Harmandalı’nın ‘Afet Bölgesi’...
“Alınacak Önlemlerle Kayıpları...
Felaketten Ders Çıkarılmadı
Osmaniye'de 5,1 Büyüklüğünde Deprem
Göle Fayı için Daha Büyük Deprem Uyarısı
Ardahan'da 5 Büyüklüğünde Deprem
Türkiye'nin İkinci 'Deprem...
Sakarya'ya Yeni Afet Koordinasyon...
“Beton Kalitesini Yapı Denetim...
“Depremin Üzerinden 23 Yıl...
"Sermaye Odaklı Dönüşüm ve...
7 Maddede İstanbul Depremi
DASK Sigortalılık Bilincinin...
“Doğru Malzeme ve Doğru Uygulamalarla...
"Su ve Yangın Yalıtımı Deprem...
Avcılar Belediye Başkanı'ndan...
“Yapılarımızın Güvenliği için...
“Depremi Değil ama Afeti Önlemek Mümkün!”
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, düzenlediği basın toplantısıyla, 17 Ağustos Marmara Depremi’nin yıl dönümünde Türkiye’nin deprem hazırlıklarını; sorunlarımızı ve çözüm önerilerini açıkladı.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, yaptığı basın açıklamasıyla 17 Ağustos Marmara Depremi’nin yıl dönümünde Türkiye’nin deprem hazırlıklarını; sorunlarımızı ve çözüm önerilerini duyurdu. “Depremi Değil ama Afeti Önlemek Mümkün!” başlıklı açıklamada şu ifadelere yer verildi: “TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, tarihimizin en acı depremlerinden 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 23. yılında da temel insan haklarından olan ‘Barınma Hakkı’nın tüm yurttaşlarımıza sunulabilmesi için depremi unutmama, unutturmama ısrarını sürdürmeye, güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar siyasi iktidarların görev ve sorumluluğunu hatırlatmaya kararlıdır. Bugüne kadar depreme karşı hazırlık, yapı güvenliği, hasar tespiti gibi konularda çokça konuşuldu, bu konular hakkında çokça yazılıp çizildi. Ancak bir doğa olayı olan depremin ülkemizde her defasında afete dönüşmesine bir türlü engel olunamıyor. Çıkarılan yasa ve yönetmelikler, yıllara dayanan çalışmalarla oluşturulan plan ve projeler uygulama aşamasına geçemeden kağıt üzerinde kalıyor. Ne yazık ki yapılan çalışmalar daha çok afet sonrası yara sarma düzeyinde kalıyor. Bir deprem coğrafyasında yer alan ülkemiz tarih boyunca birçok kez yıkıcı depremlerle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle Marmara Bölgesinin gerek ekonomik anlamda gerekse sosyo-kültürel açıdan coğrafyamızda merkez pozisyonunu yüzyıllardır koruması nedeniyle, bu bölgede yaşanan depremler ciddi sonuçlar doğurmuştur. Cumhuriyet döneminin gerek can ve mal kaybı açısından gerekse sosyal ve ekonomik sonuçları açısından en yıkıcı depremlerinden biri 17 Ağustos 1999 tarihli Gölcük merkezli depremdir. 7,4 büyüklüğündeki bu deprem başta Marmara bölgesi olmak üzere tüm Türkiye’yi etkilemiştir. Ülkemizin ekonomik anlamda üretim ve ticaret merkezi olan ve yurdun her yerinden göç alan bir bölge olması nedeniyle bu depremin tüm yurttaşlarımızı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilediğini söylemek mümkündür. Depremde 20 binden fazla yurttaşımız hayatını kaybederken yaralı sayısı 50 bini aşmıştır. Bölgede yaklaşık 113 bini yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 365 bin bina hasar görmüştür. Ortaya çıkan kayıpların ve hasarın büyüklüğü, deprem sonrası müdahalede yaşanan sorunlarla birlikte bu depremin etkisi öyle şiddetli olmuştur ki 2001 ekonomik krizinin önemli sebepleri arasında sayılmaktadır. Bu kadar büyük sonuçlar doğuran 17 Ağustos Depremi, depreme bakış açısının değişmesinde bir milat olarak kabul edilmiştir. Yalnızca deprem sonrası yapılacak müdahaleler değil depremden önce alınması gereken tedbirler de tartışılmıştır. Plansız-çarpık