Foto: Muhsin Akgün
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, kabinenin farklı yüzlerinden biri. Kendinden önceki pek çok kültür bakanından farklı olarak, sanat çevreleriyle daha iyi diyalog kuran ortak dil geliştirebilen bir siyasetçi. Sık sık bunun siyasi bedelini de ödese bile... Medyada en çok görünen, sorumlu olduğu alanları en çok gezip dolaşan bakanlardan da biri. Belli ki bunların ve son seçimler sırasında İzmir’de gösterdiği performansın etkisiyle AKP’nin üçüncü döneminde de yerini korudu.
Kültür sanat dünyası yerine kültür endüstrisinden söz edilen bir dönem yaşıyoruz ve bu alandaki somut sorunlar, politikalar her zamankinden daha çok tartışılıyor. Yeni kabinede birinci ayını dolduran Bakan Günay’la, kültür politikalarını, önceki dönemden gelen sorunları ve yeni dönemde neler yapacağını konuştuk.
Önce en eski ve tartışmalı konudan başlayalım. Atatürk Kültür Merkezi ve Emek Sineması… Bir gelişme var mı?
Emek Sineması hâlâ yargıda. Yargı sonucu bekleniyor. Bizim dışımızda bir şey. AKM ise geçen dönem gene bir yargı kararıyla durmuştu. Orayı yargıya dokunmayacak bir biçimde bir iyileştirme projesiyle birleştirip tekrar açmak için daha sonra yeterli kaynağı bulamadık, ajanstan böyle destek alamadık. Şimdi ajans serüveni de bitti. Yeni dönem bir kaynak bularak hatta biraz sponsorluklar da bularak AKM’yi 2011-2012 sezonunda açmayı umut ediyorum. Ama zor bir süreç. Şu anda iyileştirmek için bile çok ciddi bir kaynak gerekiyor. Bizim kendi genel bütçe imkanlarımızla bunu yapmamız mümkün değil.
Hâlâ bakanlığın AKM’yi yenileyip açmak gibi bir iradesi var yani.
Evet, var.
Bir de unutulmuş bir proje var: Ayazağa Kültür Merkezi, orada durum ne?
Ayazağa’da ilerledik. Eski kaba inşaat kaldırıldı. Orada ‘yap-işlet’ diye anlaşmıştık; bu firma yeni bir proje yaptı, proje kurullardan geçti ve yeni bir inşaat süreci başladı. Ekonomik nedenlerden dolayı bir yavaşlama var ama 2012 yılı sonunda bitebilir. Eğer ekonomik kriz olmazsa. Çünkü dünya çapında ilişkileri olan bir firma üstlendi projeyi.
AKP’nin seçim beyannamesinde ilginç şeyler vardı. Bunlardan bir tanesi, Kültürü Yaygınlaştırma Projesi. Yıllardan beri beklediğimiz bağımsız kültür girişimlerine destek verecek bir fon acaba bu mudur diye kültür çevrelerinde konuşuluyor?
Bu kültür projesi henüz somutlaşmış bir hale gelmedi. Kültür-sanat kurumlarını biraz daha özerkleştirecek olan kültür-sanat üretiminin önündeki engelleri kaldıracak olan kültür-sanat ürünlerine yurttaşın da daha kolay ulaşmasını sağlayacak olan bir yaygınlaştırma projesi bu.
Benzer bir beklenti İstanbul 2010 Ajansı için vardı, kültürü destekleyen bir kurum olarak çalışmaya devam etmesi de tartışıldı ama olmadı.
İstanbul 2010 Ajansı ne yazık ki, sivil toplumdan bizim ajansı kurarken umut ettiğimiz desteklerin hiçbirini toparlayamadı. Tamemen genel bütçeden kaynak ayırdık. Bu genel bütçedeki kaynağı kullanmak konusunda yeni bir bürokrasi oluştu. Üstelik gereksiz yere insanlara maaş ödedik. Bizim bakanlığın birimleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve özel idarenin görevlendireceği bazı sanat insanlarıyla çok daha ekonomik olarak o kaynağı kullanabilirdik. Eğer bir sivil toplum hareketi yaratabilse, kamunun verdiği kaynağın yarısı kadar zenginleştirebilseydi devam edebilirdi. O yüzden acilen tasfiyesi gerekiyordu. Ben de uzatma projelerine hiç sıcak bakmadım.
