“...Yorucu bir gün sizler için ama bizim için yeni başlangıç... Şöyle bir
bakın sağınıza solunuza, bir çöp konteynırının yanına, bir marketin çıkış
kapısına, görüp fark edeceksiniz bizi.”
Bu cümle, sokaklardan çöp toplayıp satan ‘geri dönüşüm
işçilerinin’ çıkardığı ‘Katık’ dergisinden bir alıntı.
Onların bir dergileri, üstelik bir dernekleri de var. Her şey, kimliklerinin ve
vatandaşla, belediyeyle, hayatla sorunlarının daha ‘görünür’ olabilmesi için.
Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı ve Katık
Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Ali Mendillioğlu, bu
yayının dünyadaki tek örnek olduğunu söylüyor. Derneğin Ankara, Diyarbakır ve
Adana da şubeleri var. İstanbul’da dabir şube kurmaya çalışıyorlar. Tam 400
aktif üyeleri var.
Derginin bir sponsoru yok. Reklam da almıyorlar ama tirajları 5 bine
dayanmış.
Sekizinci sayısına ulaşan ve “Paramız oldukça çıkarıyoruz” dedikleri Katık’ın
sloganı da içeriği kadar çarpıcı:
‘Kapitalizmi tarihin çöplüğüne atmayın, beş para etmez!’
Sokakta dayak var
Ali Mendillioğlu’nun verdiği bilgiye göre, atık toplayıcıları lisanslı
şirketler ve belediyelere karşı da varlık yokluk savaşı veriyor. Hatta Ankara’da
60 işçi bu saldırılarda yaralanmış:
“Lisanslı şirketler parayı fark edip bir süre önce sektöre dahil oldular.
Şirketler, topladığınız ne varsa bize satın diyorlar. Bir miktar kâğıdı 10
liraya başka şirkete satabileceğimiz halde, onlar 4-5 lira veriyorlar. Zorunlu
tekelleşmeyi kabul etmeyince ne hikmetse belediyeler devreye giriyor. Sadece
Ankara’da 60’a yakın arkadaşımız saldırıya uğradı.”
İddiaya göre, Ankara İskitler’deki dört atık deposu için Altındağ Belediyesi
yaklaşık 1.5 yıl önce gönderdiği dört ayrı tebligatla depoların boşaltılmasını
istedi. Belediye buraları kum deposu yapmak istiyordu. 21 Ağustos’ta yıkıma
geldiler. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin de desteğini alan işçiler, işlemin
yasadışı olduğunu savunsa da iş makinaları hafriyatları işçilerin
yatakhanelerinin de bulunduğu depolara döktü. Mendillioğlu’na göre bu davranış
şu demekti: “Yetkimiz olmasa bile sizi canınızdan bezdirip, buradan süreceğiz.”
Kâğıt işçileri o günden bu yana, depolarına sahip çıkmaya çalışıyor,
kavgalarını sürdürüyorlar.
İskitler’de çalışan işçilerden Kazım Çağır, o günleri şöyle anlatıyor: “Bir
sabah kalktım ki cadde zabıta ve damperli arabalarla dolu. Kokulu harfiyatı
alıp, kapımızın önüne döktüler. Zabıtalara ‘Ben ve çocuklarım kâğıtçılık yaparak
geçimimizi sağlıyoruz bu depoda. Hiç olmazsa yattığımız kapının önüne dökmeyin’
dedik. Her yere döktüler. Bir hafta içeri giremedik. Cereyansız sokakta bir
hafta yattık. Üstümüzden sıçanlar başı boş gezen köpekler geçti.”
Ali Mendillioğlu dergiyle bütün atık toplayıcılarını kucaklamak istediklerini
söylüyor:
“Dünyada iki iş var ki, ‘Niye yapıyorsun’ diye sorulmaz, ‘Neden düştün’ diye
sorulur. Bunlar, çöp toplayıcılığı ve hayat kadınlığı. O kadar görünmeziz ki,
sayımız hakkında kimsenin bir fikri yok. Onbinlerden bahsedebiliriz bu mesleği
yapan, meslek denirse tabii... Anlatacağımız çok şey var. Depolarda paramparça
kâğıtların içinde ne şiirler ne hikâyeler bulduk.
