BR> ''Tarihsel bilinç konusunda dünyadaki
ve bizdeki zamanla gelişmenin, teknolojik, bilimsel büyümenin, toprakların,
aklın ve kültürel mirasın da birlikte büyümesi anlamına gelmediğini gördük. Bu
değerler farklı bakmamızı, farklı davranmamızı, farklı beraberlikleri bir araya
getirmemizi gerektiriyor. Bugün toplantı konumuz bir sur değil; bir aklın,
egemenliğin, bir karşı görüşün, yan görüşün, bir düşmanın, içindeki dostun,
beraberce hayran kaldığı insanlık tarihini, mimarlık tarihinin ve aklın
tarihinin simgelerini taşıdığı bir kültürel varlıkla ilgili karşı karşıya
geliyoruz. Burayı yaratan insanlar zaten içindeki büyüklüğü, uygarlığı, bilinci
ve bilimi yarattıkları için bu surlar var. O bakımdan surları yalnız ayakta
tutma, geleceğe taşıma, bir kültürel varlık, korumamız gereken diyerek
baktığınız zaman yanlış yapıyorsunuz demektir. Savunma yapıları, iki şeyin
karşılıklı savunulduğu bir yerdir. Biri düşmanın girmemesi, ikinci düşmanın
girmesi anlamının ortasında bittiği yerde başlayan yeni bir uygarlık, yeni bir
beraberlik, yeni bir dönüm noktasının
unsurlarıdır.'' ''Surlar
çekişmeyle korunamaz'' Prof. Dr.
Sözen, dünyada ve Türkiye'de uygarlık mirasının korunması olmazsa olmaz gibi
görünmesine rağmen üçüncü bir bakış, uzmanlığın ötesine çıkan toplumsal bir
büyüklük iç içe geçmedikçe, üniversitelerin restorasyon kürsüleri dahil bütün
bunların hepsi, Kültür Bakanlığının da bir araya gelmesiyle kültürel mirasın
korunamayacağını savundu. Kesimleri bir araya getirmeden, toplumsal tarihi
tarafsız yazmadan, onun uygarlık ürünlerini, onunla bağdaştırarak somut sonuç
olarak göstermedikçe tarih kitaplarının yazılamayacağını anlatan Sözen, şöyle
devam etti: ''Dünya artık uygarlık tarihini,
kendi tarihini öne çıkaran bir tarih anlayışıyla asla yazmamalıdır. AB, birlikte
olmaya çalıştığı halde hala kendine dönük taraflarıyla öne çıkma isteğiyle
birlik olamamaktadır. Birlik olmak; uygarlık birleşmesidir, bilinçtir,
üniversitedeki çocuklarımızı geldiği gibi gitmeyen, dünyayı açık yetiştirme
eylemidir. Bu surlar çekişmeyle, bilim insanlarının karşılıklı 300 alternatif
geliştirmesiyle korunamayacaktır. Bir noktada birleşmek, o noktanın doğrularını
çek ettikten sonra, somut örneğini de önce Diyarbakır, Türkiye ve dünya halkına
gösterdikten sonra korunacaktır. Önce yaptığımızı kendimiz ve ülkemiz için
yapmalıyız. O yüzden Diyarbakır başta olmak üzere, merkezi hükümet, bütün kurum
ve kuruluşlar Diyarbakır surları ve içindeki sanatsal merkezleri, artık dünya
kültürünün parçası olduğunu kanıtlayacak bir yolun ortak paydasında buluşmak
zorunda. Bu bir bütçe ve kaynak sorunu değildir. Kaynağını kötü kullanan çok yer
olduğunu biliyorum. Biz kaynaksız, akla dayanarak çok yer kurtardık Türkiye'de.
Ama paraları ile rezil olan kurumları da gördük.''
Prof. Dr. Sözen, Türkiye'nin dönüşüme girdiğini, geleceğinin aydınlık ve
güzel olması için kalelerin yüzünün aydınlık, içinin temiz, içindeki
kullanıcının da o varlığa saygılı olmasını gerektiren bir bilinç eğitimi
istediğini sözlerine ekledi.
Dicle Üniversitesi Rektörü Ayşegül Jale Saraç da, üniversite
olarak üzerlerine düşeni her zaman yaptıklarını kaydederek, surlarla ve kültürel
mirasla ilgili çalışmalarda destek olduklarını söyledi. Saraç, üniversite olarak
bu tür çalışmaların artmasını umut ettiklerini, tüm dinamiklerin Diyarbakır'daki
tarih ve kültüre sahip çıkması gerektiğini dile getirdi.