kentleşmenin ve mühendislik hizmeti almayan yapıların ne kadar büyük tehdit oluşturduğu anlaşılmış, bu konuda birçok kurum ve kuruluş tarafından neler yapılması gerektiği konusunda çalışmalar yapılmış, bu çalışmalar birleştirilerek strateji ve eylem planlarına dönüştürülmüştür. Odamızın da bu konuda çeşitli çalışmaları olmuş, deprem kongreleri, çalıştaylar düzenlenmiş, raporlar hazırlanmış, kamuoyunu aydınlatacak ve deprem konusunda farkındalığı ve bilinci artıracak çalışmalar yapılmıştır. Yıllara dayanan çalışmalar sonucunda deprem konusunda sorunlar da bu sorunların çözümü için yapılması gerekenler de bellidir. Mevcut yapı stoku iyileştirilmeli ve güçlendirilmelidir UDSEP’e göre başta okul ve hastaneler olmak üzere, Türkiye’deki bina envanterinin çıkarılması ve mevcut yapıların hasar görebilirlikleri ve riskleri esas alınarak gruplandırılması planlanmıştır. Oysa 2020 yılında TBMM’de kurulan Deprem Komisyonunun 2021 tarihli raporunda, 2017 yılı itibarıyla bitirilmesi gereken envanter ve riskli yapı tespiti çalışmalarının 2021 yılı itibarıyla nasıl yapılacağının yönteminin bile çıkarılamadığı anlaşılmaktadır. Mevcut yapı stokunun envanterinin çıkarılması konusundaki çalışmalar hızlandırılmalı, mevcut durum tespit edilerek acilen güçlendirilmesi veya yenilenmesi gereken binalar belirlenerek bir plan doğrultusunda yapı stokunun depreme dirençli hale getirilmesi sağlanmalıdır. Her şantiyeye tam zamanlı bir şantiye şefi! Teşhis bellidir. Deprem etkileri nedeniyle oluşan yapısal hasarlar büyük oranda yapıların inşası ya da sonrasındaki denetimsizlik nedeniyle ortaya çıkmaktadır. O halde yapı üretim sürecindeki sorunların ortadan kaldırılması yetkililerin öncelikli görevi olmalıdır. Yapı üretiminin mühendislik esaslarına uygun olarak gerçekleştirilmesini sağlayan en önemli görev şantiye şefliğidir. Ancak bu görevin usulüne uygun olarak yerine getirilmemesi, inşaat hatalarını, dolayısıyla deprem hasarlarını büyütmektedir. Şantiye şefinin görevini tanımlamak gerekirse; bir yapının fen ve tekniğe, ruhsata esas teşkil eden projesine uygun olarak inşa edilmesi ile inşaatın iş ve işlemlerinin planlanmasını sağlamaktır. Bunun yanında işçi sağlığı ve iş güvenliğini şantiye sahasında gözetmek gibi önemli bir görevi daha bulunmaktadır. Türkiye işçi ölümlerinde dünya çapında en üst sıralarda yer almaktadır. Şantiye şefliği görevinin hakkıyla yerine getirilmemesi bu seviyelerdeki işçi ölümlerinin başlıca sebeplerinden biridir. Tam da bu sebeple biz İnşaat Mühendisleri Odası olarak sınırlı durumlar dışında, her şantiye şefinin sadece bir şantiyede tam zamanlı olarak görevlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. Yapı denetim sistemi düzenlenmelidir Sağlıklı işleyen bir sistemde planlama, projelendirme, üretim ve denetim hizmetleri birbirinin tamamlayıcısı olarak düşünülmeli buna göre de İmar Kanunu başta olmak üzere Yapı Denetim Kanunu, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve ilgili tüm Kanunlar ve bağlı yönetmelikleri kamu yararı ilkesi gözetilerek ve bütüncül bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir. Mevcut Yapı Denetim Yasasının öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; uzmanlık ve etik değerlere sahip yapı denetçilerinin etkinliğine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir denetim süreci modeli hayata geçirilmelidir. Bu modellemede proje denetimi ile yapı denetimi birbirinden ayrılmalıdır. Kentsel dönüşüm kentsel kıyım oldu Bugün başta İstanbul olmak üzere kentlerimizde yenilenmeyi ve güçlendirilmeyi