Deloitte'un yayımladığı ''Türkiye Elektrik Enerjisi
Piyasası, 2010-2011'' raporuna göre, elektrik enerjisi sektörü,
kamu-özel sektör dengesinde hızlı ve çarpıcı değişimler yaşıyor. Kriz öncesinde
fiili yedek kapasite açısından AB ortalamasının altında olan Türkiye elektrik
enerjisi sektörü, giderek artan talep karşısında, enerji arzını çeşitlendirmek
ve sürekli kılabilmek amacıyla yapılanmaya ve özelleştirme sürecine devam
ediyor. Türkiye'deki kurulu güç gelişimi
incelendiğinde, 1985-2009 arasında yılda ortalama bin 463 MW ilave kapasitenin
devreye girdiği görülürken, yatırımlar niteliği açısından ise 1987-1993 yılları
arası ''hidroelektrik yatırım dönemi'', 1998-2005 yılları arası
ise ''doğal gaz yatırım dönemi'' olarak sınıflandırılabiliyor.
Rapora göre, 1984-2009 arasında kurulu güç gelişimi çerçevesinde kamu mülkiyet
payı düzenli olarak azalırken, 1984'te yüzde 85 olan kamu payının, 2009 yılında
yaklaşık yüzde 53'e gerilediği görüldü.
TEİAŞ verilerine de yer verilen raporda, 2009 yılı sonu
itibariyle Türkiye'nin kurulu gücünün 44 bin 559 MW'a ulaştığı, buna karşılık şu
anda lisans almış ve devreye girmesi beklenen inşa halindeki yatırımlarla mevcut
kurulu güce, iki farklı senaryo uyarınca, 9 bin 681 MW ile 11 bin 823 MW
arasında kapasite eklenmiş olacağı hatırlatıldı.
Rüzgar ve termik üretim lisanlarında
artış Rapora göre, son üç yılda verilen
rüzgar ve termik üretim lisans sayısında ciddi artış oranları göze çarpıyor.
2005 ve 2006 yılında toplam 158 MW rüzgar üretim lisansı verilirken, 2007
yılında 949 MW, 2008 yılında bin 427 MW ve 2009 yılında ise 71,5 MW'lık yeni
rüzgar üretim lisansı sağlandı. Rüzgar üretiminde son üç yılda verilen toplam
üretim lisansıyla lisanslı kapasite yaklaşık 16 kat artarak 2 bin 606 MW'a
ulaştı. Buna karşılık 2005 ve 2006 yılında
verilen toplam 3 bin 844 MW termik üretim lisansı, 2007 yılında 3 bin 25 MW ve
2008 yılında ise 6 bin 902 MW olarak gerçekleşti. 2009 yılında ise toplam 4 bin
271 MW'lık yeni termik üretim lisansı ile son üç yılda toplam lisanslı kapasite
4,7 kat artarak 18 bin 42 MW düzeyine geldi.
Hidroelektrikte ise 2005 ve 2006 yılında toplam 3 bin 765 MW, 2007 yılında 4
bin 850 MW ve 2008 yılında ise 2 bin 973 MW'lık üretim lisansı verildi. 2009
yılında verilen toplam 3 bin 52 MW'lık yeni hidroelektrik üretim lisansı ile
lisanslı kapasite son üç yılda 3,9 kat artarak 14 bin 640 MW'a ulaştı.
Bu çerçevede her yıl ortalama yüzde 27,5 büyüyen lisanslı kapasitede, yıllık
ortalama yüzde 218 büyüme ile rüzgar enerjisi en büyük payı alırken, bu sürede
yıllık ortalama lisanslı kapasite artışı termikte yüzde 53 ve hidroelektrikte
ise yüzde 13 olarak gerçekleşti.
Deloitte raporuna göre, 2005-2009 yılları arasında verilen lisanslardan
hareketle, ortalama yıllık su geliri bazında yüksek değerlere sahip Doğu
Karadeniz, Çoruh ve Yukarı Fırat havzalarının hidroelektrik santral yatırımları
açısından cazip görüldüğü anlaşılırken, termik santral yatırımlarında ise İzmir,
Samsun, Çanakkale, Sinop ve Hatay gibi illerinin yüksek yatırım çektiği görüldü.
Termik santral yatırımlarında doğal gaz boru hatlarına yakınlık, deniz
seviyesinin sağladığı avantajlar ve ithal kömür santralleri için liman
ihtiyacının karşılanması gibi faktörler, bu bölgelerde yatırımları tetikledi.
Türkiye'de yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretimi ise çevre dostu
olma özelliği ile son zamanlarda yoğun ilgi görürken, rüzgar ve küçük
hidroelektrik santral yatırımları hızla devam ediyor. Yaklaşık 8 GW'lık verimli
ve 40 GW'lık orta düzey verimli rüzgar potansiyelinin, özellikle son yıllarda
değerlendirilmesi ile 1980'lerdeki 17,5 MW'lık rüzgar kurulu gücü, 2010'un ilk
yarısı itibariyle yaklaşık bin MW'ı aştı. Deloitte uzmanları elektrik üretiminde
ulusal ve şirket bazlı kaynak portföyünün çeşitlendirilmesini, arz güvenliği
açısından önemli bir risk yönetim yaklaşımı olarak değerlendiriyor.
|