Ömer Madra, İstanbul'daki "iklim eylem
günü"nde bir konuşma yaptı. Madra konuşmasında şunları
söyledi:
"Tarihin yapıldığı anlarda oralarda olmak iyidir. Hele bu sözünü
ettiğimiz, tarih 'sahnesi' ise, onun ön sıralarında, hem seyirci, hem de bizzat
oyuncu olarak yer almak hayli heyecan verici! Hem oyuncu, hem de seyirci olarak
büyük birşeyin parçası olduğunu bilmek. Çok büyük bir şeyin! Çevre aktivisti ve
yazar Bill Mckibben’ın söylediği gibi, gezegenin 'bağışıklık sistemi'nin nihayet
harekete geçtiğinin belirtileri ortaya çıktı bile; işte 24 Ekim
Eylemleri.
24 Ekim, Uluslararası İklim Eylemi günü. Büyük bir gün.
Benzetmek gibi olmasın, ama gezegenin geleceği için yürütülen 350 kampanyası bir
virüs gibi yayıldı bütün dünyada. 181 ülkede 5,200’ün üzerinde aynı anda eylem
yürütüldü! (Zaten dünyada da aşağı yukarı bu kadar ülke var!) Bilebildiğimiz
kadarıyla, gezegenin, herhangi bir konuda şimdiye kadar gördüğü en büyük ve en
yaygın siyasi eylemin bir parçası oluyoruz.
Gerçekten inanılmaz fotoğraflar yağıyor internetten. Yeni
Zelanda’da gün doğarken başlayan ilk 'resmî' eylemde yanardağa çıkan insanların
günü coşkuyla karşılamasından, sabah Petrol-İş’in Boğaz’daki binasına asılan dev
'İş, İklim, Adalet için 350' pankartına, Kız Kulesi önünde teknelerde
dalgalandırılan pankartlardan, Ölü Deniz’in kıyılarında ortak eyleme girişen
İsrailli-Filistinli-Ürdünlü aktivistlere, Çin’de 350 kilometrelik koşularını
bugün sonuçlandıran 350 bisikletçiden, Everest’in tepesine 350 bayrağı diken
Nepalli dağcılara, Moğolistan çöllerinde at koşturan aktivistlerden, Maldiv
adalarında olağanüstü berraklıktaki denizin metrelerce altında sualtı
lambalarıyla yazılmış zümrüt yeşili 350 yazısına kadar...
Gezegen tarihindeki en büyük siyasal eylemin, esrarengiz bir
rakam ya da bilimsel bir veri üzerinde döndüğünü düşünmek, ilk bakışta şaşırtıcı
geliyor insana. Bir çeşit hurufîlik gibi. Ama, öyle değil aslında. Bu,
dünyamızdaki en önemli rakam. Kilit sayı. Atmosferi zehirli gazlarla doldurmanın
üst sınırı bu işte: maksimum milyonda 350 parçacık. Daha fazlasını kaldırmıyor
havamız. Oysa, şu anda 390 parçacığa ulaşmışız bile. Ama, işte, insanlar bunun
önemini kavramaya başladı! 350 kampanyasının başında yer alanlardan Bill
McKibben’ın söylediği gibi, gezegenin 'bağışıklık sistemi' nihayet işlemeye
başladı: Dünyada fark yaratmaya hazır bilinçli vatandaşlardan söz ediyoruz.
İnsanlar, geleceklerinin, bilimin gereklerinin yapılmasına birebir bağlı olması
gerektiğini anlamaya başlıyorlar artık. Seslerini yükseltiyor, siyasi liderlere
'gerçek durumun gereğini yapın!' diye yüksek sesle çağrıda
bulunuyorlar.
Dünyanın en büyük iklim bilimcilerinden biri olan Hansen de
iklim değişikliği konusunda uygulamaya konan politikalarla, bilimin ortaya
koyduğu sorunun vahameti arasında muazzam bir kopukluk, hatta bir uçurum
olduğunu söylüyor. İşte sokaktaki sıradan insanlar da bu kopukluğun giderilmesi
için gösteri yapıyor, pedal çeviriyor, dağlara tırmanıyor, derinlere dalıyor,
sokaklarda yürüyor, marakas çalıyor, düdüklerini üfürüyor. Çocuklarımızın,
torunlarımızın ve onların henüz doğmamış olan çocuklarının miras olarak
devralacağı gezegen için duyulan büyük kaygıyı ve aciliyet duygusunu bizzat
aktarmak için harekete geçiyorlar. Bir yanıyla da kişisel bir çağrı bu
aslında!
Gezegenin vicdanı olarak diyorlar ki, emisyonları derhal
azaltmalı, gezegendeki tüm geleneksel kömür yakıtlı termik santralleri
tedavülden kaldırmalı, ulaşım sistemini değiştirmeli, öncelikle rüzgâra ve
güneşe dayanan yepyeni bir enerji altyapısı kurmalıyız. Ve gene diyorlar ki:
Havanın da 'gazını almalıyız' aynı zamanda. Bunu, ormanları koruyarak, tarım
biçimini, toprağın kullanım biçimini değiştirerek ve çölleşmenin, erozyonun
önüne geçerek yapmalıyız...
