Geçmiş için Kaşif, Bugün için Şahit: Hafriyat
Yeni yaşam alanları açmak demek ‘Hafriyat’. Sıkışmışlığımızın doruklarında yaşadığımız, imalat hatalarıyla dolu kentlerimize, İstanbul’a tanıklık etmek demek. Keşfetmek demek. Üstü örtülmüşü kazmak, söylenmişi tekrar söylemek demek. Bulunmuşu tekrar keşfetmek demek kimi zaman da. "Keşfetmeye" başka anlamlar yüklemek demek.
Yeni yaşam alanları açmak demek ‘hafriyat’. Sıkışmışlığımızın doruklarında yaşadığımız, imalat hatalarıyla dolu kentlerimize, İstanbul’a tanıklık etmek demek. Keşfetmek demek. Üstü örtülmüşü kazmak, söylenmişi tekrar söylemek, keşfetmeye başka anlamlar yüklemek demek.
Peki, Hafriyat kenti çalışmalarına nasıl yansıtıyor? Hakan: Hafriyat’ın kent olgusunu sanatına taşıması iki yolla olduğunu söyleyebilirim. Bunlarda ilki; resmin ya da işin konusudur. Diğeri ise yapma biçiminden kaynaklanır. Konu kent içindeki yaşamdan alınmış görüntülerdir. Ama bununla da sınırlı kalmaz, kalmaması icap eder ki, bu da resmi yapma biçimindeki hız ve tamamlanmamışlık duygusu ile örtüşür. Kent hızlı, değişken bir zaman anlayışının aktığı, akıp geçtiği mekândır. Her sanat yapıtında olduğu gibi, bizler de bir zaman ve mekân fikri üzerine olgunlaştırmaya çalıştık Hafriyat’ın kente bakışını. İçinde yaşanılan, şu an için aylak bir gezgin tavrı ve geçmiş için kâşiflik durumu... Gelecek önerisini ise, onu yaşayacak insanların oluşturmasını önerdik. Bu bakış, yabancılaşmayı kurduğumuz empatiler kadar içeren, bireysel bakışlarımızın sentezi oldu. Tamamlanmamışlık, yarım bırakılmışlık, sürekli değişimlerin olumlu ve olumsuz taraflarının yaşamlarımızda bıraktığı izler, kamusal alanda paylaştığımız kolektif belleğin yamuk bir mimari anlayışı ile görselleşmiş bir çeşit anlatım tarzının olabilirliğini araştırmaya itti bizleri.. Bugünkü anlamıyla kentleşme ve modern sanat birbiri ile nasıl etkileşiyor? Hafriyat modernleşmeyi nasıl algılıyor? Antonio: Modern sanat ve modern kentleşme ya da modern yaşam ayrı tutulacak şeyler değil. Hafriyat bunu çabuk keşfetti. Sanat yaşamımıza başladığımız yıllarda, yaşanan çelişkilerden biri de bu ilişkinin es geçilmesinden kaynaklanıyordu. Bunların yaşamla beraber üretildiği ve yaşamın bir parçası olduğu İstanbul’da unutulmuştu. Bizler İstanbul’un bu durumunu kutsamak yerine bu melezliğin zenginliklerinden yararlanmayı yeğ tuttuk her zaman.
Türkiye’de modernleşme hamlesi Tanzimat Dönemi ile beraber başlıyor, ama hamle yapıldığı andan itibaren bile hamlenin cevabı batıda aranıyor. Maalesef Cumhuriyet ile birlikte de devam ediyor. Günümüzde de böyle. Modernizmin kendi iç dinamiklerini gerçekleştiremedik. Aslında kendi kültürüne şizofrenik bir biçimde sırtını dönmüş, başka bir kültürü kendi kültürüne monte etmeye çalışan bir durumumuz var. Sonuçta da ikili ve yamalı bir yapı çıktı ortaya. Maalesef biz bu aksaklığı Türk sanatında da görebiliyoruz. Antonio: Aslında Hakan’ın söylediğine katılıyorum ama değişim dönemlerinde kültürlerin etkileşimi de kaçınılmaz bir şey. Buradaki etkileşim sadece fazlasıyla orantısız olduğu için ilginç. Bizde modernleşme süreci eski yapıların katledilmesi ile gerçekleştirildi. Eski yapılar yıkıldı, yerine yenileri yapıldı. Faşizm ile birlikte kentlerimiz yağmalandı. Düşünün ki Menderes döneminde 7 bin tanesi birinci dereceden tarihi eser olmak üzere 14 bin parça eser yıkıldı İstanbul’da. Modernleşmeyi pek beceremedik yani? Hakan: Menderes'in yaptığı bir modernleşme hamlesidir aslında. Ama modern ülkeler modernleşme adına kendi geleneklerini imha ederek yerine yeni bir şey yapmamışlardır. Geleneksel yapılarını ayırırlar ve bunların yanında ayrıca modern yapılar oluştururlar. Örneğin; bütün dünyada trenler şehir merkezine kadar gider. Fakat biz Haydarpaşa’dan Tuzla’ya istasyonumuzu taşırız. Tuzla’dan insanlar merkeze nasıl gelecek? Bu tip yanlış planları modernleşmek buymuş gibi lanse ediyorlar.
