Azıcık doğanın okuryazarı olmanın yeterli olduğunu ifade eden Yusuf Yavuz’un sorumlulara dikkat çektiği 27 Mayıs 2018 tarihli yazısı:
Burdur Gölü, antik çağlarda “Askanaia Lacus” olarak anılıyordu. MÖ 3 bin yıldan itibaren Anadolu’da önemli bir tapım kültü olan Ay tanrısı Men’in lakaplarından biri de “Askaenos”tur. Men Askaenos adıyla anılan inanç merkezi, Burdur’u da içine alan antik Pisidya’nın başkenti Yalvaç’ta bulunuyordu. Askanaia, yani Burdur Gölü, antik çağda göklerin, sağlığın, kehanetin tanrısı Men’in adını taşıyan bir göldü.
Tren yolu inşaatında ortaya çıkan 10 bin yıllık sır 1938 yılında Burdur-Isparta demiryolunun yapımı sırasında Baladız (Gümüşgün) köyünde bir höyük ortaya çıktı. Höyükten çıkan keramikleri inceleyen ünlü Alman arkeolog Kurt Bittel, bölgenin prehistorik yerleşiminin incelenmesinin önünü açtı. Baladız tren istasyonuna yaklaşık 2 kilometrelik mesafede bulunan ancak tren yolu yapımı sırasında tahrip edilen tepeciğin, M.Ö. 12.000-M.Ö. 5.000 arasına tarihlenen Epipaleolitik ve Mezolitik dönemlerde insan yerleşimi ve işlik olarak kullanıldığı belirlendi.
Göl 15 km çekildi Baladız Höyük’te yapılan bilimsel çalışmalarda, yumuşak kum tabakaları ile örtülü tepeciğin, Burdur Gölü’nün yükselmesiyle oluştuğu düşünülüyor. Özetle Burdur Gölü’nün doğu kıyısı, Baladız Höyük insanlarının yaşadığı dönemde bu bölgeye kadar ulaşmış. Bugün gölün Baladız Höyük’e mesafesi yaklaşık 15 kilometre civarında.
Burdur Gölü yaşam verdiği topraklardan yavaş yavaş çekiliyor Baladız Höyük’ün hemen bitişiğindeki Gölbaşı köyü de adından da anlaşılacağı gibi yakın zamana kadar Burdur Gölü’nün kıyısına yakın bir mesafede yer alıyor, burada yaşayan köylüler sulak alanda yetişen sazlıklardan sepet örerek yaşamlarını kazanıyorlardı. Gölün kuzeyinde yer alan Keçiborlu ilçesine bağlı Senir köyü de 1980’lerin ortalarına kadar göle kıyısı olan yerleşimlerden biriydi. Senir köyünün sahilindeki çay bahçesi, özellikle yaz aylarında gurbetçilerin mesire yeri olarak kullandığı, bayramlarda gençlerin ve çocukların kaynaştığı bir mekândı. Göl kıyısına kayıklar bağlanır, kış günleri göl üstünde avcılık yapılırdı. Binlerce göçmen su kuşun köyün kıyısında yarattığı cümbüş, çocuklar için bir masal zamanıydı. Bugün ise Senir köyünün gölün su bulunan kıyısına mesafesi yaklaşık 4 kilometre civarında. Gölün çekildiği bu koca boşluk adeta hayalet topraklar gibi, ıssız ve boş. Ömrü boyunca içinde yüzdüğü, yamaçtaki evinin ahşap penceresinden sularını izlediği, karşı kıyıdaki Burdur’un ışıklarını sayan çocukların gölü artık onları terk etmiş.