Daha birkaç sene öncekinden çok farklı bir durumdayız. Zaman çok
daraldı. 350’ye geri dönüp atmosfer zehirlenmesini o seviyede tutmak üzere bir
anlaşma yapmak için yıllar, aylar değil, sadece günler var önümüzde. Kopenhag
iklim konferansına bir buçuk ay birşey kaldı sadece! Maldivlilere bir bakalım:
Malazgirtten 3 bin yıl öncesinde gelip 4 bin yıldır oturdukları o güzelim
deniz-ülkeleri, kendilerine bugüne dek hayat veren okyanusların hem yükselmesi,
hem de mercan adalarını mahvedecek derecede asitlenmesi yüzünden elden gitmek
üzere. Kendilerine yeni bir ülke satın almak için, o yoksul bütçelerinden bir
kenara para ayırıyorlar. Para bulamazlarsa, Kopenhag Konferansı’na bile
gitmeyeceklerini belirttiler; daha ne desinlerdi... Asya’da dünyanın üçte
birinin yaşadığı yerlerde hepsi kuruyup gidecek o hepsi de kutsal nehirlerin
'gözünün içine bakan' insanları kurtaracak herhangi bir 'B Planı' da yok
ortalarda.
Kısacası, insanların ve yeryüzündeki canlıların karşılaştığı en
büyük tehditle karşı karşıyayız. Geri döndürülemez noktanın eşiğindeyiz.
Kopenhag Zirvesi’ne giden bu son günlerin önemini abartmak bile
imkânsız.
Devrilme noktasına giden eşiğin aşılmasını engellemek için, ABD,
Çin, Hindistan gibi kilit ülkelerin liderlerinin Kopenhag’a gitmesi ve bağlayıcı
kararların altına imza atması şart! Obama’nın olimpiyatları Chicago’ya aldırmak
için lobi yapmak üzere gittiği Kopenhag’a bu sefer iklim krizine önlem
kararlarını imzalamak için gitmesi şart. Karar verici kilit oyuncuların,
yerlerde sürünen, ölmeye yatmış gibi görünen uluslararası görüşmeler sürecini
ayağa kaldırması şart. Türkiye’ye gelince, Ortadoğu ve Kafkaslar bölgelerinde ve
komşularıyla önemli açılım girişimleri yapmakta olduğu gözlemlenen hükûmetin,
gezegenin bu en önemli sorununda da kendisini kilit oyunculardan biri olarak
görmemesi için bir sebep var mı? Başbakan Erdoğan’ın bir de 'iklim açılımı'
yapması ve bazı çevreci yazarlar tarafından 'tarihin en önemli toplantısı' diye
nitelendirilen Kopenhag iklim konferansında, dönüştürücü kararları imzalayacak
liderler arasında yer alması elzem görünüyor.
Son olarak, kendi içimize dönük bir bakışa da ihtiyaç var:
Siyasi karar alıcıları, başbakanları, başkanları yeterince cevval, enerjik
davranmadıkları, pasif kaldıkları, hatta sınırsız büyüme hayalleri içinde
gezegenin kırılganlığına kayıtsız bir tutuma büründükleri, negatif bir
tutum aldıkları için eleştirme, hatta suçlama duyguları içinde olduğumuz açık.
Ancak, onları suçlamadan önce bir saniye durup düşünelim. Dünyanın hangi
ülkesinde olursa olsun, siyasi liderleri dev enerji, kömür, otomotiv, silah vb.
şirketlerinin ve onların korkunç güçlü lobilerinin etkisi altında felce uğramış
olmakla suçlamadan ve hatta onları mahkûm etmeden önce kendimize de bir bakalım:
Onları, gezegenin kurtuluşu için gerekli hareketleri yapmaya zorladık mı acaba?
Bunları yapmaları için gerekli siyasi alanı açmak için uğraş verdik mi? mı?
Bunları zorlayan güçlü bir hareket oluşturmayı başarabildik mi?
Denklem, ürkütücü derecede basit görünüyor: Kopenhag konferansı
başarısızlıkla sonuçlanırsa, bunun sonuçlarını on yıllarla filan değil, jeolojik
zamanla, yani milyon yıllarla ölçebiliriz ancak. Dolayısıyla, herşey çok açık:
Obama’nın, Erdoğan’ın ve diğer siyasi liderlerin başarısız olmalarına göz
yumamayız. Bu lüksümüz bulunmuyor maalesef!
24 Ekim’de dünyadaki eylemler hakkında Türkiye’de çıkan
gazetelerin sadece 1 tanesinde 1. sayfadan haber vardı. Geri kalanların da bir
iki tanesinde, o da 3. sayfadan küçük haberlere yer verildi. Peki medyayı bu
önemli olayı görmediği için suçlamalı mıyız? Belki. Ama gene, önce bir durup
düşünelim: Onların yeterince ilgi göstermeleri için biz ne kadar ses çıkardık
peki? Güçlü bir iklim hareketi olabilseydik, baş sayfalarda, TV ana haber
bültenlerinin ön sırasında yer almaz mıydık? O zaman onlar bize en önde yer
vermek zorunda kalmazlar mıydı? Büyük İklim Eylemi’nin ertesi günü çıkan ünlü
New York Times gazetesinin birinci sayfasındaki fotoğraflı manşet haber bize
birşey anlatmıyor mu?
Evet, ses çıkaralım. Düdük, davul, marakas çalalım. Sesimizi
yükseltelim. Gür bir ses çıkaralım. Kocaman, acayip gürültülü, gürbüz bir
hareket olalım. İşte bunu başardığımız anda durum hızla değişecektir. O zaman
onlar da gerçekten ihtiyaç duyulan 'siyasi liderlik' ve doğru dürüst yayın yapan
medya kuruluşları kimliklerine bürünmek zorunda kalacaklardır.
Bizim anladığımız kadarıyla bu işler böyle yürüyor işte: Biz
haykırıp yürüyeceğiz, onlar değişecek..."
|