Mimarinin Pele’si (ikisi de kavis ustası), bir asırdan fazla süren ömrü süresince, özellikle ulusal ölçekte yaptığı yapılarla evrensel ölçekte ses getirmiştir. ‘Tropik modern’ olarak da adlandırılan özgün yapılarının Latin Amerika ruhunun modernizmle kaynaşmasında oynadığı rol tartışılmaz. Betonu kutuların dışına taşırken, temel motivasyonu neydi acaba? Uzun yaşamını büyük bir verimlilikle geçirmiş, bölgesel özellikleri ve zamanının iklimini, düşlerinde buluşturmayı başarmıştı. Yerel peyzaj ve mimari ögeler kullanan bir bölgeselci miydi, yoksa düşlerine yoğunlaşmış bir ekspresyonist mi?
Niemeyer deyince aklıma Brezilya’nın zorlama başkenti Brasilia kenti gelir. Onun karşılaştığım ilk eseri. Daha doğrusu ben öyle zannediyordum… Bütüncül formlar, kurallı aksiyel birliktelik içinde görkemli/ resmi duruşlarıyla beni yanlarına yaklaştırmamışlardı. Çok uzun zaman Niemeyer eserleri hızlı geçtiğim sayfalarda kalan mesafeli bir isim olmuştu. Hatta öyle ki, sevdiğim bir yapı olarak Niemeyer’in Brasilia’dan önce tasarlamış olduğu, New York’taki Dünya Fuarı’nda inşa edilen Brezilya Pavyonu binasını bile uzun süre ona mal edememiştim. O yapı, anonim cephesiyle Edward Durell Stone’u çağrıştırıyordu, pilotileriyle Le Corbusier’i, ama Niemeyer’i asla. Çünkü benim için Niemeyer otoriter Brasilia’ydı. Önyargımda, o önce ‘form’ ve ‘anıtsallık’ diyen bir mimardı. İkiz kuleler gibi, birbirine paralel iki koca dikdörtgenler prizması düşey kolon, onların altında duran bir tanesi de yatay, üstünde iki dev çanak, biri gökyüzüne yönelmiş, daha küçük olan diğeri ise ters dönmüş. Önünde devasa meydan, daha ziyade sert zeminli bir boşluk. Niemeyer’in eseri boşluktaki sessiz duruştu. İnsansız, daha ziyade yaşayanlar için değil, göçmüşler için yapılmışçasına ıssız, yaşamak için değil; sadece gurura ve göze hitap eden heykelsi bir eser...
Daha sonra Niteroi’de yaptığı ve bir burunda ‘bilim-kurgu filmlerini andıran’ ya da ‘Bond filmlerinden fırlamış gibi’ duran Çağdaş Sanatlar Müzesi ve edindiğim daha derinlemesine bilgi Niemeyer gerçeğine yakınlaşmamı sağladı.
Doğan Hasol Oscar Niemeyer’le biri Kasım 1988’de ve diğeri ise Ekim 1990’da iki söyleşi yaptı. Bu söyleşiler Yapı Dergisi’nin 86 ve 110 no’lu sayılarında yer aldı. John Peter da 34 yıl arayla (1955 ve 1989’da) Niemeyer’le yaptığı iki röpörtajı, The Oral History of Modern Architecture – Modern Mimarlığın Sözel Tarihi ( 1994) kitabında yayınladı.
Daha 40’ı dolmadan, haddim olmayarak Niemeyer’le bir söyleşi de ben yapmak istedim. Öncekiler kadar yerinde, zamanında, canlı ve ustaca bir diyalog olamayacağının farkındaydım. Yine de denemekten vazgeçmedim. Bazen önceki söyleşilerde sorulan soruları aynen sordum bazen de Niemeyer’in söylediklerinden sorular ürettim. Söylediklerini okudum, dinledim. Açtım bir Bossa Nova 60’lardan kısık ve dingin. Başladım sormaya. İşte kolaj-montaj röportaj: Doğası gereği, ne selam var, ne hoşçakal.
MŞ: Mimari felsefenizi kısaca özetleyebilir misiniz?