Devletin kültür dünyasından tamamen çekilmesi de bu alanda çok tartışılan bir görüştür, siz ne düşünüyorsunuz?
Devlet kültür dünyasında hiçbir ideolojik dayatma yapmamalıdır. Bu açıdan devletin kültür politikası ancak şöyle olabilir: Türkiye’de var olan toplam yaşam kalitesini yukarı çekmeye çalışmak, güzel sanatlar alanında fiziki altyapıyı geliştirmek, herkesin kendi yaratıcılığının önündeki engelleri kaldırarak sınırsız yaratıcılık imkanlarını çoğaltmaya çalışmak. Biz fiziki imkanları oluştururuz, kültür merkezleri yaparız, sahne yaparız, sponsorluk yaparız, yurtdışı, yurtiçi etkinliklerde destek veririz. Ama şu sanat alanında çalışacaksın, şunu yaparsan ben seni desteklerim gibi bir dayatma kesinlikle olamaz.
Peki bakanlığa bağlı orkestralar, tiyatrolar, korolar... Onlar bunun neresinde duruyor?
Bu kurumların hepsi Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin Batılı kültürü empoze etmesi amacıyla oluşmuş. Bunların aslında bir vadede sivil topluma devredilmesi lazım. Yani sivil topluma gönüllü kuruluşlara, özel idarelere, yerel yönetimlere devredilmesi lazım. Devlet bütün bu sanat etkinliklerini kendi özkaynaklarıyla destekler ama doğrusu devletin orkestrası, senfonisi, operası balesi, tiyatrosu olur mu? Devlet bunları destekler… Devlet bütün bu alanlarda topluma yaygınlaşmayı ve sanat üretiminin önündeki engellerin kaldırılmasını destekler. Bunların hepsi geçmişte devletin bir kültür dayatması çerçevesinde oluşmuştur.
Sizin müzelerin, kütüphanelerin yerel yönetimlere bağlanması gibi bir uygulamanız var. Bu, merkezi kurumları devretmek konusunda atılmış bir adım mı?
Bizim bir yasa hazırlığımız var. Orada bir örgütlenme aşaması var. Ordu’nun bir köyündeki ya da Mersin’in Bayındır köyündeki bir kütüphaneyi ben neden Ankara’dan yöneteyim. Oradaki bir cam tamiri mevzuu ya da oradaki memurun izne çıkması halinde yerine kimin bakacağı neden bana kadar gelsin. Etnografya müzeleri, ilçe kütüphaneleri, okuma odaları yerel yönetimlere devredilebilir. Arkeoloji müzeleri, il halk kütüphaneleri, yazma eser kütüphaneleri hariç. Bunlar Kültür Bakanlığı’nın asli fonsiyonlarıdır.
Öte yandan bakanlığa bağlı olan operaların, orkestralarının yenilenmesi, uluslararası standartlarda projeler yaparak rekabet edebilmesi ve bunun için de daha fazla kaynak kullanması gerekiyor. Onların durumu ne olacak?
Sanat kurumlarımızın işeyişiyle ilgili bir model üzerinde çalışıyoruz. İtiraf edeyim bu benden önce başlatılmış olan bir çalışma ve benim dönemimde de bitecek gibi gözükmüyor. Çünkü bir kurumsal tutuculuk var, herhangi bir düzenlemeyi kamuoyunda çok farklı biçimde sunma konusunda sanatçı arkadaşlar derhal bir PR çalışması yapabiliyorlar ve siz dünyada Fransa’da, İngiltere’de olan örnekleri Türkiye’ye taşımakta zorlanıyorsunuz. Bu konuda yine bizim bir çalışmamız var ama nasıl bir sonuç alırız bugünden söylemem zor. Performansa dayalı, üretime dayalı, üretkenliğe dayalı, niteliğe dayalı bir sistem oluşturmak istiyoruz. Şu anda böyle bir şey yok. Şu anda klasik devlet memuru anlayışı var. Yani belli bir yaşta bir sınavla girmişseniz 65 yaşına kadar çalışıp emekli oluyorsunuz. Çalışsanız da çalışmasanız da yetenekli olsanız da olmasanız da… Sanat kurumları böyle olmamalıdır. Ama yeni model konusunda da mutabık olmuş değiliz.