Yoksulluğun en sembolik halidir geri dönüşüm işçileri. Her şeyini kaybetmiş,
soylu bir ailenin çocuğuna da ekmek çıkar çöpten, halkın tinerci dediği 10-15
yaşında gençlere de. Hatta ek iş olarak yapan evini geçindiremeyen devlet
memuruna bile.. Ancak toplayıcıların çoğu eski mahkûm. Hapisten çıktıktan sonra
toplumun dışına itilen kişinin ekmeğini çöpten çıkartmaktan başka çaresi
kalmıyor. Kazandığımız paralara gelince, günde 15 saat çalışıp 15 lira
kazanabildiysen ne mutlu sana..”
‘Bir apartman altında sosyal adaleti kurduk’
Yusuf, genç yaşta atık işçisi olup sokaklara düşenlerden. Ancak ilköğretimi
bitirebilmiş. Ankara’da kâğıt toplayıp karnını doyurmaya çalışıyor:
“19 yaşında, Hakkâriliyim. Kâğıt toplarken bazen benim yaşımda gençlere
bakıyorum. Onlar temiz, rahat, dünyadan haberleri yok. Ev geçindirme sıkıntıları
yok. Keyif sürüyorlar. Düşünüyorum da; ben niye dünyaya gelirken böyle şartlarda
gelmedim. Hayatım, onların aksine, zabıtadan kaçıp bu günü nasıl kurtarabilirim,
karnımı doyurabilecek miyim acaba diye sormakla geçiyor.”
‘Adanalı Can Baba’ 43 yaşında. Asıl adı Eyüp Can. Hayatı cezaevlerinde
geçmiş. Kan davası. 16’sında hapse giriyor. Birkaç senede çıkıyor ama dışarısı
bildiği gibi değil. Ailesine öfkesi, başka suçlara yönlendiriyor. Eşi
hamileyken, çocuğunu göremeden yine hapislik:
“1996’da çıkıp suça tövbe ettiğimde, çocuklarım benimle aynı masada yemek
yemediler. Sokakta görüp yanlarına gittiğimde tanımamazlıktan geldiler. Kaç kez
silahı dayadım şakağıma, çekemedim tetiği. Başka işlerde tutunmaya çalıştım,
olmadı. Tek çare kaldı; atık işçiliği. Apartman altında, Türkiye’nin arzu ettiği
sosyal adaleti kurduk. Ben elime 10 yaşında ‘hırsız’ gelen çocuğa, çöp toplamayı
sevmeyi, namuslu paranın çöpten de çıkacağını öğrettim. 300-500 işçimi her gün
besledim... Adana’ya geri döndüm. Çocuklarımın biri eczacı olmuş, biri öğretmen.
Gurur duyuyorum onlarla. Sokakta görüyorum bazen, gidemiyorum yanlarına. Onlar
başka bir hayatta büyümüşler; şimdi fark ediyorum.”
Ve Mehmet... Mehmet, Katık’ın altıncı sayısında hikayesini şöyle anlatmış:
“İsmim Mehmet. Dergi için yazı topladıklarını söylediler. Ben de yazıları
toplayan abla gelince, herkesten gizli yazdığım şeyleri utanarak gösterdim.
(...) Abla, “demek sen zaten bir yazarsın” dedi. Kâğıtçıdan yazar olur mu ki,
demek istedim ama aslında ben de inanmıyorum ki kâğıtçı olduğuma. Sanki başkası
kâğıtları topluyor, bense sürekli hayal ediyorum, kafamda sesler oluyor. Gerçek
ben hangisi, bazen ben de karıştırıyorum. (...) Ablaya çöpten çıkan kitapları
okuduğumu söylemiştim. O da şaşırmıştı. Bazen okuyorum, sonra dalıp gidiyorum.
İçime tuhaf bir duygu gelip yerleşmiş: Sanki ben kâğıt toplamak için doğmamışım.
Ama şu dünyanın sırrını da sanki çöplerin içerisinden çıkaracakmışım gibi
geliyor.”
|