Niemeyer: Tam anlamıyla sanatsal/heykelsi özgürlükten yanayım. Özgürlük derken, işlevselciliğin ilkelerinin gerisinde kalan bir özgürlük değil; insan yaratıcılığı ile sürprizler ve duygusallığı ortaya çıkarma gücü olan, yeni ve güzele, yani imgeleme dayanan bir özgürlükten söz ediyorum. Bakış açısı sağlayan bir özgürlük. Tabii ki bu özgürlük gelişi güzel kullanılamaz. Örneğin Avrupa’da mimarlığın tamamen kısıtlanmasından yanayım. Bütüne uymayan çözümlerden kaçınarak bütünün uyum ve birliğini korumaktan yanayım.... Projelerimi asla kompozisyonel işlevselciliğe dayandırmam, strüktürel bir sistem içinde, mümkünse akılcı, çeşitli ve yeni çözümler ararım....
MŞ: Her mimarın mesleki yolculuğunda fikirleri/projeleri/yapıları çeşitli değişimler gösterir. Siz kendinizdeki değişimi nasıl yorumlarsınız? Örneğin, çalışmalarınızı safhalarına ayırmak isteseydik sizce kaça ayırabilirdik? Başka bir şekilde soracak olursak, yaptıklarınız safhalara ayrılabilecek kadar benzerlikler ve farklılıklar gösteriyor muydu sizce?
Niemeyer: Evet. Bugün için, mimarlık kariyerimi beş farklı döneme ayırabilirim: İlk dönem Pampulha’da yaptığım çalışmalar, sonra Pampulha ile Brasilia arasındaki dönem, Brasilia’da tasarladıklarım, sonra yurtdışındaki çalışmalarım ve en son olarak da günümüze kadarki çalışmalarım. [….] Mimarlık dünyasına etkisi olan hiçbir çalışma veya mimarlık stili hakkında bir mimar olarak görüşlerimi belirtmedim. Bugün geçmişe ve tasarladığım eserlere baktığım zaman bunun nedenini daha iyi anlıyorum. Beş dönemin tamamının ortak özelliği hiç şüphesiz ki bünyesinde isyankarlığı barındırmasıdır.
MŞ: Ordunun yönetime el koymasıyla Brezilya’dan ayrılıp Avrupa’ya gittiniz. Orada geçirdiğiniz dönem 3. dönem ve 80 yaşınızda yaptığınız Latin Amerika Anıtı 4. dönem olarak sayılabilir. Bazılarının çok başarılı, bazılarınınsa felaket olarak nitelediği Brasilia’ya dönersek. Brasila’da neyi farklı yaptınız? Bugün orayı nasıl görüyorsunuz?
Brasilia’da ben yalnızca mimardım. Brasilia’nın yalnızca mimarisini çalıştım. Fakat Brasilia’ya her zaman farklı bir seçenek sunduğu için hayranlık besledim. Brezilya’daki herhangi bir kentten daha iyi seçenekler sunan modern bir kent olarak gördüm. Brasilia Lucio Costa’nın bir başarısıdır. Büyük bir yetenek işi. Kente farklı bir karakter kazandırmak istedi. Otomobil ile ilişkilenmiş bir kent yaratmak istedi. Büyük bulvarlar açtı. (MŞ: Bu satırlar, bizim topraklar için çok tehlikeli!) Planı etkinlik alanlarına göre böldü. Olması gereken anıtsal bir karakter yarattı. Yaşama alanlarını - parkları, kulüpleri, okulları ve ağaçlıklı yolları ile - daha davetkar hale getirdi. Brasilia’yı başarılı, işleyen modern bir kent olarak görüyorum. Kirliliğin olmadığı bir kent. Mesafeler yakın, ulaşılabilirlik yüksektir. Eğer Brasilia’da yaşayanlarla konuşacak olursanız, kimsenin kentten ayrılmak istemediğini anlayacaksınız. Fakat Brasilia’yı ben kendi işim olarak görmem, dediğim gibi Lucio Costa’nın işidir.