Ben şunu soruyordum, mesela İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın artık esamisi okunmuyor, çünkü yabancı solist getiremiyor iddialı konserler veremiyor.
Yabancı solist getiremiyor ama bu arada Borusan var, Doğuş var, Akbank’ın desteklediği gençlik orkestrası var... Dünyada da böyle. Bu işleri bu tür toplumsal kurumlar taşıyorlar. Sivil toplumda toplumsal örgütlenmeler var. Devletin bir senfonisi olacak, bütün sanat etkinliklerini o yürütecek. Bu cumhuriyetin 30’lu 40’lı yıllarının bir perspektifi. Türkiye bunları aşıyor. Aşması da gerekiyor. Biz bir kaynak arayışı içerisindeyiz. Başka destekler çoğalsa biz de kaynaklarımızı cari harcamalara, memur maaşlarına değil bu meselelere ayırırız. O zaman dünya çapında virtüöz de getiririz veya biz yetenekli insanlarımızı destekleriz, dünyaya çıkmalarını sağlarız, ki esas önemli olan bu. Bizden insanların dünyaya çıkmasını sağlamak. Biz cari meselelerimiz yüzünden ne önemli insanları getirebiliyoruz ne de kendi yeteneklerimizi dünyaya çıkarmak için yeterli kaynak arayabiliyoruz. Bu işi memur rutininden kurtarıp da yetenek kriterlerine dönüştürebilsek belki bunları başarabileceğiz.
Koruma kurulları değişecek
Koruma kurumlarıyla ilgili yeni düzenlemeler olacağı söyleniyor. Bu doğru mu?
AB uyum yasaları çerçevesinde bizim tabiat ve doğal varlıkları Çevre Bakanlığı’na vermemiz gerekiyor. Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu, şimdi Kültür Varlıkları Koruma Kurulu olacak. Onlarla ilgili bir itiraz mercii kuracağız. Şu anda kurul kararını veriyor, sonra mahkemeye gidiyorsunuz. Bakanlık ve kurullar arasında bir üst itiraz mercii yok. Kurul elemanları ve bakanlıktan oluşan bir üst itiraz mercii kurmayı ve böylece bazı meseleleri yargıdan önce kendi içimizde çözmeyi tasarlıyoruz.
Kurulların aldığı kararların imar hareketlerine engel olduğu iddiası ve bundan doğan rahatsızlıklar bu gelişmede etkili olmuş mudur?
Kurulların imar hareketlerine engel olmalarından şu ana kadar bana yansımış olan, aşmamız gereken hiçbir sorun yok. Hatta yanlış imar hareketlerine yeterince engel olamadıkları kanaatindeyim.
Neden yeterince engel olamıyorlar?
Yerel yönetim baskıları, kamuoyu baskıları. Bu kurullar Türkiye’de günah keçisi haline gelmiş durumda. Herhangi bir yere rant üretmek isteyen dönüp dolaşıp kurulları suçluyor. Bu konuda da bilen bilmeyen herkes kurullar bir şey yapmaz diyor. Sanki Türkiye’de imar hareketlerinde her şey düzgün gidiyormuş da bozuk olan kurullarmış gibi bir fatura çıkarılıyor. Bir de kurullar olmasa Türkiye’de, tarih ve doğa ne hale gelebilir bunu düşünmek bile istemiyorum.
Yabancı kazılar azaltıldı. Bu konuda bir tartışma yaşanıyor, ‘kazılarda bir millileştirme amaçlanıyor’ diye.
Yabancı kazılarda aradığımız verimi birçok yerde bulamıyoruz. Rutine bağlamışlar. İlk 15 gün gelip kazıyor gibi yapan kazı başkanları vardı. Hazırlık dönemi ve koruma dönemiyle bu işin 4 ay arazide fiili çalışma olması kuralını getirdim. Yaptıkları yayınların mutlaka Türkçe’ye de çevrilmesi kuralını getirdim ve doktora düzeyinde bir kazı başkan yardımcısının her şeyden haberdar olması gerektiğini söyledim. Çünkü yabancı kazılar Türkiye’de beklediğimiz verimde değil. Haksızlık yapmayayım ben geçen yıl iki yabancı kazı başkanına da ödül verdim. Ama bu arada bazı kazıları da feshettim.Ben kazı yerlerini bizzat evim gibi takip ediyorum, çalışanları alkışlıyor, iyi olanları ödüllendiriyorum.
