Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Göbekli Tepe'ye Hava Seferi

Göbekli Tepe, bilinen en eski tapınak. Avcı insanın yerleşik tarım toplumuna geçiş döneminden. Stonehedge'den altı-yedi bin yıl daha eski.

Radikal İKİ
Göbekli Tepe'ye Hava Seferi

Göbekli Tepe’de üç dört metre yüksekliğindeki taşların üzerlerine çok sayıda hayvan şekli işlenmiş, yılanlar, tilkiler, aslanlar, böcekler...

Güneş bulutların arasından yüzünü göstermiş, ısıtsam mı ısıtmasam mı diye tereddüt içindeydi. Biz seninle sundurmada kahvaltı ediyorduk. Masada duran kitaba bakıyor, o kitabın anlattığı ören yerinin Türkiye’de neden hâlâ doğru dürüst tanınmadığını düşünüyordum. Sevdiğimiz kadın türkücünün harika sesi küçük radyomuzdan bir çağlayan gibi akıyor, Ruhsati’nin sözleriyle gönlüne sitem ediyordu: “Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun, bu nefsin elinden kaçamıyorsun...”

O sırada şöminenin içine bacadan çerçöp döküldüğünü fark ettik. Sen “Bu da ne? Çıkıp bacaya bir baksan?” dedin. Sözünü ikiletmedim, doğru çatıya çıktım. Baktım, şöminenin bacasına uzun gagalı bir misafir yuva yapmıştı, oturduğu için uzun bacaklarını göremiyordum. Misafir, geldiğimi fark eder etmez kaçacağına, beni hiç görmemiş gibi durmayı tercih etti. Yanına gidip “Merhaba” dedim, başını lütfen çevirdi, tokalaşmak için yavaşça kanadını uzattı, bana “Merhaba, bu evde yaşıyor olmalısınız. Umarım bacanıza yuva yapmamın bir sakıncası yoktur?” dedi. Cevap beklemeden devam etti: “İnsanlardan uzak olmayı tercih ederiz ama, ben artık eskisi kadar genç değilim, kendime uzun uzun yer arayamadım.” Fırsat bulur bulmaz atladım: “Ya, öyle mi? Bir dönem bir kırlangıç ailesi her yıl balkonumuzun altına yuva yapardı, birkaç mevsimdir yoklar. Ama bacamızda bir leylek! Bu ilk kez oluyor!” Tedirgin olmuş gibi değildi, konuşmayı sürdürdü: “Leylek ha? İşte bir başka yakıştırmanız daha. Gagamızdan ‘lag lag’ diye sesler çıktığını duyup bize Arapçada da, Farsçada da böyle ad verilmesini anlıyorum, ama siz boş konuşmaya da ‘laklak etmek’ diyorsunuz, o niye? Sanki sizden daha gevezeymişiz gibi! Sonra nedir o bebek taşıma hikâyeleri filan?” Mağrur bir edayla devam etti: “Adım ‘Alaca’, tüylerim siyahlı beyazlı olduğundan bana öyle derler. Bacanıza yerleşmeme gelince... Size kira veremem ama, bir şekilde borcumu öderim.” Birden aklıma bir fikir geldi: “Belki beni bir yerlere götürürsünüz?” Dileğimi ciddiye almış olacak ki, beni alıcı gözle süzmeye başladı, galiba ağırlığımı tahmin etmeye çalışıyordu, “Ağır gelirsem birkaç arkadaş beni çekebilirsiniz” dedim. Alaca güldü, “Saint-Exupéry’nin dokuzuncu bölümde çizdiği resmi hatırladınız değil mi? Güya göçeden bir yaban kuşları sürüsü Küçük Prens’i iplerle çekerek taşımış! Emin olun, o çizim tamamen hayal ürünü. Fakat Nils, yani Selma Lagerlöf’ün küçük Nils’i uçan kazın sırtında nasıl gezmişti bilirsiniz, öylesi çok daha gerçekçi.” Heyecanlanmıştım: “Yani beni sırtınıza alıp taşıyabilirsiniz?” Cevap hemen geldi: “Atla bakalım, bir deneyelim.” Artık senli benli konuşuyorduk.