bekleyen onca yapı varken kentsel yenileme ve kentsel dönüşüm gayrimenkul piyasasının talepleri doğrultusunda hayata geçirilmektedir. Kentsel dönüşüm riskli yapıların dönüştürülmesi şeklinde değil, rant değeri yüksek bölgelerde yapılaşma olarak gerçekleşmektedir. Öyle ki boş arsalar üzerinde kentsel dönüşüm yapılmaktadır. Yıllardır gündeme getirilen ve olası bir depremin çok daha büyük felakete dönüşmesine neden olacak olan Kanal İstanbul projesi ölü doğan bir projedir. Marmara bölgesi için bir çevre felaketini tetikleyecek olması bir yana deprem riski çok yüksek olan kentin Avrupa yakasını ikiye bölmenin yaratacağı belirsizliklerin neye mal olacağı bilinmemektedir. Mevcut durumda bile deprem toplanma alanları, ulaşım güzergâhları yok edilen bir kentin afet müdahale olanakları adeta engellenirken, bölünmüş bir kentin deprem sonrasında nasıl tepki vereceği de büyük bir bilinmezliktir. Depremin afete dönüşmesini engellemenin yöntemlerinden biri de kentsel yoğunluğu azaltıp kenti dönüştürmektir. Bunun aksine Kanal İstanbul projesi ile kentin nüfusuna yaklaşık 8 milyon ilave olacağı, İstanbul nüfusunun 25 milyon, Trakya nüfusunun ise (İstanbul nüfusu dahil) 40 milyonu bulacağı hesaplanmaktadır. Bir yandan ülkemizin uzun yıllar ödeme yapmak zorunda kaldığı/kalacağı yatırımlara büyük paralar harcanırken diğer yandan ülkenin en işlevli, en gerekli yapıları yok edilmektedir. İstanbul`un raylı ulaşım bağlantısı bulunan tek havalimanı olan Atatürk Havalimanı deprem tehlikesi altında bulunan bir kent için stratejik önemde bir üs konumundadır. Deprem tehlikesi altındaki İstanbul`un bu önemli tahliye ve ikmal hattının kullanıma hazır durumda tutulması gerekmektedir. Bugün Atatürk Havalimanının yok edilerek yerine millet bahçesi yapılmasını konuşuyor olmamız bile akla ve mantığa sığmamaktadır. İmar afları ölüme davetiyedir Ülkemizde imar afları kaçak yapılaşmanın en önemli teşvik unsurlarından birisi olmuş, toplumun sağlıklı ve güvenli konutlarda yaşamasını belirsizliğe sokmuştur. Devletin bir binaya iskan ruhsatı vermesi vatandaşına o yapıda güvenle oturabileceği yönünde güvence sunması anlamına gelir. Oysa mühendislik hizmeti almamış bu yapıların, doğa olayları karşısında hasara uğramaları halinde sorumluluk bu kararı alan devletin, siyasi iktidarın üzerindedir. Her seçim öncesi siyasi ikbal uğruna gündeme getirilen imar affı uygulamalarına son verilmeli, imar affından yararlanan yapılar denetlenmelidir. Sonuç Olarak; Ülkemiz oldukça zor bir dönemden geçmektedir. Ekonomik anlamda yaşanan kriz koşullarında olası bir büyük depremin sonuçlarının 2001 krizinde yaşananlardan çok daha ağır olacağı açıktır. Üstelik kentlerimiz öylesine kalabalıklaşmış, plansızlık, kaçak yapılaşma öylesine ilerlemiş, afet toplanma alanları ranta açılmıştır ki can ve mal kaybı açısından da büyük bir tehlike bizleri beklemektedir. Başta İstanbul ve Marmara Bölgesi olmak üzere olası büyük bir depremin Türkiye`ye neler yaşatacağını kestirmek zordur. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası olarak hem yetkili kurum ve kuruluşlara hem de tüm kamuoyuna seslenmek istiyoruz: Bu karamsar tabloyu el birliğiyle tersine çevirmemiz mümkündür. Biz İMO olarak tüm bilimsel-teknik birikimimizle, sahada edindiğimiz tecrübe ve yetişmiş kadrolarımızla, başta deprem olmak üzere doğa olaylarının afetlere dönüşmesini önleme konusunda görev almaya hazırız. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi sorunlar da bellidir, çözümleri de. Yeter ki çözüm için ortaya irade konulsun.” |