Peki kazı sayısını artırmak gerekmez mi?
Türkiye’de 151 tane yerli yabancı kazı var. Biz kazı sayısını artırdık zaten ama başladığımız kazıları da korumak zorundayız. Biz bu kadarıyla başa çıkabiliyoruz. Bazı yeri kazıyoruz, defineciyi çağırıyoruz. Adam bir ay çalışıyor arkasından on bir ay da defineci çalışıyor. Onun için kazmak kadar korumak da önemli. Kazıları yerlileştirmek gibi milliyetçi bir duygu içinde değiliz. Benim yerli kazı başkanını değiştirdim de oldu…
‘Zararlı çıktığım zamanlar oldu’
Bazen trafik iyi işlemiyor olabilir ama hükümetle sanat çevreleri arasında köprü kurmaya çalışıyorum.
Siz en çok haber olan bakanlardan birisiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bu konuda özel bir gayretimiz yok. Hem kültür hem turizm alanında olumlu olumsuz pek çok haber var. Size hemen bir mikrofon getiriyorlar, sizin de isminiz içinde geçiyor. Kültür çok derin. Arkeoloji var, güzel sanatlar var. Bütün bu alanlarda sizin adınız da geçiyor. Üstelik de ilgi arttı. Son yıllarda arkeolojiye, tarihe önem veriyoruz. Türkiye’nin bu alanlara verdiği önem dünyada hissedildiği için, UNESCO dünya mirası listesine Selimiye Camii’ni sokmayı başardık 15 yıl aradan sonra. Boğazköy Sfenksi’ni de 95 yıl aradan sonra ülkemize getiriyoruz. Gaziantep’e, Eskişehir’e çok güzel müzeler yaptık. Topkapı’yı, Ayasofya’yı iyileştirmeye çalışıyoruz. Dünya da bunu görüyor. Müzekart diye bir şey var, 2 milyon 200 bin kişinin cebinde Müzekart bulunuyor. 2 milyon 200 bin kişi müzeyle ilgili bir kavramı kendisi kullanıyor ve konuşuyor.
Bu arada birçok tartışma çıktı. Devlet Tiyatroları ile ilgili bir tartışma çıktı, Ucube Heykel tartışması çıktı. Bu tartışmalara girdiğiniz için sıkıldığınız, kendinize kızdığınız ya da pişman olduğunuz oluyor mu?
Bu tür tartışmalarla vakit kaybetmek benim hoşuma gitmiyor. Ben işimi yapmak istiyorum. Ama Türkiye’de işi polemik tarafından tutmaya hazır çevreler de var. Siz de bazen günlük rutin içinde bir iki cümleyi çok da kuyumcu dikkatiyle seçerek kullanmayabiliyorsunuz. Bu da çekiştirmelere sebep oluyor. Ben mümkün olduğunca çabuk sıyrılmaya, derdimi anlatmaya çalışıyorum. Bütün bu dönemi geride bıraktığım zaman geride somut ne bıraktım o anlaşılacak.
AKP’yle, Başbakan’la kültür çevreleri arasında köprü olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
Ben çalışıyorum. Zaman zaman trafik yeteri kadar iyi işlemiyor olabilir ama ben öyle bir köprü kurmaya çalışıyorum. Sanat kesimi duyarlı, genellikle protesttir. Sanatçının doğasında var, ben bunu anlıyorum. Ama zaman zaman onların sınırları çok zorladığı anlar oluyor. Benim dışımdaki siyasetçiler o kadar da tahammüllü davranmak ihtiyacı hissetmiyorlar. Bu alanlardan ben sorumluyum. Ben o tür durumlarda biraz işi sakinleştirmeye, gündemi iyileştirmeye çalışıyorum ama zararlı çıktığımız yerler de oluyor.
|