi Deniz
Palas Apartmanı, yeni kimliğiyle pek çok yeniliğin de habercisi olmaya
aday. 1920’lerde mimar Georges Coulouthros tarafından inşa
edilen bina, üstlendiği yeni rolüyle bu kez İstanbul’un kültür sanat hayatına
hizmet ederek geleceğe uzanacak. 7 katlı binaya dağılan ofis, kafe, restoran,
tasarım mağazası, salon, Leyla Gencer Müzesi ve binayı çevreleyen 21 sanatçının
işleriyle zenginleşen mekân, kültür sanat dünyasındaki sorunların, gelişmelerin
masaya yatırılacağı bir platform olma özelliklerini barındırıyor.
İKSV Genel Müdürü Görgün Taner’e göre burası örnek bir
model, günde 1000 kişinin ziyaret edeceği bir merkez. Mekânın iç mimari
tasarımını üstlenen Nazlı Gönensay ise Deniz Palas’ta sanat ve
kültürün, mekânın altyapısı ile bütünleşerek melez bir bütün oluşturduğunu
söylüyor. Sanatçılar Selim Birsel ve İnci
Eviner içinse işleri insanlarla mekân arasında bağ kuracak bir amaca
hizmet ediyor. İKSV’nin yeni mekânını, Deniz Palas’a emeği geçenler anlatıyor.
- Son yıllarda kültür sanat dünyasında yaşanan hareketlilik, bu yıl
İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmasıyla da ivme kazandı. Deniz Palas
tüm bu canlılığın bir parçası olarak kentin hayatında nasıl bir yer
kaplıyor?
Görgün Taner - Güncel sanatta, sinemada son 5-6 yılda
yaşanan bu patlama Türkiye’nin dünyada kabul edilişi ve algılanışıyla da doğru
orantılı. Türkiye, dünyada kalkınmakta olan 5 önemli kentten biri, gitgide de
önemli bir pazar haline geliyor. Genç nüfuslu ve gelişmekte olan bir ülkenin bu
değişiminin sanat alanında da gözükmemesi imkânsızdı. Bunlara paralel olarak son
üç yıldır Asmalımescit ve civarında da sanat yatırımları arttı. Biz Deniz
Palas’ı 2004’te aldığımızda burada herhangi bir yatırım yoktu ama bugün bunun
değiştiğini görebiliyoruz.
- Deniz Palas’ı ona benzer diğer kültür sanat merkezlerinden ayıran
özellikler, buraya dair hedefleriniz neler?
Taner - Buradaki öncelikli amacımız her şeyden önce bir
model oluşturarak örnek teşkil etmek. Bu model, bir düşünce üretim merkezi
olarak sanatın içinde bulunduğu yerin, entelektüel boyutunun tatışılabileceği
kültür politikaları üzerine söz sahibi olmayı ve böyle bir zeminin
oluşturulabilmesi için bir merkez olmayı içeriyor. Bu yüzden Deniz Palas’taki
Salon, ayın bazı günlerinde sadece İstanbul değil, Türkiye’nin her yerinden ve
yurtdışından bağımsız kültür operatörlerine ayrılacak. Bir de buraya her gün
1000 kişinin geleceğini hesaba katarsanız, her gün birçok insanın sanatla
karşılaşmasını sağlamış olacağız.
- Deniz Palas’ın yeniden inşası 14 milyon dolarlık bir maliyete
sahip. Türkiye’nin önde gelen kurumları ve işadamlarının da desteğiyle açılan
mekân, bir yandan da kendi yağında kavrulma amacını taşıyor mu?
Taner - Elbette istiyoruz, ama bu hemen olabilecek bir şey
değil, ayrıca kültür ve sanat, her zaman dışarıdan desteğe ihtiyacı olan bir
alan. Bu alanda en doğru ölçüt yerel yönetim, merkezi idare, sivil toplum ve
özel sektörün bu işi ortak götürmesidir. Bizim de bu mekânı başka türlü elde
etmemize imkân yoktu. Beş senede tahmin edilenin üzerinde zaman harcadık, emek
ve masraf yaptık, ama sonuçlarıyla beraber Türkiye önemli bir mekân kazandı.
Ayrıca İKSV bu vakfa bağlı bir iktisadi işletme kurdu ve binanın gelir
getirici bölümlerinin işletmesini üstlendi. Böylece kafe, restoran, teras, salon
ve tasarım mağazalarından gelecek geliri vakfa aktararak festivallerde ve
etkinliklerimizde kullanılmasını sağlayacağız. Bu proje, ‘AKM’de restoran olsun
mu olmasın mı?’ tartışmasının bir cevabı olarak da algılanabilir.
‘Kentin dokusunu zenginleştiriyor’
Nazlı Gönensay - İç mimar
Deniz Palas, Şakir Eczacıbaşı önderliğinde sanat, mimari, restorasyon ve
tasarım alanlarında önde gelen isimlerin bir araya gelerek gösterdikleri
olağanüstü ve titiz çabayla bugünkü halini aldı. Eski eserlere tek fonksiyonlu
program dönüşümü sağlamak bile son derece zorken, burada çok fonksiyonlu kentsel
kullanım amaçlı bir program için çok ciddi bir altyapı çalışması, binanın
yapısal ve mimari kimliğini bozmadan yapılabildi. Tarihi binalar zamana
gösterdikleri dirence rağmen çoğunlukla fonksiyonunu yitirip şehrin öksüz
kiracıları haline gelirler. Oysa bugün Deniz Palas örneğinde görüldüğü gibi yeni
işlevleri cesur bir şekilde bu binalara yüklediğinizde kente hizmet etmek onları
yüceltir, gençleştirir ve kentsel hayatın içine çeker. Bu da dönüşümlü olarak
kentin dokusunu zenginleştirir, geçmişle gelecek arasındaki kültürel bağları
kuvvetlendirir.
Tanklar ve başaklar...
Selim Birsel - Sanatçı
Deniz Palas daha inşaat halindeyken edindiğim planları ve çektiğim
fotoğrafları üzerinden çalışmaya başladığımda geleneksel dikdörtgen bir oda
içerisinde olmaktansa bina ve bina içindeki insan dolaşımıyla etkileşime girecek
bir mekân seçtim, bu da binanın, bir şekilde omurgası gibi duran merdivenkovası
oldu. Deniz Palas’ta gerçekleştirdiğim işimin adı “Tanşak Omurgası” 2009-10’dur.
‘Tanşak’ Tank ve Başak sözcüklerinden türettiğim bir kelime. Eğer baskı
tekniğiyle mühürlenerek tank siluetleri bir başak çiziyorsa bunlar ancak Tanşak
olabilirler. “Taşk” da tank ve aşk sözcüklerinden türetilmiş. Namlu namluya
öpüşen bir çift tank siluetinden oluşuyor. Bu tip kelime üretmeye Fransızcada
‘valiz kelime’ adı verilir. İki kelimenin birleşmesinden üçüncü bir kelime türer
veya ima eder. İşin duvardaki görsel izi ve ismi aynı yöntemle oluşuyor.
|