Antonio: İstanbul kendi kendini imal edebilen bir kent. İstanbul’da sosyal irade, bir devlet iradesi ya da bir sivil yönetim bu kentin oluşumuna çeşitli şekillerde katkıda bulunabilir ama bu katkı hiçbir zaman İstanbul’un planlanması için yapılmadı. Dolayısıyla insanlar, rahatça kendi çevrelerini ve kendi evlerini sınırsızca istedikleri şekle sokabildiler. Kendi evine, kendi arsasına, yani kente herkes istediği şekilde müdahale edebildi. Karşımızda nüfusu bile tam belli olmayan, her tarafı binalarla dolu olan, kargaşanın, sefaletin olduğu bir kent var. Bir sanatçı için ömrünün sonuna kadar hayatını geçirebileceği, araştırma detaylarının tükenmeyeceği ve sorularla dolu bir kent. Çirkinliğin de bir estetiğinin olduğunu söylüyor Hafriyat, değil mi? Hakan: Yap - boz mantığıyla dekonstrüksiyon binalarda kullanılmış ve tüketilmiş bir malzemenin yeni bir fonksiyonunun olması ve güncel hayatın içinde yeni bir amaç için kullanılması gerektiğini savunuyoruz. Bu tip yeni fonksiyonlar güncel hayat için çok önemli. Sanayimizin montaj ve taklit sanayi olmasından dolayı insanlarımız kendi ihtiyaçlarını en ekonomik şekilde kendileri üretiyorlar ve aslında estetik formüller geliştirmiş oluyorlar. Sokaklarda biz bu enstalasyonları görüyoruz. Bu gördüklerimiz de bir güzelliği sadece güzellik olarak algılayamayacağımızı, çirkinliğin de bir estetiğinin, sanatının olabileceğini gösteriyor. Antonio: Hakan’ın dediğine katılıyorum. İronik olarak burada hazır nesne kavramı yerine tüketilebilir nesne kavramı gelişiyor. Hiçbir nesne tüketilmiyor aslında; sürekli ve tekrar kullanımdalar çünkü. “Tüketilebilir nesne” kavramı ile Hafriyat Pop Art’a yeni bir açılım getirdi mi? Hakan: Pop Art için Hafriyat bir ayrım oluşturmaya çalıştı; buna göre bir çeşit Pop Art vardır ki, market raflarında satılmak için sunulan nesnelerin şıklığını kendine üslup edinmiş Pop Art’tır bu. Sanatta şıklaştırılmış nesnelere ve sanat yapıtlarına oldukça sık rastlarız. Pop olsunlar ya da olmasınlar, aynı satılabilirlik amacından türetildiğini söyleyebilirim bu tip işlerin. Fakat biz başka bir yaklaşımla, “kullanılmış ve tüketilmiş nesneden”, ama Antonio’nun da dediği gibi “tüketimi tamamlanmamış nesne” kavramlarıyla Pop Art’a baktık. Tüketimi tamamlanmamış nesnelerle, yani tüketim sürecinde aslından başka türlü işlevler için kullanılan, tüketilirken yeniden üretilen nesnelerle bağlantılar kurduk.
