Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye Camii, Yerebatan Sarnıcı tarihi
yarımadaya müze kimliği kazandıran güzelliklerden sadece birkaçı. Peki bu kadar
değerli bir bölge ne kadar korunabiliyor? Tarihi Merkez
Platformu bunun için uğraşan sivil bir girişim. Seslerini daha yüksek
çıkarmak için öncelikle bölgede yaşayan insanların yaşadıkları yerin farkına
varmasına çalışıyorlar. Ve tarihi yarımadayı yaşayan bir müze haline
dönüştürmeye. Detaylar platform üyesi ve Armada Otel Yönetim Kurulu Başkanı
Kasım Zoto’dan...
- Önce Tarihi Merkez Platformu’ndan bahsedelim...
- Eskiden Eminönü diye bir kazamız vardı, biz de Eminönü Platformu diyorduk
kendimize ama şimdi maalesef olmadığı için Tarihi Merkez Platformu diyoruz.
Tarihi yarımadada yaşayan ve çalışan insanlar olarak tarihi yarımadanın
korunmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Fakat “koruma” da her şey gibi
sübjektif bir kavram. Neyi koruyacağız, neyi korumayacağız? Bunun kararını kim
verecek? Biz bir taraftan bunları sorgularken diğer taraftan da kapımızın önünü
süpürmeye gayret ediyoruz. Gelen yabancı turistler tarihi yarımadayı muhakkak
geziyorlar. Bunda bir problem yok. Problem buralı insanların burayı görmemesi,
tanımaması ve sevmemesi. Korumak kanunlarla, kurumlarla olmaz. Korumak insanın
içinde var olan bir şeydir. Burada yaşayan insanların, “burası benim mirasımdır”
diyenlerin bu konuya gösterdiği hassasiyetle olur. Tarihi yarımada kentliye ve
Türkiye’ye tanıtılmalı. Eskiden evin salonu ancak misafir geldiğinde açılırdı.
Salon kapalı olurdu ve herkes 120 metre karelik bir evin 40 metre karesinde
yaşardı. Biz de tarihi yarımadaya ancak yabancı bir misafirimiz gelince
gidiyoruz. Burası evimizin salonu yani. Ancak misafirimiz olduğunda “Burası
Sultan Ahmet Camii” diyoruz. Ne zaman ki bu salonları kullanmaya başlayacağız,
ailemizle gezip bundan heyecan duyacağız, o zaman bir yerlere varacağız.
- Platform olarak bunun için neler yapıyorsunuz?
- Bizde tarihi yarımadaya okul otobüsleriyle gelinir, müzenin bir tarafından
girilir, diğer tarafından çıkılır. Öğrencilerin başlarında beden eğitimi
hocaları vardır çünkü o gün o müsaittir. Hiçbir şey anlatılmaz, programa da
“Tarihi yarımada müzeleri gezildi” diye yazılır. Biz bu bölgedeki ilkokulları
özel rehberlerle 3 günlük bir program dahilinde gezdiriyoruz. “Ne kadar
şanslısınız böyle bir yerde yaşıyorsunuz. Osmanlı, Roma ve Cumhuriyet döneminin
önemli merkezi olmuş bir yer burası” diyerek onların farkına varmalarını
sağlamaya çalışıyoruz. Belki Beylikdüzü’ndeki apartmanlarda değil gecekondularda
yaşıyorsunuz ama burası müthiş bir yer duygusunu vermeye çalışıyoruz. Para
gerektiren işleri platform olarak otellere veriyoruz mesela. O nedenle okul
gezilerini Armada Otel olarak biz üstlendik mesela.
- Başka neler yapıyor platform bilinçlendirmek adına?
- Tarihi yarımada filmleri yapıyoruz. Bu filmler tarihi yarımadanın
promosyonu olan filmler değil, bu yarımadada yürümeyen unsurları gösteren
filmler. Her sene bir film yapıyoruz. Hatta geçen yıl filmimiz Nantes’ta “Tarihi
merkezlerde turizmin getirmiş olduğu yıpranma nedir? Nasıl önlenir” başlıklı bir
etkinliğe çağrıldı. Filmimiz biraz eleştirel oluyor ama amacımız bağcı dövmek
değil, kültürel korumanın gerçekleşmesi. Türkiye’de neyin korunacağını
otoriteler bilir, o bölgede yaşayanlara “Siz burada yaşıyorsunuz” diye
danışılmaz hiç. İnsan nüfusu arındırılır sanki. Oysa burası akşam saat 19.00’da
kapanan bir müze değil. Burası yaşayan bir müze. Bu anlamda buralılarla
işbirliği içinde olunulmalı. Bir de Murat Belge ile işbirliği içinde tarihi
yarımada yürüyüş yolları haritası yaptık. Bunlarla İstanbulluların hafta
sonlarında Murat Belge’nin yazdığı temayla tarihi yarımadayı gezmelerini ve
“Müthiş bir şey, bunun korunması gerekiyor” demelerini istedik.
- Hıdırellez Şenlikleri’ni de platform düzenliyor
sanırım...
- Evet. Hıdırellez Şenlikleri diye bir derneğimiz var ama zaten platformla
hemen hemen aynı insanlardan oluşuyor. Bu şenlikler kesinlikle korunmalı çünkü
bu bizim örf ve adetimiz. Bu coğrafyadan doğmuş kültürel bir etkinlik, bir
şenlik. Bunun korunması konusunda kimsenin bir çabası yok ama “bilmem ne
taşının” korunması konusunda en ciddi otoriteler ahkam kesebilir. En iyi lokumu
elde etmek için ne yapmak gerektiğini korumayı düşünmüyorlar. Mısır Çarşısı’na
girince Mudo Outlet’i görüyoruz, oysa oranın yüzyıllarca sürmüş bir amacı var.
Kapalı Çarşı’nın bakırcılar bölümünde de t-shirt satılıyor. “Burada bakırcılar
vardı ne oldu” deyince “Ama t-shirt şimdi daha çok kazandırıyor” yanıtını
alıyorsunuz. Hayır, bu korunmalı. “Biliyoruz t-shirt daha kârlı ama burada
t-shirt satamazsınız. Bakırcıların kirasını devlet ödeyecek” demeliler çünkü bu
kültürümüzün bir parçası.
- Peki koruma yasalarımız ne durumda?
- Koruma kanunu ve yasalar var ama bu yasaları kim koyuyor? Dinlemek,
yaşayanların da söz sahibi olmasını sağlamak önemli. Bu anlamda sesimizi mümkün
olduğu kadar çıkarmaya çalışıyoruz. Koruma prensiplerinin yeniden tartışılması
gerekiyor. 19. yüzyılda yabancılara “Taşlar sizin, altınlar bizim” diye
kültürümüzü veriyorduk. Öyle bir koruma anlayışımız vardı. 20. yüzyılda
müzecilik başladı. Şimdi her 15 yılda bir neyin korunacağı yeniden tartışılmalı.
Bugün Yenikapı bulunana kadar İstanbul’un tarihiyle ilgili bilgilerimiz
bambaşkaydı. Kazayla metro inşaatı olmasaydı bundan da haberimiz olmayacaktı.
Bizim Koruma Kanunu 1973’te yapılmış. Yani 37 yıl önce... Bu 37 yıl içinde bir
sürü yeni şey bulundu, pek çok şey değişti. 37 yıl sonra durup bir ara verip
geriye neler yaptığımıza bakmalıyız.
|