Senir Köyü artık gölünü kaybetmiş durumda Burdur Gölü’nün yaklaşık 10 bin yılda yaşadığı 15 kilometrelik çekilmenin yaklaşık üçte biri son 40 yılda yaşanmış görünüyor. Kısacası göl, son 40 yılda doğal koşullara göre yaklaşık 5 bin yılda yaşayabileceği bir küçülmeyi yaşamış. Bu büyük tükenişin sorumlusu doğa değil. Bilakis son yıllarda sulu tarımı teşvik ederek göl çevresinde sınırsız ve sorumsuz sondaj kurulumunun önünü açan ilgili bakanlıklardır. Göle ulaşan derelerin üstüne onlarca gölet inşa ederek su rejimini alt üst eden kamu yöneticileridir. Gölün çevresindeki dağları, tepeleri mermer şirketlerine peşkeş çekerek su toplama havzasını paramparça eden yetkililerdir. Yüzlerce yıldır göle önemli bir zarar vermeden yaptıkları tarımsal üretim ve hayvancılıkla geçimini sağlayan yöre halkına daha çok kazanç vaadiyle "vahşi sulamayı" özendirecek tarım ürünlerini dayatan idarecilerdir.
Burdur Gölü son 40 yılda üçte bir oranında küçülme yaşadı Geçtiğimiz günlerde Baladız Höyük’ten Burdur’a doğru yolculuk yaparken, Çerçin köyü civarına vardığımda gölün giderek küçülen aynasından yükselen toz bulutu kilometrelerce uzaktan bile dehşet verici bir manzara oluşturuyordu. Suların çekildiği alanda çoraklaşan toprak çöle dönmüş, kuvvetli rüzgârlarda ya da fırtınalı havalarda beyaz bir kum fırtınasına neden oluyor. Bu beyaz toz sadece fırtınada değil, azıcık esintili havalarda bile yakınındaki yerleşimleri ve Burdur kentini tehdit ediyor.
Burdur Gölü'nün çekildiği alanda oluşan toz fırtınaları kenti tehdit ediyor Dışarıdan kente geldiğinizde eğer hafif rüzgârlı bir hava varsa havadaki bu beyaz göl tozunun ciğerlerinize dolduğunu hissediyorsunuz. Yerleşik yaşayanlar bu gerçeğe alışmış görünüyorlar. Ancak bu doğanın gerçeği değil. Son 40 yılda Burdur Gölü üzerinde bilerek ya da bilmeyerek etkisi olan hemen her insanın yarattığı acı bir gerçek. Yıllardır göl çevresindeki vahşi madenciliğe ve çılgın gölet projelerinin yaratacağı tahribatlara dikkat çekmek için yazdığımız yazılara, yaptığımız haberlere ‘Burdur Gölü çöle dönecek’ başlıkları koyuyoruz. Ancak radikal önlemler almayı bir yana koyun kısır tartışmalardan başını kaldırıp somut bir adım bile atmayan sorumluların kılı bile kıpırdamıyor.
Burdur Gölü’nün verdiği derse kulak vermek Burdur Gölü hepimize gözle görülür bir ders veriyor. Cilt cilt kitapları okumaya, onlarca akademik söz dinlemeye gerek yok. Siyasilerin büyük bir cehaletle örülen sorumsuz açıklamalarına maruz kalmak zorunda da değiliz. Azıcık doğanın okuryazarı olmak yeterli. Birazcık suyun, rüzgârın, yağmurun, toprağın ve kuşun sesine kulak vermek yeterli.
Kendi doğasının cahili olmak yakışmıyor Son yıllarda hızla Burdur Gölü’nün kaderine doğru evrilen Salda Gölü’nde son günlerde yaşanan festival aymazlığı, bugünün insanının bu dile nasıl uzak kaldığını anlatıyor bize. Topraktan öğrenip, kitapsız bilenlerin ellerinde büyüyen bu ülkenin insanına kendi doğasının cahili olmak, içine doğduğu coğrafyanın okur-yazarı olmadan yaşamak yakışmıyor. Çünkü doğanın sınavı yaman, notu can yakıcı oluyor. Çünkü bu coğrafyada son sözü hep su söylüyor…
|