1-Ainos kazılarından çıkan pişmiş toprak “Doğuran Kadın”
heykelciği, acıyı gururla çektiğini gösteren mutlu gülümsemesiyle eşsiz bir
yapıt...
2-Kale’deki Ayasofya, 1456’dan 1965’e dek “Fatih Cami”si olarak
yaşatıldı...
Ülkemiz için “Edirne’den Kars’a” derken sadece sınır kentlerimizi anmayız.
Edirne, antik Hadrianopolis olarak Anadolu’yu Balkanlar’la, Kars da yüce
kalesiyle Kafkasya’yla buluşturur. Bu derinliğin doğal sınırları olan Meriç’i
Yunanistan’la, Arpaçay’ı da Ermenistan’la paylaşırken çağlar boyu aynı sularla
yaşayan antik Ainos ile Ani’nin “Türkiye güvencesinde” olmaları anlamlı değil
midir?
“Misak-ı Milli” sınırlarımızın, bin yılların yaşanmışlıklarıyla kucaklaşması,
“Cumhuriyetin temeli kültürdür” diyen Atatürk’ün efsanevi “tarih bilinci”ni
kanıtlar... Şimdi ise o muhteşem atalarımızın “sınır bekçilerimiz” yaptığı
uygarlık köklerimizi barajlara kurban ediyor; hatta apartmanlarla boğan planlara
“koruma amaçlı”! diyebiliyoruz, hele ki Enez’de...
Adını onurla sürdürdüğü Ainos’un, kaldırımlı mermer caddelerini, çılgın
agorasını, lahitlerle donanmış nekropolünü, hatta 2 bin yıl öncesinin kent
kanalizasyonunu ve her yerini... özensiz yapılarla dolduranlar, o parasız savaş
yıllarında bile arkeolojiye kaynak ayırabilen bir ülkenin “çağdaş(!)
yönetici”leri nasıl olabildiler? Antik yerleşimin “3 kızlar sokağı”ndaki Şafiye
(Çabuk) Teyze’nin evine girerek bahçesinde, “depo” yapılan tarihi “Roma Hamamı”
kalıntısını inceliyoruz. 45 yıl önce “gelin” geldiğinde yıkanılıyormuş!..
‘İki limalı’ kent
Keşan’dan 1 saatlik yolculuğun sonunda Meriç Deltası’nı, Ege’yi ve “karşı
kıyı”daki Dedeağaç’ı (Aleksandrapolis) aynı anda görünce, kuş cenneti lagün
gölleri arasındaki Enez’e de varmış oluyorsunuz... Ya da 16. yüzyılda Piri
Reis’in “Kitab-ı Bahriye”sindeki tanımla “iki limanlı” kente... Ainos’tan
Meriç’e giren gemiler ta Bulgaristan’a kadar giderlermiş...
Geçmişin anıtsal tanığı “Ainos Kalesi”ne girdiğinizde ise 1456’dan 1965’teki
depreme kadar “Fatih Camisi” olarak yaşatılan muhteşem “Ayasofya”yla
karşılaşıyorsunuz. En ünlüsü “Hagios Gregorios Neokaiserias” olan 30’a yakın
kilise, şapel, şarap mahzenleri ve mozaik döşemeli villa kalıntıları
üzerlerindeki beton yığını “20. yüzyıly” yapılarının arasından “buradayız”
diyorlar...
Yaklaşık 3500 nüfuslu kentin yeni Belediye Başkanı Ahmet Çayır, 1. Derece
Arkeolojik Sit’teki 800 kadar yapı sahibinin “taşınma”ya çoktan razı olduklarını
belirterek diyor ki: “Hem Ainos’u bakımlı bir ören yeri olarak yaşatacak, hem de
Enezlilerin çağdaş kent ortamına kavuşmalarını sağlayacak yeni bir yerleşim
projesi en büyük hayalim...”
‘Tarih’sel proje
Bu kutlanacak “hayal”, hani şu sadece rant yaratmak için yaygınlaşan “kentsel
dönüşüm” uygulamalarında talana değil, uygarlığa hizmet edecek bir örneğe
dönüşemez mi?
Bahçeli evlerden oluşan, sokakları, meydancıkları, pazar yerleri, parkları ve
sosyal, kültürel mekânlarıyla en çok 1000 konutluk kimlikli bir yeni yerleşme
neden kurulamasın?
