yüp Can, türdeş gettolara dikkat çeken yazısıyla önemli
bir soruna parmak basarken doğru ancak eksik bir tartışmayı gündeme taşıdı.
Konu, ‘evet-hayır’ oyları ya da ‘modern-muhafazakâr’ yaşam alanları ayrışmasının
ötesinde bir demokrasi sorunu. Blok blok ayrıştırılmış yaşam
alanlarımızda sadece kendimizgillerle steril bir
mutluluğu paylaşıp farklı ve öteki olanla kesişmeyen
mahallelerde yaşamlarımızı sürdürürken, ötekilerin acı ve
mağduriyetlerini anlamak bir yana, farklı seslere nasıl kulak vereceğiz?
Demokratik açılımların ardı ardına geldiği bir süreçte, açılımların bu
sosyo-mekânsal ayrışma duvarlarına toslama ihtimalini ve demokrasi açmazımızı
görebiliyor muyuz? Öte yandan, bu tartışma sadece ‘gönüllü’ ayrışmaların (TOKİ,
Kiptaş, özel sektörün korunaklı siteleri) üst ve orta-üst gelir gruplarını
kapsadığı, kendi iradeleri dışında gönülsüz bir şekilde TOKİ’leştirilen dönüşüm
mahallelerindeki orta-alt ve alt gelir gruplarını gözardı ettiği için eksik bir
tartışma.Fotoğrafın bütününü inceleyebilmek istiyorsak kentsel dönüşüm/ kentsel
yenileme girişimciliğiyle mekânlarından zorla kopartılan nüfusları da hesaba
katmamız gerek.
Giderek ivme kazanan neoliberal ekonomi politikalar
sonucu iktidarların yöneticilik yerine girişimcilik yapmaya başladığı
zamanlardayız. Barınma/konut, sağlık, eğitim, altyapı, çevre vb. sorunların
çözüme kavuşturularak vatandaşa hizmetle yönetme anlayışı, yerini rant amaçlı
projelere soyunan müşteri odaklı girişimciliğe terk ediyor. Yeni düzende, doğal
ve tarihi değerler ‘ekokırım’ (ecocide) olarak adlandırılabilecek bir suçla
tahrip edilip küresel sermaye yatırımlarına (HES, baraj, maden arama vb.
/Haydarpaşa Projesi, Emek vb.) açılırken, yoksulların mekânları da küresel
prestij projeleri veya yüksek rant getiren yatırımlara yer açabilmek için
ellerinden alınıyor. Bu bağlamda, İstanbul’u ‘küresel kent’ yaparak arazilerini
ulusal/küresel sermayeye pazarlama girişimciliği de kentin arsa ve arazileri
üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor, artık merkezileşen gecekondu arazileri
kıymete biniyor. Bu alanlar, maddi güçleriyle iyi yaşamayı hak edenlerin
havuzlu, golf sahalı, lüks kapalı sitelerine yer açmak için sakinlerinden
‘temizlenirken’, Sulukule, Tarlabaşı, Süleymaniye, Fener-Balat-Ayvansaray gibi
tarihi mahalleler de aynı ‘temizlik operasyonundan’ geçirildikten sonra yükselen
muhafazakâr burjuvaziye pazarlanmak üzere vitrine çıkarılıyor. Kent yoksulları
ile emekçilerin kentlerde tutunabilmeleri olanaksızlaşırken kentsel mekân
varsıllar / yoksullar şeklinde ayrışıyor. Bu süreçte kamusal alanların
mutenalaştırılmaları ve böylece pahalılaşmaları sonucu alt gelir gruplarının
buralara erişimlerinin engellenmesine de tanık oluyoruz. Paylaşılan ortak
mekânlar, sosyal sınıfların gündelik yaşamlarının kesişme noktaları olarak
‘öteki’ ile birlikte yaşama fikrine katkıyla demokratik kültürü geliştirirler.
Kamusal alanların bazı grupları dışlayacak şekilde daraltılması, demokrasinin
alanını da daraltır. Sayılan gelişmeler ışığında, yeni eşitsizlik ve dışlanma
çeşitlerini içeren yeni ancak vahim bir kentsel gerçeklikle karşı karşıya
olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bezirganbahçe ve Taşoluk
Bugün sonuçları artık iyice görünür olan iki kentsel dönüşüm
projesi, diğer dönüşüm mahallelerini ve kenti bekleyen geleceğe de ışık tutuyor.
Bunlardan ilki Ayazma-Bezirganbahçe, diğeri ise Sulukule-Taşoluk. Bezirganbahçe
TOKİ bloklarına yerleştirilen nüfus, sosyal dayanışma bağları ve komşuluk
ilişkilerinin kopması, kültürel mağduriyetler, işe erişimde güçlükler gibi
önemli sorunların yanında ödemeye çalıştıkları /ödeyemedikleri konut kredileri
yüzünden darlık içinde. Küçükçekmece Belediyesi 2008 anketine göre konut
taksitlerini ödeyemedikleri için taşınmayı düşünenlerin oranı yüzde 43, satanlar
ve icra gelenler hariç. Bezirganbahçe’ye 2007 Şubat itibarıyla taşınıldığı
düşünülürse, kamuoyunca olumlanan TOKİ modelinin nasıl bir barınamama sorunu
yarattığı aşikar. Konutlarını borçlarıyla elden çıkartanlar, kentin çeperlerinde
yoksullaştırılmış ve yoksunlaştırılmış olarak yeniden gecekondulaşıyorlar.
Taşoluk’a giden 300 küsur Roman aileden ise bugün geride 3-5’i kaldı, muhtemelen
onlar da baş edemedikleri ekonomik zorluklar, işyerine uzaklık, kültürel
mağduriyetler gibi aynı nedenlerden konutlarını borçlarıyla satacaklardır.
BM-Habitat Zorla Tahliyeler Üzerine Danışmanlar Grubu’nun kapsamlı İstanbul
Raporu’na göre bu model evsiz insanlar yaratarak devamlı hareket halinde bir
nüfusa yol açmakla kalmayacak, yoksulluğun katmerleştirilerek kent çeperlerine
taşınması ile gerilimleri de artıracak.
Kent yoksullarının acı ve
mağduriyetleri üzerine inşa edilen lüks siteleri mekân tutanların ayrışmış
yaşamlarının sakıncaları bir yana, kentsel rant uğruna varsıllar-yoksullar
olarak ayrıştırılan, bölünen ve sadece belirli sınıfların hizmetine sunulan
gerilimlere gebe bir kentte demokrasi, çoğulculuk, eşitlik, hakkaniyet gibi
kavramlar anlamsızlaşır. Rızaları dışında TOKİ’lere sürülerek ayrıştırılan,
kamusal alanlardan dışlanan dahası yoksullaştırılan ve yoksunlaştırılan dönüşüm
bölgeleri nüfusunun başına gelenlerin bizi nasıl bir kente mahkûm etmekte
olduğunu anlamadan, ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ uyarısının içini doldurmak
olanaksız. Belki de, akademi camiası ile ‘sokağın’ yazarlarının uzun süredir
dillendiregeldikleri mağduriyetleri bizzat incelemek için ‘sokak’ yazarlarının
Bezirganbahçe ve Taşoluk’a inme vakitleri geldi.
|