İstanbul’un başkentliği sürüyor. Sessiz. Şimdilik. Hele
bahar tam gelsin. Sesini duyacağız. Şimdilik yorum için erken. İstanbul aday
olduğu zaman “eksik bir proje’ demiştim. Sadece tanıtıma, turizme, kentin
kültürel kalbine hapsolan bir kültür başkentinin etkilerinin sınırlı
olacağına dikkat çekerek. Sayıları her yıl yüzbinler artan bir kentte bir
avuç insanın kültür başkenti olmanın yetersizliği açıktı...
Küçükçekmece sessizce bayrağı devraldı. Kültür başkentini
fırsat bildi. ‘Küçük İstanbul’ olarak bayrak açtı.
İstanbul’un küçük ve uzak ilçesi olarak kültürel canlanma için kalıcı
adımlar atmaya başladı. Vizyoner bir belediye başkanının bir ilçede neleri
değiştirebileceğini göreceğiz. 2010, Küçükçekmece için bir kazanım
olacak.
Çanakkale’ye sonunda gittim. Bir yıl kadar önce gidilemeyen
kent diye yazmıştım. Kent Müzesi yeni açılıyordu. Fetva dergisi
taze çıkmıştı. Çanakkale’de tomurcuk görünmüştü. Çanakkale’ye gittim.
Çiçekleri gördüm.
Çanakkale’de hummalı bir gelecek hazırlığı sürüyor. Ece Ayhan’dan mülhem
“Kültürümüz budur abiler” cümlesi en başa yazılmış. Çanakkale
İkibin10 (böyle yazmayı ben icat etmedim, Çanakkaleliler’in logosu
böyle) bir yıl boyunca kentin kendine bakma, 2020’ye doğru bakma
çabası. Kültür kenti olmak için öyle AB’den unvan filan almaya gerek
olmadığının kanıtı.
Çanakkaleli siviller kenti “baskın olmayan, farklı, dönüşen”
kültürel kimliğiyle tanımlamışlar. Ancak, orada
durmamışlar. Bu tanımı da sorguluyorlar. Şimdi sessiz sedasız
kültür merkezine dönüşmüş Surp Kevork gregoryen kilisesinde
oturmuş konuşuyoruz. Sonlara doğru arka sıralardan
Fatma Erdem söze giriyor. Gönüllü çalışmadan, engellilerden,
bilimden dem vuruyor. Köyden geldiğini söylüyor. Fatma Erdem,
Çanakkale İkibin10’un tüm etkinliklerine katılıyor...
Kentin kimliğini niteleyen sıfatlar arasına ‘sivil’ de
eklenebilir pekâlâ.
Surp Kevork kilisesi küçücük. Biz toplanıp gittikten sonra tiyatrocular
provaya girecek. Hiç ara vermeden. Kültürde hafif yatırımla ağır işler
yapılabileceğine, ciddi bir kapasite yaratılabileceğine küçük bir
örnek. Küçük ama büyük bir örnek.
Kent Müzesi’nde Yalı Mahallesi sergisi var.
Tertemiz bir sözlü tarih derlenmiş. Ziyaretçiye meramını basit, apaçık anlatan
bir sergi. Müze giderek ete kemiğe bürünüyor. Kendi dilini oluşturuyor.
Hemen çıkışta dükkânda kente ait bir sürü nesne. Daha bir yılı doldurmadan
müze, basbayağı Müze olmuş. (Kültür Bakanlığı ne zaman ‘Yılın
Müzesi’ ödülünü vermeye başlayacak?)
Çanakkale’de yapılan işler eksiksiz görsel ve yazılı belgeye dönüşüyor.
İşte, O. Harmandar’ın çıkardığı, 49. sayısına ulaşan
Kent-Kültür rehberi. İşte, belediyenin yayımladığı tertemiz
Çanakkale Kent Rehberi. İşte, Yalı Hanı broşürü. İşte dünyanın
kabuklu kabuksuz tüm deniz canlılarının yendiği Yalova Restoran’ın
hazırlattığı harikûlade balık kartpostallar... Bu çabalarda E.
Görgüler’in grafik cengâverliğinin büyük katkısı var kuşkusuz.
Şimdi sıra Yalı Hanı’nın avlusunu doldurmuş, güneş altında, neşe
içinde kahve-nargile içen Çanakkale gençlerini işin içine çekmekte. Varsın
üniversite kenarda dursun.
Çanakkale sivillere yol açan, ortam sağlayan bir yerel yönetimin neler
kazanacağını da gösteriyor.
Bir de Troya var. Troya derken o kikirik tahtadan at değil. Hatta o devasa
ören yeri de değil. Dünyanın kültürel belleğinin en değerli parçası, Truva
anlatısı. Homeros’dan, Joyce’a, Karasu’ya. Çanakkale Truva’sız
olmaz.
|