Hatta belediye, kaymakamlık, okul, kültür merkezi vb. yapılar Ainos’ta
kalarak tarih ve çağdaşlık birlikte yaşanabilir. Dahası bir de müze yapılarak
sayısız buluntunun Edirne’ye taşınması ya da ortalıkta kalması önlenebilir.
Böylece Ainos beton işgalcilerinden arınarak Türkiye’nin Yunanistan sınırındaki
bir tarih ve turizm merkezi olabilir. Enezliler de böylesi bir beraberliğin
maddi ve manevi katkılarıyla kuşaktan kuşağa esenliğe kavuşabilirler...
Yeter ki TOKİ, olur olmaz her yere kimliksiz kulelerini sıralamak yerine,
“kültür”e duyarlı “kentsel yenileme” projelerini benimsesin…
Atatürk’ün ilgisi
Ainos’un “üretken” tarihini Prof. Dr. Sait Başaran yönetimindeki kazılar
aydınlatıyor. Sayısız sanat ürününden özellikle “Doğuran Kadın” heykelciğindeki
“acının gururunu gülümseyerek yaşayan” yüz ifadesi, çağlar öncesinin mucizevi
becerisini kanıtlıyor...
Enez’e “Trak”lardan sonra MÖ 7. yüzyılda Aioller, sonra Midilli Adası’ndaki
Mytileneliler yerleşmiş. Bizans’ın Prenslik merkeziymiş. Fatih’in kaptanı Has
Yunus Bey’in almasıyla da 1456’da Osmanlı’nın liman kenti olmuş...
Aynı limanda 1983’e dek “gümrük” varmış ve Yunanistan’a çeltikle, balık ihraç
edilirmiş. Belediye başkanı diyor ki: “Bugün de turizm limanı olur; çünkü
Dedeağaç feribotla sadece 10 dakika...”
Enez’in Cumhuriyet dönemi serüveni ise eğer dili olsaydı “hayatım roman”
diyebileceği türden... 1924’teki mübadelede 8 Roman, 10 Türk aile kalınca,
Atatürk’ün isteği üzerine dönemin pehlivan ağası Bekir Kara işçileriyle birlikte
buraya taşınır. Malikânesi şimdi adını taşıyan cadde üzerinde...
Kente 1951’de Bulgaristan’dan gelen 60 aile arasında ise belediye başkanının
büyükleri de var. Türklerin özellikle Romanlarla yaşattıkları “hemşerilik”
bilinci, aydınlık bir kent kültürüyle huzur veriyor...
‘Üniversite’den beklenen
Başkanın gönüllü yardımcılarından mimar Sedat Kuru, önceki yıl “kültür ve
turizm bölgesi” ilan edilen yörenin doğasını ve tarihini koruyarak turizmle
buluşması için, yatak sayısına değil, “çevre”ye öncelik veren “dikkatli” bir
planlama gerektiğini belirtiyor.
1980’lerde imara açıldıktan sonra 4 bin yazlık konutun yapıldığı
“Kışlaaltı”ndaki birkaç motelden birini işleten Sait Balcı da şunu anımsatıyor:
“Buraya adını veren tarihi yapı, bir ara kışla olarak kullanılsa da Osmanlı’nın
yegâne deniz kervansarayı. Tekneler Platin Dere’den girerek kervansaraya yanaşıp
deve kervanlarına aktarılacak yüklerini boşaltırlarmış. İki katlı yapının
altında geleneksel pazar yeri, üstte konaklama odaları öngören proje ise
yıllardır bekliyor...”
Aynı kıyıdan “sosyal tesisler”iyle yararlanan İstanbul ile Trakya
üniversiteleri, bu projeyi uygulayarak Enez’e armağan edemezler mi?
Türkiye’deki çeltik tarlalarının yüzde 40’ının bulunduğu Meriç Deltası’daki
Tuz Gölü, Pesa Gölü ve Gala Gölü’nün arasında sınırımızı beklediği için 1953’te
ilçe yapılarak belediyeye kavuşan Enez’den “dayanışma” sözü vererek ayrıldık.
Aynı göllerin armağanı eşsiz lezzetteki yılan balıklarının bile ta Meksika
Körfezi’nden okyanus aşıp gelerek üremek için Ainos’a sığındıklarını da
öğrenerek...
|