Bilinen en eski tapınak

Az sonra Alaca’nın sırtındaydım, bulutların üzerinde süzülüyorduk. “Pek kanat çırpmıyorsun?” dedim, “Her yıl o kadar uzun yollar katederiz ki, enerji tasarrufu gerekir, bunun için olabildiğince, kanatlarımızın yerine, yukarı tabakalardaki hava akımlarını kullanırız.” Onu yormayayım diye fazla konuşmadım, epey bir süre sessiz kaldık. Bulutların bir üstüne çıkıyorduk, bir altına iniyorduk, ama asıl keyifli olan pamuk yataklar gibi duran bulut kümelerinin içinden geçmekti. Sonunda dayanamadım, nereye gittiğimizi sordum, “Göbekli Tepe’ye” dedi, “Biliyor musun orayı?” Kalbim çarpmaya başladı, “Evet, elbette... Şanlıurfa’ya 15 kilometre uzaklıktaki ören yeri, değil mi? Arkeoloji tarihinin en önemli buluşlarından biri, Alman arkeolog Klaus Schmidt kazıyor, 12-13 bin yıl öncesinden kalma bir yer”. Devamını Alaca getirdi, “Doğru, bilinen en eski tapınak, avcı insanın yerleşik tarım toplumuna geçiş döneminden. İngiltere’deki Stonehedge’den altı-yedi bin yıl daha eski. Göbekli Tepe’de üç dört metre yüksekliğinde, T harfi biçiminde onlarca dikilitaş bulundu, taşların üzerlerine çok sayıda hayvan şekli işlenmiş, yılanlar, tilkiler, aslanlar, böcekler, kuşlar, karışık hayvanlar... Hatta leylek kabartmaları da var.” Bir yandan Alaca’nın bütün bunları nereden öğrenmiş olabileceğini düşünürken, bir yandan da yeryüzünü gözlüyordum. Sonunda uzaktan Göbekli Tepe göründü, tepeyi kitapta gördüğüm fotoğraflardan tanıdım.

Alaca ustaca bir manevrayla yere yaklaştı, beni indirdi. Bu saatte kimseler yoktu etrafta, çevreyi gezmeye başladım. Baktım Alaca beni bir yere çağırıyor, “Gel, şu 38 numaralı dikilitaşa bak lütfen, tilkiyle domuzun altındaki üç kuştan ortadaki leylek kabartması değil mi? Gagası uzun, bacakları uzun”. Baktım, “Gerçekten leyleğe benziyor!” dedim. Alaca açıkladı: “Schmidt bunun turna mı, leylek mi olduğu konusunda mütereddit. Lütfen söyle ona, bu bölge bizim o zamanlar göç sırasında mola verdiğimiz yer, bu kabartma da leylektir mutlaka.” Alaca’nın niye beni oraya getirdiğini anlamıştım, “Burada kalıntıların sadece yüzde 5’i çıkarılmış, yeni buluntularda başka leylek kabartmaları da olabilir” dedim, “Schmidt’le şahsen tanışmıyorum ama, ona ulaşabilecek bir yazı yazabilirim belki”. Alaca bana oraları gezmem için zaman tanıdı, resimlerini gördüğüm dikilitaşları, üzerlerindeki kabartmaları gözlerimle görmek çok hoşuma gitti. Schmidt’in sorularını düşündüm: Burası eski bir tören yeri miydi? Turnalar, aslında turna kılığında insanlar mıydı? Civarda büyük bir mezarlık ortaya çıkacak mıydı? Acaba on yıl sonra burası... Baktım Alaca sabırsızlanıyor, atladım sırtına. Dönüşümüz çok daha kolay oldu, kendimi rahat hissediyordum, ara sıra uyukladım bile. Bir baktım, bizim bacadayız. Alaca’ya “Kira ödenmiştir” dedim gülerek, “Burada istediğin kadar kal!” Tokalaşıp ayrıldık.

Hemen sundurmaya indim. Sen hâlâ kahvaltı masasındaydın, radyodaki türkü devam ediyordu: “Ruhsati, dünyadan geçemiyorsun, topraklar başına, vay deli gönül...” Bana sordun: “Sence Ruhsati neden ‘Mevlâm kanat vermiş’ diyor, insanların kanatları yok ki?” “Kimbilir?” diye cevap verdim: “Şairler dünyayı bizden farklı algılar, anlaşılan Ruhsati de insanların uçabildiğini düşünüyor!” Sonra masadan kalktım, yanağına bir öpücük kondurup senden izin istedim: “Şimdi bilgisayarın başına oturmalıyım, bir yazı yazacağım, birine söz verdim de...”

http://canerfidaner.wordpress.com

 

http://www.yapi.com.tr/haberler/gobekli-tepeye-hava-seferi_78058.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!