MŞ: Sizin Marksist görüşleri benimsediğinizi, komünist parti üyeliğinizi, başkanlığınızı ve Castro ile dostluğunuzu biliyoruz. Mimarlığın toplumsal bağlam içindeki yeri üzerine neler söylerdiniz? Mimarlığın sosyal rolünden söz ederken otoritenin gücünü yansıtan anıtsal yapılar tasarladınız… Sizce bu bir çelişki değil mi?
Niemeyer: Gelir dağılımda eşitlik sağlanmadığı müddetçe, mimarlığın sosyal temelli amacı ve biz mimarların rolü varsılların arzularını tatmin etmekten öte geçemeyecektir (Özür dilercesine şöyle devam etti.) Sosyal yapıda çok az proje yaptım, ve itiraf etmeliyim ki, ne zaman bir tane gerçekleştirmeye kalksam, çalışan kesimin daha iyi fırsatlar ve daha iyi maaş talepleriyle alay edercesine demagojik ve ataerkil fikirlerin sembolize ettiği değerlerin tuzağına düşmüş gibi hissediyorum.... Diğer yandan, temanın gerektirdiği durumlarda anıtsallıktan hiç korkmadım. Her şeyden öte, yüzyıllardır mimarlıktan geride kalan, tekniklerin evrimini temsil eden ve sosyal açıdan adil olsun ya da olmasın, hala bizim ilerlememizi sağlayan anıtsal işlerdir. İnsanoğlunun duyarlılığı güzelin ayırdına varır....Öyle tuhaf ki, güzelin gücü, pek çok adaletsizliği bize unutturur.
1950’de şöyle not almışım: Mimarlık bu çağın gerektirdiği biçimde, teknik ve sosyal etkilerin ruhunu yansıtmalıdır. Fakat söz konusu güçler dengede değilse, ortaya çıkan çatışma, ya içeriğe ya da işin tamamına zarar verir. Bunu akılda tutarak planların ve çizimlerin doğasını anlayabiliriz. Yalnızca rahatlığı ve inceliği değil, mimar ve tüm toplum arasında olumlu bir işbirliğini yansıtacak daha gerçekçi bir başarıyı sunacak bir durumda olmayı çok isterdim.
MŞ: Dünya ile entegre olmuş bir mimarlık düşlesek nasıl olurdu? Son olarak mimarlara da tavsiyelerinizi alırsak...
Niemeyer: Konutlar daha basit olurdu. Yapılar, gecekondular ve saraylar olarak ikiye ayrılmazdı. En büyük eğlence kaynağımız olan tiyatrolar, müzeler, stadyumlar daha büyük olurdu ve herkesin bütçesi oralara gitmeye yeterdi. Fakirler bu gün oralara gidemiyor. Mimariyi yalnızca uzaktan biliyorlar.
En azından yaptıklarıma bakarak keyif alıyorlar, çünkü şaşırtıcı ve farklı. Fakat hiçbir şeye katılamıyorlar. (Tavsiyeye gelirsek) Bir mimar politik meselelerle de ilgilenmeli. Tıpkı herhangi bir yurttaş gibi. Hayat bir dakika kadar kısa. Evrenle karşılaştırırsak, çok çok küçüksünüzdür. İnsan o kadar önemli değildir. Daha basit olmak zorundayız. Önemli olduğunuzu düşünmeyin, çünkü kimse öyle değildir. Yalnızca daha faydalı olmalısınız. O kadar.
Kaynaklar
1. Underwood, D. (1994) Oscar Niemeyer and Free-form Modernism, George Brasiller Inc. New York. 2. Peter, J. (2000) The Oral History of Modern Architecture, Harrry N. Abramsi Inc., New York. 3. Frampton, K. (1990) Modern Architecture, Thames and Hudson, Londra. 4. Marshall, B. (1999) Katı Olan Her şey Buharlaşıyor, İletişim Yayıncılık, İstanbul. 5. http://www.dw.de/master-of-the-curve-oscar-niemeyer-dies/a-16431498 7. www.youtube.com/watch?v=iaYPxx_h3WI 8. www.youtube.com/watch?v=d77I_5wHA_c
|