Bergamalı köylülerin yıllarca karşı çıktıkları Kozak
bölgesindeki maden işletmesi, Tema Vakfı’nın Onursal Başkanı
Hayrettin Karaca’nın ziyaretiyle yeniden gündemimize geldi.
Şirketin yeni kuyular açmak üzere 7 bin çam ağacını kestiği haberleri üzerine
bölgeyi gezmek isteyen Karaca’nın madene sokulmadığını öğrendik. Bir vatandaşın
kendi ülkesinin topraklarına girememesinin çok acı olduğunu söyleyen Karaca,
“ABD Başkanı Obama’ya başvuracağım. Ülkemin topraklarını da bize açtırsın’’ diye
yakınmış. Çevreye hiçbir zararları olmadığı yönünde sayfa sayfa ilan veren
madenci şirketin bu yaşını başını almış, saçları ve sakalı bembeyaz olmuş, kendi
deyimiyle “huysuz ihtiyar’’dan niye korktuğunu anlamak zor. Gerçekten de madenci
şirketin imajını zedeleyen bir durum bu.
Direniş...
Ülkemizde altın madeni işletmek isteyen uluslararası şirketler, uzun süredir
yerel halkın tepkisiyle karşı karşıyalar. Bu madenlerden biri
Bergama’da, diğeri Efemçukuru’nda yani tam
yanıbaşımızda bulunuyor. Şu aralar gündemden düşmüş olsalar da, Bergama’daki
yerel halkın uzun süreli direnişini bilmeyen, duymayan yoktur. Bergama’da altın
madeni işletilmesini istemeyen, geçimini fıstık çamı yetiştiriciliği ile
sağlayan yerel halkın neredeyse 15 yıla ulaşan mücadelesi ve mücadele
yöntemleri, yıllarca basın ve medyanın başlıca haberleri arasında yer alarak
çevre korumacılığının tarihine geçmiş, bu konuda örnek oluşturmuş ve bir efsane
yaratmış durumda. Altın madenine karşı yerel halk ve ona destek veren hukukçular
tarafından açılan davalar kazanılmasına karşın yeni izinlerle madencilik
faaliyetleri devam ediyor.
Bu arada durmadan yasa ve yönetmelik değişiklikleriyle madencilik sektörüne
yeni imtiyazlar sağlanıyor. Madencilik Yasası’ndaki
değişiklikler çevre korumacılar tarafından açılan davalarla
durduruluyor ancak yeni yasal girişimlerle bu davaların sonuçları geçersiz
kılınmaya çalışılıyor. Ülkemizde ormanlar, deniz kıyıları, tarım alanları,
zeytinlikler, sulak alanlar, yer altı suları ve baraj gölleri de dahil korunması
gereken tüm alanlar madencilik sektörünün ayakları altına seriliyor. Neredeyse
hiçbir yer, maden aramak ve çıkarmak isteyen şirketlerin uygulamalarından
kurtulamıyor. Tüm yaşam alanlarını yok etme pahasına madenciliğin önünde hiçbir
engel bırakılmıyor.
Bu arada İzmir’in gelecekteki en önemli su kaynaklarından birini sağlayacak
olan Çamlı Barajı’nı tehdit eden Efemçukuru’ndaki altın madenine karşı ibret
oluşturacak bir hukuksal mücadele yürütülüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin
de karşı olduğu, meslek odalarının, hukukçuların, çevre kuruluşlarının ortak
mücadele ettiği bu maden şirketi de yeni izinlerle çalışmalarına devam ediyor.
Davalar sırasında verilen bilirkişi raporları, bu madenin işletilmesi durumunda
gelecekte yapımı planlanan Çamlı Barajı’nın su kaynaklarının ağır metallerle
kirleneceğine dikkat çekiyor. Mahkemeler, bu maden şirketinin izinlerini iptal
ediyor, ancak maden hala çalışmalarına devam ediyor. Bunun bir hukuk devletinde
nasıl olabildiğini anlamak mümkün değil.
Altın madenciliğine karşı yürütülen hukuksal mücadele bir kitap oluşturacak
kalınlıkta malzeme sunarken, maden şirketleri de boş durmuyor ve durmadan
hakaret ve tazminat davalarıyla altın karşıtlarını susturmaya çalışıyor. Bir
yanda altın madenine karşı direnen yerel halk ile ona destek için “gönüllü’’
olarak zamanlarını, bilgilerini ve emeklerini veren bir avuç hukukçu; diğer
yanda küresel sermayeleri, etkili ve güçlü çevreleri ile karmaşık yapıdaki
uluslararası şirketler. Devasa boyuttaki “güç dengesizliği’’ne bakıldığında
yaşam alanlarını, doğal çevreyi korumak amacıyla altın madenciliğine karşı 15
yıldır sürdürülen direnişin önemi daha iyi anlaşılır.
Burnunun dibindeki...
Öte yandan içme suyu tehdit altında olan koskoca bir kent halkı, burnunun
dibindeki bu mücadeleyi görmez ve umarsız kalırsa, ortada kesilecek ağaç,
kirlenmemiş yer altı suyu, delik deşik edilmemiş tarım alanları kalmadığında bu
direnişin de bir anlamı kalmıyor.
|