Prof. Dr. Zülküf Güneli: Diyarbakır Suriçi dokusunun, onu çevreleyen
surlarla bir bütün olarak ele alınması gerekiyor
Dicle Üniversitesi (DÜ) Mimarlık Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof.
Dr. Zülküf Güneli, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Diyarbakır
Surları'nın korunması ve onarımını himayesine aldıktan sonra ilk somut icraat
olarak bir araya geldiklerini belirtti. Dünya Kültür Mirası sınıfına alınmayı
hak edecek özelliklere sahip olan Diyarbakır Surları'nın önemini ortaya
çıkaracak bu tür girişimlerin, surların yüklendiği gizem ve mesajlarının
aktarılmasına da olanak sağlayacağını belirten Güneli, şunları söyledi:
''Antik dönemlerden beri bir çok medeniyete
beşiklik etmiş olan Diyarbakır Suriçi dokusu, onu çevreleyen surlarla bir bütün
olarak ele alınması gerekiyor. Çünkü 5 bin yıl geçmişe sahip olan ve çeşitli
aşamalardan geçerek günümüze gelen Suriçi, eski kent dokusunu çevreleyen
muhteşem surlarla birlikte, her dönemde dış etkenlerden korunarak bugüne kadar
gelebilmiştir. Surlar, her türlü doğa şartlarına ve insan eliyle tahribatın
acımasız etkisi altında kalmasına rağmen, yaklaşık yüzde 70 oranında ayakta
kalmıştır.'' Necdet Sakaoğlu: Belki
Diyarbakır fetih tarihini düzeltmemiz gerekiyor
ÇEKÜL Yüksek Danışma Kurulu Üyesi
tarihçi-yazar Necdet Sakaoğlu da, Vakidi adlı Arap tarihçisine ait bin 200
sayfalık bir yazma eserden Diyarbakır'ın fethini çıkardığını belirtti.
Vakidi'nin 747 ile 823 yılları arasında yaşadığını ve Kitab'ül Futuh adlı
eserinde 20 sayfayı Diyarbakır'ın fethine ayırdığı bilgisini veren Sakaoğlu,
Diyarbakır'ın fethinin 639 olarak bilinmesine rağmen kitapta farklı geçtiğine
değinerek şunları söyledi: ''Kitapta
Diyarbakır'ın fethi 649 olarak geçiyor. Belki Diyarbakır fetih tarihini
düzeltmemiz gerekiyor. Kent hicretten 27 yıl sonra kuşatılmış ve 5 aylık bir
kuşatma sonunda alınmış. Halit Bin Velid'in 80 mücahitle bir su deliğinden şehre
girip içeride bir panik yaratmak suretiyle kapılardan birini açmak ve dışardaki
İyaz Bin Ganem'in süvari ordusunu içeri alarak kentin fethini sağlamıştır.''
Prof. Dr. Canan Parla: Diyarbakır Surları'nı anlamak ve dinlemek
gerekiyor Anadolu Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Canan
Parla da, Diyarbakır Surları'nın gerçekten bir şeyler söylediğini, bu
nedenle anlamak ve dinlemek gerektiğini dile getirdi. Anlayabilmek için
bugünkü verilerin ve kitabelerin yeterli olmadığını ifade eden Parla, ilk şehrin
milattan önce 2 bin yıllarına tarihlendiğini kaydetti. Aslında, bölgedeki
yerleşim tarihinin milattan önce 7 binli yıllara kadar gittiğini, milattan önce
2 binli yıllarda İçkale'de Hurri kentinin olduğunun kabul gördüğünü anlatan
Parla, ''Daha sonra Diyarbakır hakkındaki bilgileri Romalılarla öğreniyoruz.
Milattan önce 69'da Romalılar Diyarbakır'a hakim olunca, kente gelmeye
başlıyorlar'' dedi. Fransa'dan Paul
Üniversitesi'nden Martine Assenat de antik dönemde Diyarbakır'ı
anlattı. İstanbul Teknik Üniversitesi'nden
Prof. Dr. Metin Ahunbay da Diyarbakır Surları'nın
erken dönemine değindi. Erken dönemin 4. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar geçen zamanı
kapsadığını ifade eden Ahunbay, antik dönemde Diyarbakır'ın 'Amida' olarak
anıldığını söyledi.
|