Gazete fotoğraflarından, tenekelerden ya da Cumhuriyetin sembollerinden, eskimiş grafiklerden yola çıktık. Bu tip nesneleri sanatımızda malzeme ederek aslında, tamamlanmamışlığı, tüketilmemişliği ya da “hatalı” imal edilmiş objeleri Hafriyat’ın görsel malzemesi haline getirdik. Son zamanların gündem konusu kentsel dönüşüm. Kentsel dönüşüm projesi gerçekten kentsel dönüşüm projesi mi yoksa rantsal bölüşüm projesi mi? Antonio: Türkiye’de 70 yıldır mimari anlamda bir talan yaşanıyor. Özellikle Menderes döneminde yaşandı bu talan. Son faşist saldırı da Bedrettin Dalan’ın başkanlığı döneminde oldu. Yaklaşık 200 parça eser yıkıldı. Beyoğlu bıçak gibi ortasından kesildi. Kentsel dönüşüm projeleri de bunun bir uzantısı zaten. Bu, iktidarların sürekli olarak kente kendi ideolojileri doğrultusunda müdahale etmesinden ve bunu, karşılarında sivil bir yapı olmadığı için alışkanlık haline getirmesinden kaynaklanıyor. Dolmabahçe Sarayı’nın yanında niçin stadyum var? Osmanlı’nın en güzel meydanında; Tophane’de neden antrepolar kurulmuş? Ülkenin meydanları yok edilmiş; Beyazıt Meydanı kapatılmış. Dolayısıyla bugünü geçmişten çok fazla ayıramıyorum. Sürekli olarak ideolojik yaklaşımlarla kentte büyük katliamlar yapılmış. Menderes döneminde yıkılan 7200 parça yapının arasında; imarethaneler, kız mektepleri, kütüphaneler var. Bunların hesabı hala sorulamadı ve böyle yıkımlar hala da devam ediyor. Sadece artık bu tartışabildiğimiz bir şey haline geldi. Hakan: Sanırım iktidarların kendi ideolojileri doğrultusunda kente müdahale etmelerini hak olarak görmeleri, karşılarında sivil güçlerin olmaması ve bu sivil güçlerin darbeler aracılığıyla yok edilmesi, bize darbelerin de niçin yapıldığı hakkında oldukça açık bir fikir veriyor. Bütün İstanbul bu şekilde rantçılığı esas alan, sivilliği göz ardı etmiş, bencil bir liberalizm ideolojisi ile talan edildi.
Hafriyat Sanat Grubu kent kültürü üzerine kurduğu yaklaşımını birbiri ardına açtığı sergilerle pekiştirmiş bağımsız, sivil bir sanat hareketidir. Tuval yapan üç-dört arkadaşın başlattığı ancak sanat anlayışını sadece tuval üzerine kurmayan Hafriyat, disiplinlerarası çalışır ve alternatif mekânlar kullanır. Hafriyat sergilerini oluştururken her disiplinden, özellikle bir ifadeye yönelmiş sanatçıları çalıştıkları malzemede ya da işledikleri konularda ayrım gözetmeksizin, ifade ettiği şey doğrultusunda sergiye katmaya çalışır. Sergilerini kendi kürate eder. Hafriyat ilk iki sergisini sanat galerilerinde, üçüncü sergisini ise Atatürk Kültür Merkezi’nde açtı. Sonraki sergiye Elhamra, şimdiki Karşı Sanat Çalışmaları ev sahipliği yaptı. Daha sonra Beyoğlu, Asmalımescit Sokak’ta, Nur Apartmanı’nda sergi yaptı. Hafriyat, Eskişehir’de Münih Rathaus Galerisinde, “Öz Hafriyat Yalan Dünya Sergisi”, 9. İstanbul Bienali Misafirperverlik Alanında “Procje:İmalat Hatası” ve en son da Diyarbakır’da “Lokal Cennet Çağdaş Nakliyat Sergisi” ni sanatseverlerin beğenisine sundu. Kimseden destek almadan iki katalog çıkararak yayın serüvenine başlayan Hafriyat, Parantez Yayınları’ndan barkod alarak Hafriyat Yayınları’nı oluşturmaya başladı. Değişik disiplinlerden gelen 69 tane farklı sanatçının kendileri için tuttukları defterlerinden bir derleme yaparak 370 sayfa, kuşe kâğıda bir kitap bastı. Son üç aydır da Birgün gazetesinde yayımlanan 115 tane çizimi bir kitap haline getirdi. Hafriyat şimdi de kendine bir yer arıyor, yerleşik hayata geçmek istiyor. |
-
Merhaba ben Hacettepe Üniiversitesi Sanat Tarihi bölümü son sınıfta okumaktayım.lisans tezimi oluşturan HAFRİYAT ı yakından tanımak istiyorum.sizinle nasıl iletişime geçebilirim?bana yardımcı olabilir misiniz?teşekkürler. antokhia@hotmail.com YANITLA